İNSAN KENDİNE NEDEN DÜRÜST OLAMIYOR?
MAKALE
Paylaş
01.12.2025 20:55
112 okunma
Prof. Dr. Celal Kırca

Dürüstlük, “insanın doğruyu söylemesi, yalan, hile, riyakârlık ve çıkarcılıktan uzak durması, inandığı değerlerle tutarlı davranması” anlamına gelmekte ve söz, düşünce ve davranış arasındaki uyumu ifade etmektedir. Nitekim Allah Teâlâ da söz verip de sözünde durmayanları veya yapamayacağı şeyleri yapacakmış gibi konuşanları, “Ey inananlar! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?” [1] sözüyle kınamaktadır. Bu nedenle dürüst insan, verdiği sözü tutar; kimseyi aldatmaz; kendi çıkarı için başkalarına zarar vermek istemez.  Dolayısıyla dürüst insan, cesaret ve öz güven sahibidir, yalan söylemez; zira yalanın çoğu kere zayıflığın ve korkunun bir işareti veya kendini koruma refleksinin bir sonucu olduğunu bilir ve buna göre davranışlarını ayarlar.

Bununla birlikte çoğu insanın, bilinçli veya bilinçsiz kendi kusurlarını gizleme veya çarpıtma eğiliminde olduğu ve benliğini tehdit eden duygular ve düşünceler karşısında savunma mekanizmaları geliştirdiği görülüyor.  Bu mekanizmaların da inkâr etme, yansıtma, rasyonalizasyon ve bastırma şeklinde ortaya çıktığı; nitekim bir çok insanın, kendi kusurunu fark ettiğinde veya birileri tarafından kendisine hatırlatıldığında, bunu kabul etmediği, çeşitli gerekçelerle meşrulaştırmaya çalıştığı biliniyor. Zira gerçeği kabul etmek, çoğu zaman insana acı veriyor ve bu nedenle de  insan, kendi kusurları ile yüzleşmekten kaçınıyor ve inkâra yelteniyor.

Kendine dürüst olmak, sadece insanın ruhsal dengesini sağlayan psikolojik bir denge unsuru değil, aynı zamanda onun bir ahlâka  sahip olup olmaması  meselesidir. Bu nedenle İslam, Müslümanın “nefis muhasebesi/hesap verme bilincine”  sahip olmasını ve kendi iç dünyasıyla yüzleşmesini tavsiye eder.  İnsanın kendine dürüst olamaması, hem psikolojik hem de felsefi düzeyde karmaşık bir olgudur. Bu durumun temelinde; benlik savunması, toplumsal roller, korkular ve varoluşsal kaçışlar bulunmaktadır.  Bu nedenle her insanın kendisiyle yüzleşmesi gerekiyor. Çünkü insan, ancak kendi gerçeğiyle yüzleştiği ölçüde olgunlaşmakta  ve insan  olabilmektedir.

Bu yüzleşme, insanı her ne kadar rahatsız etse ve ona acı verse de nefsinin baskısından  onu kurtaracağı için özgürleşmesini de  sağlar. Dolaysıyla kendine karşı dürüst olan insan, sadece doğruyu söylemekle kalmaz, aynı zamanda hakikatin yaşanmasına ve adaletin gerçekleşmesine de önemli katkı sunar. Bu nedenledir ki Allah Teâlâ’nın, Müslümandan kendi aleyhinde dahi olsa, adil olmasını istediği ve şöyle dediği görülmektedir:

“Ey İnananlar! Eğer kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhine de olsa, adaleti tam yerine getirerek Allah için şahitlik eden kimselerden olunuz. Onlar ister zengin isterse fakir olsunlar, Allah’ın hakkı her birinin önüne geçer. Öyle ise, adaleti gerçekleştirmede arzunuza/hevesinize uymayın. Eğer (şahitlikte) dilinizi eğip bükerseniz/hakikati çarpıtırsanız veya (şahitlik etmekten) vazgeçerseniz biliniz ki, Allah yapıp ettiklerinizden mutlaka haberdardır.” [2]

Bu ayet, sadece hukuki bir çağrıdan ibaret değildir, aynı zamanda insanın iç dünyasını eğiten ve vicdanın da kararmasını önleyen ahlâkî bir çağrıdır. İnsan, her ne kadar kendisini doğruya  çağıran ve yönelten bir  vicdana  sahip olsa da bunun tek başına  yeterli olmadığı;  zira insanın doğru olmayan yanını gösteren duyguların ve korkuların çoğu kere vicdanın sesini bastırdığı  da görülmektedir.

İşte bu ayet, Müslümanı bu konuda  uyarıyor ve  ona, mademki  Allah’a inanıyorsun, o halde ilk önce nefsinin arzu  ve isteklerine uymayı  bir bırak,  dürüst ve  adil bir kişi olmaya çalış;  “Allah için” doğruyu söyle, yalan konuşma  mesajını veriyor. Bu da   gerçek adaletin, duygularda ve çıkarları korumada değil,  Allah’a imanın sağladığı bir bilgi, bilinç ve irade ile  vicdanın sesine kulak verme olduğunu  gösteriyor.  Nitekim insanoğlunun, iradî veya gayr-i iradî olarak kendi veya yakınlarının çıkarlarını korumak için zaman zaman hatalarını ve suçlarını gizledikleri, gerçekleri çarpıttıkları veya yalan konuştukları biliniyor. Nitekim Allah Teâlâ  da bu ayeti ile  Müslümandan duygu kontrolü yapmasını; ahlâkî ilkelere ve kurallara  sahip çıkararak olumlu yanını geliştirmesini; dürüst olmasını; yalan konuşmamasını, kendi aleyhine de olsa doğruyu söylemesini ve haksızlığı da savunmamasını istemektedir. Bunu elde edebilmesi için de insanın önce kendi hatalarıyla yüzleşmesi gerekmektedir. Çünkü hatalarını gizleyen ve  kendini kandıran bir kimse, başkalarına karşıda  dürüst olamaz ve adil davranamaz.

Allah’ın arzusu bu olmakla birlikte çoğu insan, toplum hayatında ya  güçlüye meyletmekte, ya da zayıfa acıyarak yanlı davranmayı tercih etmektedir. Ama gerçek şudur ki  adalet, duygusal bir dengeyi değil,  ahlâkî ve  ilkesel bir duruşu  gösterir ve buruş da ayette  geçen “zengin de fakir de olsa” pasajı ile ifade  edilmekte ve “Allah yaptıklarınızdan haberdardır” sözü ile de, insana iç denetimini ve öz saygısını hatırlatmakta ve adaletin  sadece mahkemelerde değil, vicdanlarda da tesis edilmesi gerektiğini göstermektedir.  Çünkü Allah, gizlenen her duyguyu, bastırılan her gerçeği bilmektedir. Mümin için bu farkındalık, en büyük ve en değerli bir iç denetimdir.

Sözde değil, özde inanan insan, insanların görmediği bir yerde dahi Allah’ın gördüğünü bilir ve vicdanına karşı dürüst kalabilir. Bu da ancak insanın çıkarlarını, olumsuz duygularını ve korkularını aşmasıyla  mümkündür. Ama görünen o ki çoğu insan, kendisiyle  yüzleşmekten kaçmakta ve böylece kendini kandırmaktadır. Neden?  Elbette ki bu sorunun  en doğru cevabını, konu ile ilgili bilim insanları verecektir. Bu kaydı düştükten sonra ben de okuduğum kitaplar ve makalelerden elde ettiğim bilgileri kısaca sunmak istiyorum:

Konu ile ilgili bilim insanları,  insanın kendine dürüst olamamasının temelinde “benlik savunması” nın bulunduğunu söylüyor.  Psikolojide “savunma mekanizmaları” olarak bilinen bu olgu, bireyin benliğini korumak için gerçeği çarpıtması veya inkâr etmesi anlamına geliyor. Zira bireyler, hatalarını, başarısızlıklarını ya da zayıf yönlerini kabullenmekte zorlanmakta ve bu durumu “kendine ait ideal imajını” tehdit ettiğini düşünmektedir. Bu da gayr-i iradî   olarak kendi kusurlarını gizleme ihtiyacını hissettirmektedir. Ayrıca “güçlü görünmek”, “kusursuz olmak” ya da “her zaman haklı çıkmak” gibi değerler de bu düşüncelerin etkisinde kalan insanları da rol yapmaya veya maskeli bir hayata zorlamaktadır.

Diğer bir ifade ile insanın, kendisini başkalarına  beğendirme  ve sevdirme  arzusu ve çabası, onları  böyle  bir davranışa sevk etmektedir.  Bu da insanın, kendisi  olmak yerine, sevgisini almak ve beğenisini kazanmak istediği kişilerin, istek ve arzuları  doğrultusunda  yaşamaya   başladıklarını ve böyle bir maskeli hayata baş  vurduklarını    gösteriyor.  Bu nedenle de iki yüzlü davranmak, kendisini sevmeyen, kendisiyle barışık olmayan  ve özgüveni  yeterince gelişmeyen insanların baş vurdukları  bir yöntem oluyor.  Böyle insanlar, taktıkları maskelerin adedince farklı kişiliklere bürünüyorlar ve  asla kendileri olamıyorlar. Zamanla bu rol o kadar içselleşiyor ki, insan artık oynadığı karakterin kendisi olduğuna inanır hale geliyor ve bu nedenle de  içsel dürüstlüğünü kaybediyor.

Her ne kadar kendine dürüst olmanın bedeli ağır olsa da bu “insan olma”nın bir gereğidir. Zira insan doğmakla, insan olunmuyor; ancak bireyin kendini tanıması,  güçlü ve zayıf yanlarını keşfetmesi ve daha da önemlisi bencilliklerini ve korkularını görmesiyle insan olunuyor. İnsanın bu yüzleşme ile elde ettiği gerçeği kabullenmek, insanı küçültmüyor, tam aksine özgürleştiriyor. Zira bu yüzleşme de insan,  olumsuz duygularının esaretinden kurtularak ahlaklı ve vicdanlı olmaya yöneliyor ; diğer bir ifade ile ilkeli ve kuralı yaşamaya başlıyor, böylece dürüst, ahlaklı ve vicdanlı bir  insan olma  hedefine ulaşmaya çalışıyor. [3] Allah Teâlâ da insandan bunu istemiyor mu?



[1] Saff,61/2

[2] Nisa,4/135

[3] Yararlanılan kaynaklar: Arthur J. Clark, Psikolojik Danışma ve Savunma Mekanizmalarının tanınması ve Şekillendirilmesi, Çev.  Ö. Ersever, dergipark.org.tr; Bernard Spilka ve diğerleri, Din Psikolojisi Açısından Genel Bir Atıf Teorisi, Çev. Ali Küşat; Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Kayseri 2001; sayı11, sayfa 173-195.

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya