ÇIKARLARIN YÜKSELİŞİ DEĞERLERİN ÇÖKÜŞÜ
MAKALE
Paylaş
02.11.2025 15:38
106 okunma
Prof. Dr. Celal Kırca

Çağımızın temel sorunlarından, hatta derin krizlerinden biri, “değerler ve çıkarlar” çatışmasıdır. Zira günümüzün insanı, artık geçmişte  olduğu gibi  değerlere itibar etmiyor, çıkarları  söz konusu olduğunda vicdanının uyarısına rağmen  değerleri değil de çıkarlarını  önceliyor.  Bu  nedenle de  ahlâkî değerler, ya itibarsızlaşıyor, silikleşiyor , önemini kaybediyor  ya da  “işine geldiği sürece” hatırlanan  ve  kullanılan bir  araca  dönüşüyor.  Diğer bir ifade ile insanlar,  değerlere göre  değil de “işini bilmek” anlayışı ile hareket ediyor ve   bu “işime yarıyor mu?”  diye soruyor ve ona göre  tutum ve davranışlarını  ayarlıyor. Bu nedenle de ilke  ve kurallar, önemini ve değerini  yitiriyor; çıkarlar, daha çok  belirleyici  oluyor.

Ne var ki insanların çıkarlarını, değerlerin önüne koyması, onları küçük hesapların adamı, hatta esiri yapıyor.  Dolayısıyla ilkesiz ve kuralsız  bir anlayışla elde edilen başarı, sonunda insanı öz benliğinden ve insanlığından uzaklaştırıyor, ruhunu yoksullaştırıyor ve çoraklaştırıyor. Bu  da zamanla hem bireysel yozlaşmaya  hem de toplumsal  çöküşe sebep oluyor.

Bununla birlikte insanın  fıtraten sahip olduğu vicdan, onu rahat bırakmıyor;  her ne kadar köreltilirse köreltilsin, yine de  içten içe  kendisini rahatsız etmeye  devam ediyor.   Nitekim insanoğlu,  kendini uyaran ve rahatsız eden vicdanını  kısmen de olsa rahatlatmak   amacıyla ne yapayım “herkes yapıyor ben de yapıyorum” deme ihtiyacı hissediyor ve bunu bahane ediyor.   Dolayısıyla hatalarını ve günahlarını, başkalarının hata ve günahlarıyla mukayese ederek rahatlatmaya çalışıyor.  Ancak bu rahatlatma, insanın ilke ve kuralları çiğneyerek değerleri küçültmesi  ve  buna karşılık  çıkarları yüceltmesi onun ahlâkî sorumluluğunu  ortadan kaldırmıyor.

Dahası böyle  bir zihniyetinin oluşmasına sebep olduğu ve  ahlâkî değerlerin çürümesine zemin hazırladığı için  de iş dünyasında dürüstlük, yönetimde adalet, sosyal ilişkilerde güven ve  ortak değerler  sarsılıyor;  temeli ahlak olan ilke ve kurallar, yerini temeli fayda  ve çıkar  olan davranışlara  terk ediyor.  Bu nedenle de ferdî ve toplumsal  düşünceler,  dinî değerleri devre dışı bırakıyor.  Sonuçta ahlâkî değerler ilke olmaktan çıkıyor, araç değerlere dönüşüyor. Böylece doğru-yanlış ayrımı ortadan kalkıyor, ahlâkî duyarlılık, toplumsal normlara ve çıkar hesaplarına  feda ediliyor.

Her konuda olduğu gibi  bu konuda da  Kur’an, Müslümana önemli bir  tavsiyede  bulunuyor; “Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar.” [1]  diyerek onu  uyarıyor, böylece sayı üstünlüğünün, “ahlâkî meşruiyet” anlamına gelmediğini ve doğruluk kriterinin, çoğunluğun görüşünde değil, ilke ve kurallarda olduğunu açıklıyor.  Bundan  da Allah Teâlâ’nın, çoğunluğun ölçütlerine uyulmasını istemediği anlaşılıyor. Söz konusu ayette, “Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar.  Onlar sadece zanna uyarlar ve sadece tahminde bulunurlar.” [2] denilmekte ve bu ayetin, Hz. Peygamber’e çoğunluğun yanlış ölçülerine uymaması  gerektiğini  hatırlatması,  aynı zamanda günümüze de önemli mesajlar  sunuyor. Zira o dönemde Mekkeli müşrikler, sayıca çoktular ve “Biz çoğunluğuz, o hâlde haklıyız” düşüncesine sahiptiler. Dolayısıyla bu ayet, haklılık ölçütünü sayılarda değil, ahlâkî temele dayanan kural ve ilkeler” de  aranması gerektiğini gösteriyor. Diğer bir ifade ile bu ayet, çoğunluğun yönetime katılmasını değil, hakikat ölçütünün çoğunlukta aranmaması gerektiğini ifade ediyor ve çoğunluğa ait  tercihin, meşruiyet ölçüsü olabileceğini,  ama hakikatin ölçüsü olamayacağını açıklıyor.

Bu da hakikatin çoğunlukta değil; Allah’ın  ortaya koyduğu ilke ve kuralarda olduğunu  gösteriyor. Bu kural ve ilkeler ise  günümüzde  bilginin yerini algının, doğrunun yerini duyguların  aldığı Post-Truth (hakikat ötesi)  anlayışına da  bir cevap niteliği taşıyor. Zira günümüzde insanlar, genellikle düşünmek yerine, düşünmemeyi; araştırmadan, soruşturmadan  çoğunluğun peşine takılıp gitmeyi  tercih ediyor.  Dolayısıyla hakikat,   daha ziyade popüler kültürde ve sistemlerde aranıyor, ilâhî ilkelere ve kurallara  sadık kalınmıyor ve  bu nedenle de  değerler ile çıkarlar arasında  çoğu  kere bir çatışma  söz konusu  oluyor.

Hz. Peygamber’in “Ameller niyetlere göredir” [3] sözünden de davranışları değerli kılan  asıl ölçütün, niyet olduğu  anlaşılıyor.  Niyet de  insanın ibadet, yardım veya çabalarında çıkar aramamasını ve Allah rızasını gözetmesini ifade ediyor. Nitekim  Hz. Peygamber’in, “İnsanların en kötüsü, dini dünyaya alet eden kimsedir” [4]  sözü ile “İki aç kurdun bir sürüye saldırması, mal ve mevki hırsı kadar insanın dinine zarar vermez” [5] sözünden de bu anlaşılıyor. Bu hadisler, bize İslam’ın,  davranışların merkezine değerleri  koyduğunu  gösteriyor ve Müslümanlara,  menfaatlerinin cazibesine  kapılarak   bu değerleri  yok saymamaları mesajını  veriyor.

Ne var ki insanoğlu, günümüzde  kısa vadeli çıkarları için ahlâkî ve insanî değerleri terk edip yalan ve hile ile  elde ettiği kazancı, bir “başarı” olarak görüyor.  Bu nedenle iş dünyasında sahte belge, yanıltıcı reklam, haksız kazanç gibi davranışlarla, doğruluk ve dürüstlük ilkesi feda edilmekte; rüşvet, adam kayırma ve torpil gibi uygulamalarla adalet devre dışı bırakılmakta; kamu malını  amacı dışında kullanmakla emanete ihanet  edilmekte  ve beğeni uğruna mahremiyet, saygı, iffet gibi değerler, göz ardı edilmektedir.  Dolayısıyla insanlar, neye inandıklarından  daha çok, nasıl göründükleriyle  ve yaşadıklarıyla ilgilenmekte; bu da insanı, içsel derinlikten ve özünden uzaklaştırıp yüzeyselliğe doğru sürüklemektedir.

Ne var ki günümüzde  insan ilişkileri,  değerler üzerinden değil,  çıkarlar üzerinden  yürümekte; diğer bir deyişe ilişkilerdeki adalet, doğruluk, merhamet ve vefa gibi değerler  yerini çıkar  ilişkilerine terk etmiş  bulunmaktadır. Bu değişim ve dönüşüm de fert ve toplumun ahlâkî temellerini sarsmakta ve çürümelerine sebep olmaktadır. Bu da insanları, nasıl dürüst bir insan olabilirim?” anlayışından “nasıl daha çok kazanırım?” anlayışına yönlendirmekte ve kendilerini değerlerle değil de sahip olduklarıyla tanımlamaya sevk etmektedir.

Bundan daha kötüsü eğitim sistemimizin, bireyi ahlaklı ve erdemli bir insan olarak yetiştirme yerine  rekabetçi ve verimli bir üretici haline getirmeye odaklanmış olmasıdır. Dolayısıyla  bu durum, bilgi ile hikmeti, başarı ile anlamı birbirinden koparmış;  önemli olmayı teşvik ederken değerli olmayı  da  zayıflatmıştır. Nitekim  geçmişte toplumların temelini, dürüstlük, adalet, vefa, paylaşma, merhamet gibi değerler  oluşturuyorken;  bugün kâr, statü, güç, konfor gibi bireysel çıkarlar daha belirleyici  oluyor.  Bu değişimin de  insan ilişkilerini araçsallaştırarak  insanların birbirlerini “değerli varlıklar”  olarak görmesi yerine, “yarar sağlayan nesneler” olarak görmesine  sevk ettiği bilinmektedir. Bu nedenle  Kur’an, bir taraftan insanın  menfaat ve dünya hırsı için yaptığı eylemleri eleştirirken;  diğer taraftan  da  onun  takva ile yüceleceğini  açıklamaktadır.

Kur’an’ın  bu tavsiyesine rağmen kimi Müslümanların,  ilişkilerini belirlerken “değerleri” değil de  çıkarlarını  önceledikleri  görülüyor. Bu durum, neredeyse her alanda, özellikle de iş hayatında ahlâkî  ve  etik kurallar değil, fırsatlar konuşuluyor; siyasette hizmetten  daha çok çıkar hesapları öne geçiyor. Hatta aile içinde bile çoğu kere sevgi ve vefa değil, menfaat daha belirleyici oluyor.  Nitekim bir menfaat elde edinceye kadar, babasına veya annesine bakan bazı evlatlar, umduğu menfaati elde edince onlara bakmıyor; ya kapı önüne koyuyor, ya da “huzur evine” gönderiyor. Bunun iç karartıcı  ve vicdanları yaralayıcı örnekleri, neredeyse  her gün yazılı ve görsel basında yer alıyor. Bu  da insanın kendi fıtratına yabancılaşması nedeniyle çıkarların yükselişini ve değerlerin çöküşünü gösteriyor. Bu açmazdan kurtulmanın çaresi de inanan insanın, fıtratına yabancılaşmadan dinî değerlere samimiyetle bağlanmasından; bu değerleri içselleştirip taviz vermeden  davranışlarına  yansıtmasından ve daha da önemli ilkeli, kurallı ve bilinçli bir  hayat felsefesine sahip olmasından geçiyor.



[1] En’âm, 6/116.

[2] En’âm, 6/116.

[3] Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 1.

[4] Dârimî, Mukaddime, 38.

[5] Tirmizî, Zühd, 43.

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya