Yeni Bir Medeniyet İnşası İçin TANRI-EVREN-İNSAN İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA SAHİH BİR İNSAN VE DÜNYA GÖRÜŞÜ İHTİYACI
MAKALE
Paylaş
06.03.2023 18:23
792 okunma
Av. Necati Kırış

Her medeniyet, Tanrı-evren-insan ilişkileri bağlamında bir insan anlayışı ve dünya görüşüne dayanmaktadır. Dünya görüşü ve insan anlayışı, yani insanın hayata, varlığa ve dünyaya bakış açısı, medeniyetin bir göstergesi olan toplumsal ilişkiler açısından önemlidir. Medeniyetlerin temellinde yatan insan anlayışı, bazen bir sanat türü olarak edebi metinlere de yansımaktadır. Batı ve İslam medeniyetlerinin insan anlayışlarını ve dünya görüşlerini Tanrı-evren-insan ilişkisi açısından ele alan edebi metinler, iki medeniyet arasındaki farkları açık bir biçimde ortaya koymaktadırlar. Bu çerçevede, ‘Robinson Crusoe’ ve ‘Hay bin Yakzân’ isimli eserler, Batı ve İslam medeniyetlerinin temellerinde yatan kendine özgü insan anlayışlarını yansıtan iki farklı edebi, felsefi romandır. Bu iki eser, edebi metinlerin ardına gizlenmiş olan, ilahi dinlerin diğer insanlara bakışında etkin bir rol oynayan farklı insan ve evren görüşünü temsil etmektedir.

İngiliz düşünür Daniel Defoe’nun ünlü eseri olan Robinson Crusoe, Batı medeniyetinin insan modelini tanımlamaktadır. Bu tanımlamaya göre Robinson, ‘doğaya meydan okuyan’ kişiliğe sahiptir. Buna karşılık bu eserden 600 yıl önce Endülüslü İslam filozofu İbni Tufeyl tarafından yazılan “Hay bin Yakzân” adlı eser ise, ‘insan ve doğayı, bir bütünün manalı birer parçası’ olarak görmektedir.[1] İbni Tufeyl, bu eserinde Batılı pozitivist anlayışa göre bir araya gelmesi mümkün olmayan din ile felsefeyi telif etmeyi başarmıştır. ‘Robinson Crusoe’ ve ‘Hay bin Yakzân’ isimli bu iki eser, Batı ve İslam medeniyetlerinin insana, dünyaya ve evrene bakış açılarını yansıtarak her iki farklı insan tipini ortaya koymaktadır. Batı ve İslam medeniyetinin insan modelini ortaya koyan bu iki felsefi romanın, farklı açılardan karşılaştırması yapıldığında şu ilginç sonuçlara varılmaktadır:

1) Her iki eserin kahramanları, kendilerini, hayatı ve dünyayı farklı yönleriyle tanımlamaktadırlar. Bu çerçevede Hay, insan doğasını keşfederek iyiliklerini geliştirmek, kötülüklerini temizlemek için çaba gösterirken; Robinson ise, her zaman kendi benlik duygusunu öne çıkaran, kendisinin her yerin hâkimi olmasını isteyen, hırs tutkunu bir insan tipini temsil etmektedir. Yine Hay, nefsini terbiye etmeye ve onu temizlemeye, kontrol altına almaya çalışırken; Robinson, sürekli nefsini kutsayan, onu terbiye etmek yerine nefsinin kölesi olan bir kişi olarak karşımıza çıkmaktadır.[2] Hay bin Yakzan’da benlik, Tanrı’nın rızasına uygun olarak biçimlendirmeye çalıştığı bir duygudur. Hay, Tanrı karşısında haddini bilir, yani sınırlı bir benlik duygusuna sahiptir. Benlik açısından daha farklı olan Robinson ise, bencil/egoist ve kendisi dışındaki kişilere karşı oldukça kibirlidir.[3]

2) Hay’a göre, beden Tanrı’nın bir emanetidir ve O’na karşı görev ve ibadetleri yerine getirmek ve O’nun rızasını kazanmak için bir araçtır. Bu nedenle, dünyada sade bir hayat yaşamak gerekir. Sadece maddi hayata değer veren Robinson ise, bedenini, maddi/dünyevi şeylere ulaşmanın bir aracı olarak görür. Bu maddi/dünyevi şeylere ulaşabilmek için bedenini büyük bir hırsla seferber eder. Robinson, bu hırsı nedeniyle bedenini tehlikeye bile atmaktan çekinmez.[4]

3) Hay’da, diğer varlıklara karşı şefkat ve vicdan duygusu güçlüdür. Hay’a göre, hayvanlar doğal dengenin önemli unsurları olduğundan, mecbur kalmadıkça hiçbir hayvana zarar vermemekte ve onları tıpkı kendisi gibi Tanrı’nın emaneti olarak görmektedir. Robinson’da ise, hayatta güç ve yarar ön plandadır. Bu dünyada bir kral gibi yaşamak isteyen Robinson, kendisi için yaratıldığını düşündüğü doğa, bitki ve hayvanlara istediği gibi davranabilme ve kullanabilme hakkına sahiptir.[5]

Kısaca sunduğumuz iki felsefi roman kahramanının, insan, dünya ve evrene bakış açıları, aslında iki farklı medeniyetin; Batı ve İslam medeniyetlerinin hedeflediği insan tiplerini ortaya koymaktadır. İşte, doğaya meydan okuyan, doğa üzerinde ne pahasına olursa olsun hâkimiyet kurmaya çalışan, kendi kültür çevresinin dışındakileri ötekileştiren ve yok edilmesi gereken bir güruh olarak gören, bencil çıkarları için her şeyi yapmayı göze alan Batı medeniyeti ve onun insan tipinin, dünyayı getirdiği nokta, doğanın tahribatıdır, medeniyetler arası savaştır, küresel yoksulluk, sefalet ve güvensizliktir. Medeniyet kısaca, yeryüzünü mamur etmek ve yaşanabilir kılmak iken, Batı’nın maddeci medeniyeti, yeryüzünü yaşanamaz bir hale getirmiştir. İngiliz tarihçi ve siyaset bilimci Arnold Toynbee’nin iddia ettiği şekilde, medeniyetin temelinde ‘meydan okuma’ zihniyetinin bulunduğunu kabul etmek[6] medeniyet faaliyetinin bizatihi kendisinde bir ‘saldırganlık’ özelliği olduğunu kabul etmek anlamına gelir. Zira bir şeye ‘meydan okunmak’, o şeyi yok etmek ve tüketmek amacını da kapsar.[7]

Milay Köktürk, Toynbee’nin ‘meydan okuma’ teorisiyle medeniyetin temeline kapsamlı bir husumeti yerleştirmiş olduğunu, dolayısıyla bir medeniyetin, ötekilere, diğer kültürlere düşmanca bir tutum takınmasının ve onların varlığını ortadan kaldırmasının yolunu açtığını, Toynbee’nin bu görüşünün, İngiliz filozofu Hobbes’un ‘doğal durumdan kaynaklanan herkesin herkesle savaşı’ teorisine çok benzer olduğunu ifade etmektedir.[8] Batı medeniyetinde var olan ‘meydan okuma’ anlayışına yine Batılı düşünürlerden ciddi eleştiriler gelmiştir. Alman düşünürler Theodor W. Adorno ve Max Horkheimer’a göre; doğanın mevcut dengesinin Batılı insan modeli tarafından göz ardı edilmesi, kendi çıkarları için doğanın araç haline getirilmesi, insanlığı kötü bir akıbete doğru sürüklemektedir. Batı medeniyetinde insan, bir yandan doğaya ve diğer kültürlere meydan okuyarak onların üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışırken, diğer yandan kendi geliştirdiği teknolojinin kölesi durumuna düşmektedir. Ne yazık ki bütün bunları doğanın yok olması pahasına yapmaktadırlar.[9] Batı medeniyetinin temelinde ‘meydan okuma’ anlayışı bulunduğu için, ötekilere, kendi dışındaki kültür ve toplumlara karşı düşmanca bir tutum içine girilmekte, bencil çıkarları adına doğa tahrip ve yok edilmektedir.

Medeniyet, gerçekten bir meydan okuma mıdır, diye soran Milay Köktürk, milli bir kültürün, öncelikle ortaya çıktığı toplumda kendi kabını doldurduktan sonra, medeniyet olarak dışarıya taşması, ancak bu taşmanın, diğer toplumlara ‘meydan okuma’ tarzında değil, ‘kendini aşma’ arzusunun sonucu olarak ve kendi dışındaki dünyayı daha iyi ve güzel renklerle süslemek için tecelli etmesi gerektiğini söyler.[10] Böylece milli kültür, kendisini medeniyet şeklinde evrensel boyuta taşır.

Feyzullah Eroğlu, Batı medeniyetinin bencil ve ayrımcı bir yapıya sahip olan insan unsurunu inşa eden dünya görüşünün, derin bir tarihi ve kültürel köklere dayandığını söyler. Zira bir taraftan inanç olarak çoktanrılı, sosyal ilişkiler açısından da sınıfçı ve ayrımcı olan eski Yunan kültürüne dayanırken, diğer taraftan da ne pahasına olursa olsun gücü, başkalarına diz çöktürmeyi ve baş eğdirmeyi, hâkimiyet ve iktidara tapınmayı temsil eden eski Roma kültüründen etkilenmiştir. O’na göre tahrif edilmiş Hristiyanlığa atfedilen ‘ya bizden olacaksın, ya da yok olacaksın’ şeklindeki anlayış, Batı medeniyetine ‘öteki olana düşman olma ve ondan nefret etme’ karakteri kazandırmıştır.[11] Bu ise, gerçek bir medeniyet tasavvuruyla bağdaşmayan bir anlayıştır. Batı medeniyeti, pozitivist anlayışın bir sonucu olarak, metafizik düşüncelerin, başka bir deyişle dini ve ahlaki değerlerin, toplumsal hayatın hiçbir alanına karışmasına izin vermemektedir. Sadece daha kolay para kazanmak için toplumsal hayatın bütünlüğünü bozacak şekilde dini ve ahlaki değerleri dışlamakta, bu nedenle aile başta olmak üzere bütün sosyal ilişkilerde çözülmeler görülmektedir. Hâlbuki İslam medeniyetine göre, yeryüzündeki her bir insan, kendi dışındaki toplulukların ve evrenin tamamlayıcı birer parçasıdır. İslam medeniyetinin, Tanrı-evren-insan ilişkilerini adalet, eşitlik, yardımlaşma ve iyilik yapma gibi bütünleştirici ve birleştirici değerler üzerine inşa etmesi bir tesadüf değil, Allah’ın kullarına yönelik bir emridir. İslam medeniyetine göre, insanlar ve toplumlar arasındaki her türlü farklılık, sadece bağlı bulundukları bütünün ayrılmaz parçaları olarak işlev gören birer olgudur.

Sonuç olarak; bütün medeniyetler, Tanrı-evren-insan tasavvuru çerçevesinde bir dünya görüşüne; insan hayatının anlamı konusunda bir tasavvura dayanmaktadır. Dünya görüşü ve insan anlayışı, yani insanın hayata, varlığa ve dünyaya bakış açısı, medeniyetin bir göstergesi olan toplumsal ilişkilerde belirleyici bir role sahiptir. Dünya görüşü ve insan anlayışı bakımından, Batı ve İslam medeniyetleri arasında çok belirgin farklılıklar kendini göstermektedir. Batı medeniyetinin, bencil çıkarları için her şeyi yapmayı göze alan bir insan tipine sahip olmasına karşılık, İslam medeniyetinde, insanlara ve diğer bütün varlıklara karşı şefkatli, onları Tanrı’nın birer emaneti olarak gören vicdan sahibi ideal bir insan modeli vardır. Her iki insan tipinin ve anlayışının, medeniyet ihya ve inşasında tamamen farklı yansımaları olduğunu söyleyebiliriz.  

 


[1] Medeniyet İnşası Türkiye Vizyonu Çalıştayı-3 Sonuç Raporu/Referans Değerler, Kurumlar ve Kişiler, TASAM/Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi/, Eylül 2014.

[2] Halis ÇETİN, Çatışma ve Diyalog Tartışmaları Arasında İki İnsan, İki Medeniyet; Hay bin Yakzan/Doğu- Robinson Crusoe/Batı, Doğu Batı Düşünce Dergisi, 10/41 - 2007, s.49.

[3] İlknur SÖYLEMEZ, Hay b. Yakzan ve Robinson Crusoe Adlı Eserlerin Tarihsel Fenomenolojik Açıdan İncelenmesi, İlahiyat Tetkikleri Dergisi, Aralık 2021/2, 207-231.

[4] Halis ÇETİN, Çatışma ve Diyalog Tartışmaları Arasında İki İnsan, İki Medeniyet; Hay bin Yakzan/Doğu- Robinson Crusoe/Batı, Doğu Batı Düşünce Dergisi, 10/41 - 2007, s.50.

[5] Halis ÇETİN, Çatışma ve Diyalog Tartışmaları Arasında İki İnsan, İki Medeniyet; Hay bin Yakzan/Doğu- Robinson Crusoe/Batı, Doğu Batı Düşünce Dergisi, 10/41 - 2007,  s.51.

[6] Arnold Toynbee, Medeniyet yargılanıyor, Ağaç Yayıncılık, 1991, s. 15.

[7] Milay KÖKTÜRK, Yeni Medeniyet ve Yeni Yaşama Estetiği, https://tasam.org/Files/Icerik/File/Milay_Köktürk_pdf.

[8] Milay KÖKTÜRK, Yeni Medeniyet ve Yeni Yaşama Estetiği, https://tasam.org/Files/Icerik/File/Milay_Köktürk_pdf.

[9] Theodor W. Adorno ve Max Horkheimer, Aydınlanmanın Diyalektiği: Felsefi Fragmanlar, Çevr. Nihat Ülner ve Elif Öztarhan Karadoğan, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2010, s.26. Naklen: Mustafa İLBOĞA-Hasan Hüseyin AYGÜL, Birlikte Yaşama Kültürü Bağlamında İnsan-Doğa Diyalektiği, Akademik Bakış Dergisi, Sayı: 51, Eylül – Ekim 2015.

[10] Milay KÖKTÜRK, Yeni Medeniyet ve Yeni Yaşama Estetiği, https://tasam.org/Files/Icerik/File/Milay_Köktürk_pdf.

[11] Feyzullah EROĞLU, Batı Medeniyetinin Dünya Kültür Sistemleri Üzerindeki Çözücü Etkileri Ve Sosyal Bütünleşmenin Yeniden İnşası, https://www.turkyurdu.com.tr/yazar-yazi.4122.

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya