Kur’an’ı ciddiye alıp almama hem bireysel hem toplumsal düzeyde yüzleşmemiz gereken önemli bir sorunumuzdur. Zira Müslüman bir fert veya toplum olarak Kur’an’ın fizikî varlığına, güzel okunuşuna ve hat sanatına verdiğimiz değeri; gösterdiğimiz saygıyı ve önemi, maalesef onun muhtevasına, anlaşılmasına ve kurallarının hayatımıza yansıtılmasına gereği gibi göstermiyoruz, ya da gösteremiyoruz. Nitekim Mushaf’ı, belden aşağı tutmamaya azamî özen gösteriyor, onu en güzel kılıf içinde duvara asıyor veya evin en yüksek kısmına koyuyoruz, ama onun ilke ve kurallarını, hayatımıza yansıtmıyor/yansıtamıyor ya da hini hacette kullanılmak üzere yedekte tutuyoruz. Onu kutsuyoruz, ama onun bizden istediği ve talep ettiği değişim ve dönüşümü, bir türlü gerçekleştiremiyor veya sürekli erteliyoruz. Bu nedenle Kur’an’ın nazil olduğu dönemde olduğu gibi onun muhataplarını dönüştürme gücünden maalesef yeterince yararlanamıyoruz.
Günlük hayatımızda Kur’an’ı, cenazelerde okutturuyor, hatmetmeye gayret ediyor ve ezberletmek için olağan üstü çaba sarf ediyoruz, ama ahlak, adalet, emanet, kul hakkı, dürüstlük, liyakat, merhamet gibi Kur’an’ın temel ilkelerini, hayatımıza ve kararlarımıza yansıtamıyoruz. En azından Kur’an’ı yüzünden okumaya ve hafız yetiştirmeye verdiğimiz önem kadar, bu konulara önem vermiyoruz. Daha da kötüsü, Kur’an’a bütüncül değil, parçacı ve alansal yaklaşıyor ve onun muhtevasını elde etmede seçmeci davranıyoruz. Kur’an, bizi kendi doğrularına çağırdığı halde, biz kendi doğrularımızı ona onaylatmaya çalışıyor ve indî görüşlerimizi, düşüncelerimizi veya ideolojilerimizi meşrulaştırmak için onu bir delil olarak kullanıyoruz.
Oysa Kur’an’ın geliş amacı, bizim kendi doğrularımızı onaylamak değil, bizi kendi doğrularına çağırmaktır. Bu çağrıyı duymak için de ilk önce kendimizle samimi bir yüzleşme yapmamız; onu ciddiye alıp almadığımızı sorgulamamız ve onun bizim için ne ifade ettiğini anlamamız gerekiyor, ama biz bu yüzleşmeyi ve sorgulamayı bir türlü yapmıyor, ya da yapamıyoruz. Çünkü Kur’an’ı düşünce tarzımızın ve bireysel ahlakımızın, temeline bir türlü yerleştiremiyoruz. Bu da Kur’an’ı yeterince ciddiye almadığımızı gösteriyor. Zira Kur’an’ı anlamadan ve anladıklarımızı içselleştirip hayatımıza yansıtmadan sadece yüzünden okumak, onu ciddiye aldığımız anlamına gelmiyor. Zira Kur’an’ı sadece yüzünden okumak, bizi ahlâkî olgunluğa götürmüyor ve İslâmî bir kişilik kazandırmıyor. Kur’an’ı seviyoruz ve ona hürmette kusur etmiyoruz, ama onun bizi dönüştürücü gücünden ve rehberliğinden yararlanmıyoruz.
Bu konuda kendimize şu soruları sormamız gerekiyor: “Kur’an, benim değerler sistemlerimi, kararlarımı, ahlakımı, ilişkilerimi ve toplumsal düzene bakışımı şekillendiriyor mu şekillendirmiyor mu?” Eğer vereceğimiz cevap “kısmen” ise, bu cevap, onu yeterince ciddiye almadığımızı; “hayır” ise onu hiç ciddiye almadığımızı; “evet” ise ciddiye aldığımızı gösterir. Bunu anlamamız için de şu sorulara cevap aramamız icap ediyor:
Kur’an, benim için ne anlam ifade ediyor? Bir bilgi kaynağı mı, bir rehber mi yoksa belli gün ve gecelerde sadece sevap kazanmak için okunması gereken bir kitap mı? Okuduğum ayetleri anlıyor muyum, anlıyorsam bu ayetler bana rehberlik ediyor mu, şayet ediyorsa bu rehberlik, benim düşüncelerimi ve davranışlarımı olumsuzluktan olumluya değiştiriyor ve beni dönüştürüyor mu? Bu sorulara vereceğimiz samimi cevaplar, bizim Kur’an’ı, ciddiye alıp almadığımızı gösterecektir. Zira pek çok insan Kur’an okuyor, ama bu okuma, çoğu zaman bilgi elde etmek için olmuyor. Bilgi elde etmeye yönelik bazı okumalar ise rehberlik düzeyine ulaşamıyor, dolayısıyla da elde edilen bilgiler, hayata yansımıyor ve insanın alacağı kararlarda bir etkisi bulunmuyor.
Kur’an’ı ciddiye alan insanın, her şeyden önce “Bu hayat tarzım, iş hayatımdaki kararlarım, sosyal sorumluluklarım ve davranışlarım Allah’ın kitabıyla uyumlu mu?” Diye sorması ve bunu anlamak için de genel bir Kur’an kültürüne sahip olması gerekiyor. Bunu elde etmek için de her Müslümanın meal okuması, bununla da yetinmeyip anlamadığı ayetlerin tefsirlerine veya bir bilene müracaat etmesi icap ediyor.
Kur’an’ın temel amaçlarından bir diğeri ise eğitici ve dönüştürücü olmasıdır. Nitekim Kur’an, kendisini okuyan, anlayan, tedebbür eden ve bu vesile ile onun anlam dünyasına giren herkesi, kapasitesi nispetinde eğitmekte ve dönüştürmektedir. Şayet bir insan Kur’an okuduğu halde öfkesini kontrol etmiyorsa; adalet konusunda hassas değilse, kibrini yenemiyorsa; başkalarına karşı merhametli davranmıyorsa, bu durumda onun Kur’an ile kurduğu bağ yüzeysel kalıyor ve onu dönüştürmüyor demektir. Zira Kur’an’ı ciddiye almanın en temel ölçütlerinden biri de onu anlayarak okuyan insanı etkilemesi ve dönüştürmesidir. Eğer bir insan, Kur’an okuduğu halde olumsuz duygularını bir türlü terk edemiyor ve o duygularını yaşamaya devam ediyorsa okuduğu Kur’an, onu dönüştürememiş demektir.
Zira gerçek dönüşüm, insanın kötü huylarını terk edip ahlaklı, karakterli, adaletli, dürüst, merhametli, sabırlı, alçak gönüllü olması; emanete ve kul hakkına riayet etmesi, kibirden uzak durması; şükretmesi ve sorumluluk bilincine sahip olmasıdır. Şayet inanan insan, bu ilkeleri içselleştirip hayatına yansıtmamışa, Kur’an, onun hayatında sadece okuma ile sırlı kalan küçük bir alana sıkışıp kalmış demektir. Kısaca Kur’an’ı ciddiye almak; birey olarak sadece kutsal bir kitabın varlığına inanmak, onu okumak ve ona saygı göstermek değil, aynı zamanda onun ilke ve kurallarına da saygı göstermek, onun rehberliğine müracaat etmek; ilke ve kurallarını, hem düşünce sistemimizin, hem de hayatımızın merkezine yerleştirmektir.