İnebahtı mağlubiyeti, Akdeniz’de birçok ada ve sahillere malik olan Osmanlı devletinin donanmasını âdeta mahvetmişti. (7 Ekim 1571) Haçlı müttefiklerin, Çanakkale boğazına ve sahillere saldırı yapmaları beklenebilir bir şeydi. Bundan dolayı yeni Kaptan-ı derya Kılıç Ali Paşa çok telaş ediyordu. Kendisi, donanması olmayan bir kaptandı adeta.
Vezir-i âzam Sokullu Mehmet Paşa’nın, Venedik elçisi Barbaro’ya söylediği “Tıraş edilmiş sakal daha gür olarak çıkar” sözü boş değildi. Faciayı takip eden kış ayları her tarafta mütemadi donanma faaliyeti ile geçti. Padişaha ait hasbahçenin bir bölümü bile bu iş için tahsis edilmişti.
Kılıç Ali Paşa, leventlikten yetişme bir askerdi. Devletin esas teşkilâtını yeterince bilmemekten olacak ki, zaman zaman Vezir-i âzam Sokullu’ya:
“-Tekne îcad ve ihdası mümkündür ve illâ meselâ iki yüz sefineye beş altı yüz lenger (gemi demiri) palamar (kalın halat) ve ip ve her sefineye yelken ve sairenin tedarikine imkân yoktur” dermiş.
Bütün bu faaliyeti durmadan takip ve idare eden Sokullu, Kaptan paşaya bir seferinde şu cevabı vermiştir:
“-Paşa hazretleri, sen henüz bu devlet-i aliyyeyi bilmemişsin; bevallah böyle itikat eyle, bu devlet ol devlettir ki murad edinirse cümle donanmanın lengerlerini gümüşten, resenlerini (iplerini) ibrişimden, yelkenlerini atlastan etmekte suûbet (zorluk) çekmez ve herhangi geminin âlâtını ve yelkenini yetiştirmezsem bu minval üzere benden al.”
Bu cevap üzerine duygulanan Kılıç Ali Paşa hemen yerinden kalkıp, Sokullu’nun elini öpmüş ve:
“-Hakikaten bildim ki donanmayı siz tekmil edeceksiniz” demiştir.
İşte bu gayret ve mükemmel teşkilât sayesinde beş buçuk ay zarfında her şey hazırlanarak iki yüzden fazla kadırga ve mavuna donanmış olarak nevruzdan evvel (21 Mart 1572) Kaptan paşanın emrine verilmiştir.
Kaptan Paşa, Haziran başlarında iki yüz elli parça gemi ile İstanbul’dan Akdeniz’e açılmış ve adalar arasında dolaşarak, bayrak göstererek tatbikat yapmış nihayet sonbaharda geri dönmüştür. Venedikliler, bu vaziyet karşısında müttefiklerine güvenemediğinden, Fransa elçisinin aracılığı ile barışa yanaşmış ve Kıbrıs’ın Osmanlılara terkini kabul etmiştir.(1573)
Önceki yazıda da temas ettiğim gibi, merhum tarih hocamız Mualla Ulusoy Hanımefendi konuyu anlatırken hem kendisi büyük heyecan duyar, hem de bizim haklı bir gurur duymamızı sağlardı. Hocamızı bir kere daha rahmetle yâd ediyorum.
Azizi okuyucu! Gençlerimize bu gururu hissettirmeyen, düşmanını tanıtmayan ve güven aşılamayan Fulbright zihniyetinin eğitim hayatımızdan kovulmasını işte bu yüzden istiyorum.
*Şükür Allah’a. Yüce Allah kar göndermiş, kar tatili yapılmış. Çocuklar nasıl seviniyordu: “Ödev yok, kartopu oynayacağız.” Bu tek cümlecik, yavrularımızın okullarda eğitim gördüklerinin değil zulüm yaşadıklarının ifadesinden başka bir şey değildir.
Arkadaşım “her şeyi dış güçlere bağlamışsın” diye bana itirazla “Fulbright nerde?” diye soruyor. Fulbright içimizde! Yıllar var ki sadece şehitler vermedik, zihniyetimiz de katledildi. Güzel arkadaşım, önce sen bunu kabul et.
Sevgiler, saygılar.