Mevzu üzerinde çalışmaları olan bazı aydınların “hilafetin tarihsel bir fenomen” olduğu düşüncesine ben de iştirak ediyorum.
Ne Kur’an’da ne de Hz. Peygamberin tatbikatında bir siyasal rejim şekli, şablonu çerçevelenmemiştir. Sadece bu özelliği itibariyle bile bu dinin ‘hak din’ olduğunun ispatıdır.
“Ezmânın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz.” (Zamanın değişmesiyle, hükümlerin de değişmesi inkar olunamaz)
Allahüalem, siyasi yönetimin şekli/şemaili, şartların değişmesiyle; koşullara / konjonktüre göre değişim gösterebilir. Zamana göre değişmeyen şeyler, yönetimin istinat edeceği temel kaidelerdir. “Hak, adalet, eminlik, güvenlik, ehliyet-liyakat, istişare v.b…”
Hz. Peygamberin vefatından sonra Hz. Ebubekir’in seçimi tamamen spontanedir. Çünkü ne Kur’an’da ve ne de Hz. Peygamberin sünnetinde böyle bir mevzu tasrih edilmemiştir. Ve ne ilginçtir ki, Peygamberin hiçbir arkadaşı da Ona “Sizden sonra ne olacak?” sorusunu da sormamışlardır. Bunda bile büyük bir hikmet gizli. Çünkü herkes Kur’an’ın haber verdiği “Her nefis ölümü tadacaktır” gerçeğinden haberdardılar. Buna rağmen sorulmamıştır. Allahüalem, Müslümanlara kendi reyleriyle doğruyu bulmaları ihtiyarı tanınmıştır. Dolayısıyla Hz. Peygamberin irtihalinden sonra Müslümanlar hazırlıksız yakalanmışlardır.
Hz. Ebubekir’in seçimi, o an için düşünülmüş spontane bir tercihtir. Hz. Peygamber vefat etmiştir; onun yerine Müslümanların başsız kalmaması ve durumdan vazife çıkaracak kötü niyet sahiplerine fırsat vermemek niyet ve amacıyla hemen seçim yapılmıştır. Her ne kadar İslam coğrafyası genişlemişse de burada yaşayan insanların büyük çoğunluğunda henüz İslam bilinci kökleşmemişti. Ki Hz. Ebubekir’in hilafetiyle birlikte gelişen isyan teşebbüsleri de bu acil seçimin ne kadar önemli ve isabetli olduğunu ortaya koymuştur.
Bu seçimin vahiy ve sünnete istinat eden bir ciheti yoktur. Hz. Ömer’in aklı çözümüdür. Çok ilginçtir; Hz. Peygamber döneminde yapılan istişareler esnasında Hz. Ömer’in görüşü genellikle isabet kaydederdi. Kur’an da üç ayette Hz. Ömer’in görüşünün teyit gördüğü tefsir ulamasının yorumudur. Dolayısıyla Hz. Ömer gibi derinlikli görüşe sahip olan bir insanın o anki çözümünün de isabetli olduğu inancındayım. Hatta rivayet olunur ki, Hz. Peygamber “Eğer benden sonra bir Peygamber gelmiş olsaydı o da Ömer olurdu.” diye ifade buyurmuştur.
Aynı Hz. Ömer, kendisine ‘halife’ denilmesine de muhalefet etmiş, onun yerine ‘Emîrü'l-Mü'minîn’ denilmesini tercih etmiştir. Sadece müminlerin emiri/yöneticisi/önderi…
Zaten Hz. Peygamber de şunu haber vermiştir; “Benden sonra hilafet -veya nübüvvet hilafeti- otuz yıldır. Ondan sonra ısırıcı saltanata dönüşür” Ve Hz. Peygamberin haberini zaman doğrulamıştır. Burada sözü edilen hilafet, gerçek manada Hz. Peygamberin sünneti üzere yönetilmeyi ifade eder. Yani Ona gerçek anlamda haleflik etmeyi işaret eder. Evet, tarih Hz. Peygamberi teyit etmiştir. Emevilerle birlikte (Ömer B. Aziz’in kısa dönemli idaresi istisna) koyu, ısırıcı ve yakıcı bir saltanat dönemi başlamıştır.
Malum, Ömer B. Abdülaziz’in seçimi, o günkü cari hilafet/saltanat geleneğinin iptali ile gerçekleşmiştir. Yazıyı bu hikâye ile uzatmamak adına bu kadarla iktifa ediyorum. İsteyen internet üzerinden bu kıssayı okuyabilirler. Ancak Ömer B. Abdülaziz’in seçimini mevzumuzla ilgili olarak şöyle telif/tevil etmeyi mümkün görüyorum; Allahüalem, Cenabı Allah birtakım tevafukları bir araya getirerek halifelik denilen bu saltanat rejimine bir teneffüs arası vermiştir. Ve bu aranın Emevi coğrafyasında nasıl bir karşılık bulacağını Müslümanlara göstermiştir. Yani adeta, “Eğer, hilafet adına sürdürdüğünüz bu saltanat rejimi yerine ilme, akla, ahlaka, ehliyet ve liyakate dayalı bir siyasal rejim inşa ederseniz; Ömer örneğinde olduğu gibi sizin coğrafyanızda yaşayan insanlar ilelebet mutlu ve müreffeh bir hayat sürerler.” mesajı verilmiştir. Tarihçeyi okuyanlar bilir. Ömer B. Abdülaziz’in 2,5 yıl gibi kısa halifeliği döneminde Emevi toplumu en müreffeh dönemini yaşamıştır. Zekat verebilecekleri fakir bulunamamıştır. Ömer B. Abdülaziz dört halifeden sonra muhtemeldir ki, o göreve en layık kişilik yapısına sahip olanlardan biriydi. Çağın en prestijli okulu olan Medine mektebinden mezun olmuş; çeşitli beldelerde Valilik yapmış ve bu süre içerisinde ehliyet ve liyakatini ispatlamış bir ilim, ahlak adamı ve bürokrattı. Yani idarecileri belirlerken Allah’ın emri olan liyakat ve ehliyeti gözetirseniz işte bu sonuçla karşılaşırsınız. Allahüalem mesaj bu…
Ömer B. Abdülaziz’den sonra İslam diyarları kısa süreli arizi durumlar hariç yine hilafet kisvesine büründürülmüş saltanat rejimlerinin hakim olduğu yönetimlerle idare edilmişlerdir.
Bugün halen ısrarla ve tekrarlarla ‘hilafet’ rüyaları gören ve hamasetle o günlerin tekrar yaşanacağı ütopik görüşleriyle yatıp kalkanlar var. Hatta sözkonusu cenahın akil adamlarından biri “Ankara Beştepe Sarayının buna göre inşa ve tezyin edildiğini” ifade ve iddia etmiştir. “Sarayda yeryüzündeki İslam ülkeleri kadar oda bulunduğunu; hilafet gerçekleştiğinde her ülkenin temsilcilerinin yerleşeceği odalar…” Evet, bu ütopik hayallerle yaşayan milyonlar var.
Ulus devletlerin yanında, aynı mezhep mensuplarının bile kendi içlerinde temin edemedikleri birliği, bir çatı altında toplamak ham hayal ve Hz. Peygamberin haber verdiği gerçekliğe de muhalefettir.
Tekrarla ifade ediyorum; Düne göre bugün her şey bir değişimi yaşamış; insanlık aklı, ufku açılmış; tecrübe bir ilim disiplini haline gelmiştir. Beşer aklı daha doğrusunu aramış ve birtakım neticelere vasıl olmuş; denenmiş/sınanmışlar arasında tercih yapabilme kabiliyeti artmıştır.
Burada önemli olan husus, Mevlana’nın pergel metaforundaki hikmeti gözetmektir; Pergelin sivri ucunu hakikatin merkezine yerleştirip, diğer ucunu dünya üzerindeki çiçeklerin üzerinde dolaştırıp, işe yarayan polenleri toplayıp bal yapmaktır. Siyasi yönetimin asıl gayesi, insanoğlunun mutluluğudur, saadetidir. Bunu başarmanın enstrümanları da akıl, ilim, tecrübe, ahlak ve adalettir.
Bugün ‘Din’le ilişkili veya zorlamalarla ilişkilendirilen kavramlar üzerinden siyasal kazanımlar elde etme gayreti her şeyden önce dine ve onun yaşanırlığına haksızlıktır.
Bugün bunun böyle uluorta konuşulması, gündem bulması son derece tehlikeli bir siyasi hamledir. Bu politik atraksiyonlar ne Müslümanlar için ve ne de dünya insanlığı için hayırlı sonuçlar doğurmaz.
Aslında bunu seslendirenler, hamasetini yapanlar da çok iyi biliyorlar ki, bu gelecek tasavvuru gerçeklikten mahrum ham hayal bir ütopyadır. Kendi halklarını bile bir araya getirmekte aciz olan yönetimlerin İslam dünyasındaki onlarca İslam ülkesini bir çatı altında toplama söylemi, eğer hayallerine esir olmuş olmanın bir eseri değilse, bile bile toplumu aldatmaktır.
Fahrettin Dağlı