DİNE DÖNÜŞÜN SOSYO-PSİKOLOJİSİ
MAKALE
Paylaş
07.10.2025 14:14
725 okunma
Prof. Dr. Celal Kırca

Din, insanlık tarihi boyunca bireyin varoluşsal anlam arayışlarının en güçlü kaynaklarından biri olmuştur.  Ne var ki modernleşme, sekülerleşme ve küreselleşme, insanın din ile kurduğu  bu ilişkiyi  bozarak karmaşık bir hâle getirmiş;  dolayısıyla bir yandan dinî inançtan uzaklaştırmayı, artan bireyselleşme ve rasyonalist söylemlerle meşrulaştırırken; diğer yandan da dine dönüşün, kimlik arayışlarının ve  ruhsal dinginliklerin doldurulmasında  önemli bir seçenek olmuştur. Bu da dinin, modern kimliklerin inşasında hâlâ etkin bir konumda olduğunu göstermektedir. Nitekim dinin bu etkilerini yansıtan örnekleri hem geçmişte hem de günümüzde roman hikaye ve şiirlerde görmekteyiz.  Mesela Yahya Kemal, “Ezansız Semtler” adlı makalesinde bu etkiyi yansıtan düşüncelerini şöyle açıklamaktadır:

“Kendi kendime diyorum ki: Şişli, Kadıköy, Moda gibi semtlerde doğan büyüyen, oynayan Türk çocukları milliyetlerinden tam bir derecede nasip alabiliyorlar mı? O semtlerdeki minareler görülmez, ezanlar işitilmez, Ramazan ve kandil günleri hissedil­ mez. Çocuklar, Müslümanlığın çocukluk rüyasını  nasıl görürler?

“İşte bu rüya, çocukluk dediğimiz bu Müslüman rüyasıdır ki bizi henüz bir millet halinde tutuyor: Bugünkü Türk babaları havası ve toprağı  Müslümanlık rüyası ile dolu semtlerde doğdular, doğarken  kulaklarına   ezan   okundu,  evlerinin odalarında    namaza durmuş    ihtiyar  nineler gördüler, mübarek günlerin akşamlan bir minderin köşesinden  okunan  Kur’an’ın sesini işittiler; bir raf üzerinde duran Kitabullah’ı indirdiler,  küçücük  elleriyle  açtılar,  gülyağı  gibi  bir ruh olan sahifelerini, kokladılar. İlk ders olarak besmeleyi öğrendiler; kandil günlerinin kandilleri yakarken, ramazanların, bayramların topları atılırken. sevindiler. Bayram namazlarına babalarının yanında gittiler, camiler içinde şafak sökerken Tekbir’leri dinlediler, dinin    böyle  bir   merhalesinden geçtiler hayata girdiler,  Türk oldular”

“Bugünün çocukları büyük bir ekseriyetle yine Müslüman semtlerde doğuyorlar, büyüyorlar, eskisi kadar derin bir tahassüs ile değilse bile yine Müslümanlığı hissediyorlar. Fakat fazla medenileşen üst tabakanın çocukları ezansız yeni semtlerde alafranga terbiye ile yetişirken Türk çocukluğunun en güzel rüyasını göremiyorlar. Bu çocukların sütü çok temiz, hilkatleri çok metin olmalı ki ileride alafranga hayat, Türklüğü büsbütün sardıktan sonra milliyetlerine bağlı kalabilsinler, yoksa ne muhit ne yeni yaşayış, ne semt, hiç bir şey bu yavrulara Türklüğü hissettirmez.”

“Dinsizliğin kayıtsızlığın aksülameli başladı”  diye  devam eden bu makalesinde Yahya Kemal,  Büyükada’da gittiği bir  bayram namazında yaşadıklarını da  şöyle anlatır:

“Namazdan çıkarken, kapıda ayandan Reşid Akif Paşa durdu. Bayramlaşmayı unutarak elimi tuttu: “Bu bayram namazında iki defa mesudum hamdolsun sizlerden birini kendi başına camiye gelmiş gördüm! Berhudar ol oğlum, gözlerimi kapamadan evvel bunu görmek beni müteselli etti!” dedi. Hem geldiğimi hem de bayramımı tebrik etti.” Sonra da şunlarını dile getirir:

“Biz ki minareler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyüdük. O mübarek muhitten çok sonra ayrıldık, biz böyle bir sabah namazında anne millete tekrar dönebiliriz. Fakat minaresiz ve ezansız semtlerde doğan, Frenk terbiyesiyle yetişen Türk çocukları dönecekleri yeri hatırlayamayacaklar.” [1]

Claude Farrére, ise “Türklerin Manevi Gücü” isimli eserinde, bir Türk paşasıyla dostluk kurduğunu ve hem kendisinin hem de eşinin din ile bir ilişkisinin olmadığını, sadece sözde Müslüman olduklarını anlattıktan sonra küçük kızları  Günay ile  ilgili bir bilgi  de verir. Claude ve eşi, hekimi ve eşini yemeğe davet eder, fakat paşanın öönemli bir işi olduğu için  bu davete  katılamaz,  sadece eşi ve  kızı iştirak eder.

Yemek esnasında Claude, içki ısmarlar,  fakat Günay Hanım, içki içmediğini söyler. Bunun üzerine Claude,  Günay Hanıma, “ Çabuk  büyürüm diye mi korkuyorsunuz?” deyince  annesi  hemen söz karışır ve “ Ne gezer efendim, mesele sizin sandığınız gibi değil, çok daha ciddi” der. “ Nasıl yani?”  deyince annesi de , “Günay iyi bir Müslüman; şarap içmez, bir damla bile.  Ramazan gelince oruç tutar” diyerek  memnuniyetsizliğini  belirtir.  Bundan sonra Claude,  duygularını şöyle ifade eder:

“Günay Hanıma, hayretle, hayranlıkla bakıyordum. On yaşına bakmadan baba evinin tutumunu  merhametsizce  altüst eden, en küçük bir zayıflık göstermeden kedi kendine  verdiği imana sadık kalan, tek başına atalarının ananesini, dinini devam ettiren bu çocuğa hayran olmuştum!”

“Türkler, belki takip edilecek yolda  yanılıyorlar…  Şu veya  bu şekilde  hatalar, hatta çılgınlıklar  yapmış olabilirler… Ama onlar, bütün bu hataların, içlerinde en saf Türk karakterini taşıyanlar tarafından  kendi çocukları  tarafından tashih edilmesine lâyık  değiller mi?   Şüphesiz Tanrının izniyle!” [2]

Henry C. Link de  “Dine Dönüş” isimli  kitabında,  modern bireyin  hissettiği boşluk karşısında dine  dönüşün  psikolojisini ele alır.  Ona göre, din yalnızca bir inanç sistemi değil, aynı zamanda bireyin ruhsal sağlığı, aidiyet duygusu, ahlaki sorumluluk ve toplumsal uyum açısından önemli işlev gören bir yapıya sahiptir.  Modernleşmenin, sekülerleşmenin, entelektüel bireyciliğin, bilimsel materyalizmin ve ahlakî relativizmin getirdiği sonuçların, insanlarda oluşturduğu tatminsizlik, yalnızlık ve anlam arayışı gibi ruhsal sorunlara  temas eder  ve  bu sorunlara cevap arar.

Dine inanmayan insan, çoğu kere Tanrı’yı reddederken bile O’nun yerine bir başka  değeri koyduğunun farkında değildir. Bu değer  akıl olabilir,  bilim olabilir, ideoloji olabilir, hatta kendi benliği olabilir, hiç  fark etmez. Zira  bu dönüş,  ilahî dinden beşerî bir dine/seküler  bir  forma dönüşü ifade eder.  Zira  bu dönüşte inanç değişmemekte, ama bu inancın  nesneleri değişmektedir. Bunun da nedeni insanın, hayat yolculuğunda çoğu kez düz çizgide gidemeyişi, zikzaklarla, duygusal gelgitlerle devam edişidir. Zira pek çok insan, egolarının ve hedonizmin  rüzgarına kapılmakta ve  bu nedenle  de inancını  yitirmekte; bu da  din duygusu ile doğan insanın, bir takım sebeplerle dinden özgürleşmesini ifade etmektedir.

Bununla birlikte   bazı kişilerin, zamanla gittiği yolun yanlışlığını   fark ederek   fıtratına  geri döndüğü  ve bu dönüşün de  o kişide  ruhsal bir dinginlik  sağladığı  görülmektedir. Zira bu  dönüş, o kişiye daha önce  tatmadığı  duyguların  kapısın açmakta ve sahip olduğu inancı bir mirasçı gibi değil de kendi emeği ile  kazandığı  bir değer olarak algılamasına  katkı ve  imkân sunmaktadır. Daha da önemlisi insana,  “Tanrı yoksa ben kimim?”  veya “ “Tanrı varsa ben nasıl yaşamalıyım?” sorularını sordurtmaktadır. Dolayısıyla birinci soru Tanrı’yı, sorgularken, ikinci soru insana kendini sorgulatmakta; diğer ifade ile insan, kendini  ve düşüncelerini sorgulayıp iç  derinliklerine indikçe korkusunu, aczini ve umutlarını  daha iyi anlama ve tanıma   imkânı  bulmakta;  kalabalıklar içindeki  yalnızlığını  daha iyi hissetmektedir.

Dolayısıyla  bu yalnızlık, dostları olmamak veya iletişimsizlik anlamında değil;  daha çok, insanın özünde  bulunan  ve yankılanan bir sessizliği, diğer bir ifade ile tarif edilemeyen ve bazen de acı veren  bir  boşluğu  insana hatırlatır Şayet  insan, onlarca, hatta yüzlerce kişiyle yan yana olsa da Allah ile bağını zayıflatmış veya  koparmış ise yalnız olan bir kişidir ve asıl ve gerçek  yalnızlık da  budur.  Zira bu yalnızlık, insana daha fazla huzursuzluk vermektedir.  Bu nedenledir ki Kur’an, gerçek huzurun Allah’a bağlanmada olduğunu açıklar ve  “Bilesiniz ki kalpler, ancak Allah’ı zikretmekle huzur bulur.” [3] Der.

Bu ifade, sekülerleşen ve yalnızlaşan insana yol gösterir ve umut aşılar. Çünkü sekülerleşen insan, değer kazanmak için çabaladıkça daha çok tükenmekte; gösterişin, tüketimin, hızın ve hazzın girdabında kaybolmakta, dolayısıyla özünden ve ruhundan  gittikçe uzaklaşmaktadır.  Allah’a yönelmek ise insanın kendisini tanımasına ve varoluşunun anlamını  daha iyi kavramasına  yardımcı olmakta ve önemli  katkılar sunmaktadır.  Bunu da insan, ancak dua ve  ibadetlerle  elde etmektedir.

Dua ve ibadetler, yalnızlık anlarında insanın sadece bir sığınağı değil, aynı zamanda  onun özgürlük alanıdır. Çünkü insan, Rabbine yöneldiğinde, “mahalle baskısından”,  başkalarının onayından  ve beğenilerinden kurtulur, kendi hakikatiyle yüzleşir, kısaca  kendi  olur.  İnsanın Allah’ yönelmesi, bu dünyanın   sadece  bir oyun ve eğlenceden  ibaret  olmadığını ve bu dünyaya gelişinde bir amacın olduğunu ona  hatırlatır  ve  kendine gelmesini sağlar.  Böylece insan, içinde hissettiği  derin boşluğu  doldurarak bu hayatta yalnız olmadığını anlar. Bu sayede insan, kalabalıkların içinde yürürken bile kendi iç dünyasında saklı bir huzur  hisseder.  Çünkü bilir ki, Allah daima onun yanındadır ve kendisine şah damarından  daha yakındır.[4] [4]



[1] Yahya Kemal, Aziz İstanbul, İstanbul 1969/126-130; Bu yazı ilk defa 23 Nisan 1922 de Tevhid-i Efkar Gazetesi’nde neşredilmiştir.

[2] Claude Farrére, “Türklerin Manevi Gücü” Tercüme Orhan Bahaddin, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul, tarihsiz, s. 29-300.

[3] Ra’d, 13/28.

[4] Kâf,  50/ 16

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya