Günümüzde Sevgiye Dayalı Yeni Bir ‘Din Diline’ Duyulan İhtiyaç
MAKALE
Paylaş
06.09.2024 17:00
458 okunma
Av. Necati Kırış

I. GİRİŞ

İletişim; duygu, düşünce ve sözlerin, akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılması, bildirişim, haberleşme anlamında kullanılmaktadır. İletişim; birden fazla kişinin duygu, düşünce ve bilgisini paylaşarak birbirini anlaması süreci olarak tanımlanabilir. Bu makalede özellikle insanların birbiriyle sözlü olarak yapacağı iletişimde hangi usulü kullanacağına dair Kur’an’ın tavsiyelerine, Hz. Peygamber’in öğütlerine ve âlimlerin görüşlerine değinilecektir.

İletişimin gittikçe geliştiği günümüzde bu konuda temel dayanağımız Kur’an’ın “Kullarıma söyle: (İnsanlara karşı) en güzel sözü söylesinler” ayetinde, ayrıca Hz. Peygamber’in “Allah'a ve ahiret gününe inanan, ya hayır söylesin ya da sussun.” (Buhari, Edeb 31) mesajında,  Yunus Emre’nin “Söz ola kese savaşı, Söz ola kestire başı; Söz ola ağulu aşı, Yağ ile bal ede bir söz” şiirinde ifade edilen hassasiyetler olacaktır. Müslümanlar arasında bile birçok kimsenin uluorta konuştuğu bir dünyada, Kur’an-ı Kerim’in, Hz. Peygamber’in, âlimlerin ve düşünürlerin sözlü iletişime yani dil ve üsluba dair ortaya koyduğu ilkeler; inanç, fikir, kültür ve siyaset alanlarında büyük önem taşımaktadır. Dolayısıyla bu ilkeleri pratik hayatta uygulamak, dindarlığımızın kalitesini ve İslam’ın özüne bağlılığımızı gösterecek bir kıstas olarak karşımıza çıkmaktadır.

Doğru düşünmeye başlanması ve insanlar arasında etkin iletişim kurulması, dilin ne ölçüde iyi kullanıldığına bağlıdır. Bireyler arası iletişimde güzel ve anlaşılır bir dil ve üslubun kullanılması, muhatabın daha iyi anlamasına ve etkilenmesine neden olan en önemli bir özelliktir. Muhatabın dikkatini çekemeyen ve onu etkileyemeyen bir iletişimde, istenilen sonuç elde edilemez. Nerede, ne zaman, ne şekilde ve neyi konuşacağını iyi bilen bir kimse, muhataplarının seviyesine göre ve onların anlayacağı şekilde hitap eder. Sözlü iletişimin etkinliği ise, dil ile söylenen sözlerin davranışlara ve duygulara yansımasına bağlıdır.

II. DİL ÜSLUP VE İLETİŞİM

Dil, bireyler arası bir iletişim aracıdır. İletişim aracı olan dili; Kâl dili ve hâl dili şeklinde ikiye ayırmak mümkündür. Kâl dili, herhangi bir konu hakkındaki fikirlerin/görüşlerin ağız dili yoluyla ortaya konulmasını, yani konuşma dilini ifade eder. Hâl dili de, düşüncelerin duruş ve davranışla yani ağız dilini kullanmadan anlatılması ve yaşanmasıdır. Kâl dili, bir konuda ağız diliyle konuşmayı ifade ederken, hâl dili ağız dilini kullanmadan o durumu yaşamayı ifade etmektedir. Hâl dili, kâl diline göre daha etkili olduğundan eğitim yöntemleri arasında önemli bir yere sahiptir. Üslup ise, anlatım veya davranışın şeklini gösterir. Üslup, sözlükte izlenen yol, benimsenen tarz anlamına gelir. Dil ve edebiyatta üslûp kişinin kendi duygu, düşünce ve heyecanlarını dile getirme şekli, dili kullanma biçimidir.[1]

Gerek konuşma gerekse yazma tarzı, başkalarıyla iletişim kurmanın yolu ve yöntemidir. İfade; duygu, düşünce, tavır ve davranışları, sözlü ya da yazılı olarak anlatmaktır. Kelimelerle ifadenin estetik (sanatsal) nitelik kazanması haline edebiyat denir. Bu nedenle edebi dilin bireyler arası iletişim açısından değeri, kesinlikle göz ardı edilmemesi gereken bir konudur. Toplumsal hayatta insanların birbirleriyle iletişim kurabilmeleri için aynı dili bilmeleri gerekir. İnsanlar birbiriyle anlaşabilmek, duygularını paylaşabilmek ve kendilerini ifade edebilmek için ortak bir dile ihtiyaç duyarlar.

III. EDEBİ METİNLER OLAN ŞİİRLERDE DİL VE ÜSLUP

Bireyler arasında iletişim aracı olarak kullanılan dil, sanatkâr için hammadde gibidir. O, bu hammaddeyi kendi ustalığıyla işler, duygu ve düşüncelerini daha güzel ve etkili anlatma yollarını arar. İnsanın çoğu zaman karmaşık olan duygu ve düşüncelerinin dile getirilmesi, anlatılması özel bir çabayı gerektirir. Bu özel çaba özellikle sanatkârlarda görülür. Bir kuyumcu altın ve gümüş gibi hammaddeleri işleyerek onları güzel gösteren takılar yapar. Bir mimar taş, tuğla ve harç gibi hammaddelerden estetik binalar inşa eder. Bunun gibi bir şair de sıradan kelimelere yeni ve zengin anlamlar yükler. Onları en ince duyguları anlatacak bir şekle getirir. İşte sanatkâr bu çalışma sırasında yeni ve farklı bir söyleyiş şekli ortaya koyar ki buna üslûp denir. Üslûp, bir söyleyiş ve ifade tarzıdır.

Edebi nitelik taşıyan şiirler, şairin elinde en etkili sözcükler ve metinler haline gelir. En tatlı dil ve üslubun kullanıldığı Yunus Emre şiirlerinde en çok işlenen konular, insan sevgisi ve bireylerarası ilişkilerdir. Yaratılmışı Yaratandan dolayı sevmeyi ve onlara karşı merhametle davranmayı önermiş, şiirlerinde sevgi dilini kullanarak hayatı boyunca bu çizgiden ayrılmamıştır. Yunus, şiirlerinde kullandığı sevgi diliyle insanların kalplerine dokunmuş ve onların yüreklerinde manevi kapılar açmayı başarmıştır. Bu başarıda, kullandığı güzel dil ve üslubun merkezi bir role sahip olduğunu belirtmek gerekir. Aşağıdaki şiirlerin bu güzel dil ve üslubu açıkça gösterdiğini söyleyebiliriz: “Ben gelmedim dâvi için, Benim işim sevi için; Dostun evi gönüllerdir, Gönüller yapmağa geldim.” Yine “Elif dedik ötürü, Pazar ettik götürü; Yaratılanı hoş gör, Yaratandan ötürü.

IV. DİNİ METİNLERDE DİL VE ÜSLUP / DİN DİLİ KAVRAMI

Din dili kavramının anlamı nedir? Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarını içeren Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber aracılığıyla ve vahiy yoluyla bütün insanlığa gönderilen ve insan hayatının tamamına ilişkin hükümleri kapsamaktadır. Bu açıdan vahyin, ilahi bir nitelik taşıyor olması, bu din dilini kutsallaştıran en temel özelliğidir. Bu vahiy süreci, Allah Teâlâ, Hz. Peygamber ve insanlar arasında bir iletişim biçimini ortaya koymaktadır. Her iletişimin kullandığı bir dil olduğu gibi burada gerçekleşen iletişim biçiminin de din dili olarak tanımlanması mümkündür.

Kur’an-ı Kerim’in öngördüğü iletişim dili, güzel ve yumuşak sözdür. Kur’an, ‘sözü dinleyip en güzeline uyanları akıllı kimseler’ olarak nitelemiştir (Zümer, 18). Yine Kur’an’da, ‘insanları Allah yoluna çağıran ve Müslüman olduğunu açıklayan kimsenin sözünden daha güzel sözlü bir kimsenin olamayacağı’ belirtilmiştir (Fussilet, 33). Bu nedenle Kur’an, güzel söz söylemeyi, kötü sözlerden kaçınmayı tavsiye etmiştir: “Kullarıma söyle, (insanlara karşı) en güzel sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarını bozar.” (İsrâ, 53). Dolayısıyla her müslüman, bütün davranışlarında güzelliği temsil etmeli, hakkı ve hakikati güzel sözlerle, doğru dil ve üslupla ifade etmelidir. Bu konu, her Müslümana verilen bir görevdir. “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et; onlarla en güzel yöntemle tartış” (Nahl, 125. Diyanet). Yine Kur’an’ın, yaşlanan ana-babaya karşı “İkisine de gönül alıcı güzel sözler söyle” (İsra, 23. Diyanet) ayeti ile ortaya koyduğu davranış ilkesi, insanlar arasında gerçekleşmesi gereken sağlıklı/doğru iletişimin de temel kurallarından biridir. Kur’an, yumuşak davranmaya, yumuşak söz ve ifadeye büyük önem vermiştir. Allah Teâlâ, kendisine karşı ilahlık iddiasında bulunan Firavun’a bile yumuşak davranılmasını ve tebliğin yumuşak ifadelerle yapılmasını emretmiştir. “(Ey Musa) sen ve kardeşin mucizelerim ile (desteklenmiş olarak) gidin ve beni anmakta gevşeklik göstermeyin. Firavun’a gidin. Çünkü o azmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır yahut korkar(Tâhâ, 41-44. Diyanet) ayeti bu gerçeği vurgulamaktadır.

İlahi vahyin muhatabı olan insan, toplumsal hayatında ortaya koyduğu söz ve davranışlarına dini bir anlam yükler. İslam’ın temel ilkelerine uygun bir din dili, bir iletişim aracı olarak ilahi mesajın, muhatabı olan insanlara doğru bir üslupla iletilmesini sağlar. Bir Müslüman ‘Allah’ kavramını duyduğunda, her şeyi yaratan, her şeyi bilen, her şeye kadir, eşi benzeri olmayan, Rahman, Rahim, Hak, Rab, Mevla gibi bazı isim ve sıfatları düşünür.[2] Ayrıca O’nun bu evren ve insanı yarattığını, insanların bütün yaptıklarını kesin olarak bildiğini, insanlar öldükten sonra tekrar diriltileceklerini ve dünyada yaptıklarından dolayı hesaba çekileceklerini hatırlar. Kısaca Allah’ın varlığına inanan ve dünyada yaptıklarından dolayı ahrette sorguya çekileceğini bilen insanlar, diğer insanlara ve bütün varlıklara karşı merhametli olmaları, yumuşak söz ve davranışta bulunmaları gerektiğini kabul ederler.

N. Çağıl’a göre, din dilinin üç temel unsuru olup, bunlar; dinin bizzat kaynağı olan Allah, O’nun insanlara gönderdiği din (İslam) ve bu dini insanlara tebliğ eden Peygamber’dir. Çağıl, vahiy dilinin ‘din dili’ olarak, bu dilin Müslümanlar arasında tezahür ediş biçimini ‘dini dil’ şeklinde tanımlamanın mümkün olduğunu ifade etmektedir.[3] Bu ayrımı esas alacak olursak din dilinin, aşkın bir varlık olan Allah’ın, kendi mesajını Peygamber aracılığıyla beşer olan insana ulaştıran dil ve üslubu, ‘dini dilin’ de, bu dilin insanlar arasında ortaya çıkan biçimini ifade ettiği söylenebilir. Ancak bugün ‘din dili’ kavramı, genellikle her ikisini de kapsayacak şekilde kullanılmaktadır.

En etkin anlatım araçlarına sahip olan Kur’an’ı, okuyan ya da yorumlayan insanlar tarafından nasıl algılandığı konusu, dini anlayışlar bakımından belirleyici olmaktadır. Nitekim Kur’an’ın batınî (içe dönük) yönünü merkeze koyan bazı kesimler tarafından, Kur’an ayetlerine bütünüyle batınî manalar verilmek suretiyle Allah Teâlâ’nın gönderdiği kutlu mesaj çarpıtılmakta, bu ise, İslam toplumlarında konusuna göre farklı biçimlerde olumsuz sonuçlar doğurmakta, radikal fikir grupları ve söylemler oluşturmaktadır. Bu radikal söylemler, kendi anlayışlarına uymayan Müslümanları tekfir etmeye (küfürle itham etmeye) kadar götürmektedirler. Bu ise, Müslüman toplumların iç barış ve kardeşliğini yok etmekte, enerjilerini kendi içinde tüketmekte, maddi ve manevi kayıplara neden olmaktadır. Başka dinlere karşı hoşgörüyle ve özgürlükçü bir anlayışla yaklaşan İslam anlayışından, kendi dinine mensup insanları bile tekfirle suçlama, hatta katline cevaz verme noktasına gelinmesinde, ötekileştirici, dışlayıcı ve radikal zihniyetin ve onun bir ürünü olan çatışmacı din dilinin belirleyici rolü olmuştur. Felsefe ve kelamın olmadığı bir yerde eleştiri ve sorgulama kültürü gelişemeyeceğinden, körü körüne itaat kültürünün oluşması mukadderdir. Bugün Müslüman ülkeler, İslam’ın temel kaynakları olarak Kur’an ve Sünneti kabul ettikleri halde, İran, Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün, Pakistan ve Afganistan’ın eğitim kurumlarında tamamen farklı ‘İslam’ okumaları yapılmakta ve çok farklı İslam anlayışına sahip insanlar yetişmektedir. Vahhabi mezhebinin yaygın olduğu körfez ülkelerinde felsefe okutulmadığı gibi ‘kelam’ dersi bile haram kabul edilmekte, sadece selefi bir söylemle akaid dersleri verilmektedir. Bu ülkelerde tamamen farklı ‘İslam’ okumaları ile yetişen bu insanlar, ‘sulh, barış ve selamet’ anlamına gelen İslam’ın barışçı yönüne değil, İslam dinine karşı duyulan kin ve nefreti ifade eden İslamofobi’ye hizmet etmektedirler. Bu açıdan bakıldığında, başta Türkiye olmak üzere bütün Müslüman ülkelerde felsefeye karşı olmak, ciddi bir zihniyet sorunu olarak önümüzde durmaktadır.

Müslüman ülkelerde görülen bu sorunlara çözüm bulmak için; diyalektik/karşıtlık/cedel yöntemini benimseyen bu radikal grupların, felsefeyi küfür, kelamı zındıklık, tasavvufu şirk olarak görme hastalığına ve toplumu sürekli ‘biz’ ve ‘öteki’ diye kamplara ayırma yanlışlığına düşmeden, mevcut temel sorunlara çözümler sunmayı, muhtemel sorunların giderilmesine katkı sağlamayı hedefleyen ve insanların anlayış kapasitelerine göre hitabet sanatı ve şiir usulünü kullanan İslam felsefesindeki burhan yöntemi önerilmekte ve ilahiyat fakültelerinde İslam felsefesinin kategorik ayrımlarını terk edip felsefe, kelam ve tasavvuf derslerinin eşgüdümlü olarak okutulması gerektiği belirtilmektedir.[4] Kısaca, günümüzde İslam dünyasında karşılaşılan bilgi, bilim, zihin ve din dili sorunlarını çözüme kavuşturabilmek için, İslam medeniyetinin kurucu değerlerini yeniden ortaya koymak ve Müslümanların günlük sorunlarına çözüm üretebilecek bir ‘bilgi, bilim ve felsefe tasavvuru’ oluşturarak bunları hayata geçirmek gerekir. Aksi takdirde Arap ülkelerinde uygulandığı gibi siyasi iktidarların kendi yönetim anlayışlarına meşruiyet sağlamayı amaçlayan bir eğitim-öğretim modeli, ‘din eğitimi’ adı altında uygulanmaya devam edecektir.

Mevlüt Uyanık, ülkemizdeki din eğitimi sorunlarının, felsefesiz ilahiyat söylemlerinden ibaret olmadığını,  adına ‘medrese’ denilen, kanuna[5] aykırı olarak ve alternatif ilahiyat eğitimi şeklinde devam eden ‘merdiven altı’ din eğitimine göz yumanların, ‘dindar’ nesil yetiştirelim derken, nefis terbiyesi ve ahlak eğitimi verme özelliklerini yitirmiş olan bir takım dini görünümlü grupların düşüncelerini ‘din’ diye algılayan çatışmacı zihniyete sahip, bilinçleri yarılmış bir nesil ortaya çıkardığını, bunun da selefi ve radikal zihniyeti güçlendirmekten başka bir şeye yaramayacağını ifade etmektedir.[6] Bu durumun, ülkemizin toplumsal barış ve güvenliği için potansiyel bir tehdit oluşturduğu bilinmelidir. Bu çatışmacı zihniyet yüzünden karşılaştığımız din dili sorunu, özellikle içinde yaşadığımız çağın ciddi sorunlarıyla boğuşan ve toplumda rol model olması gereken kesimlerde iman-amel arasındaki makasın gittikçe açılması nedeniyle dinle aralarına mesafe koymaya başlayan genç nesillere dinin mesajını hangi yöntem ve nasıl bir dille anlatacağımız meselesiyle ilgili bir sorundur. Bu noktada dini artık sözle anlatmak yerine, onun temel ilkelerini davranışlarımıza yansıtarak yani ‘hal’ diliyle anlatmanın hayati önemini vurgulamakta yarar bulunmaktadır.  

Bugün en önemli sorunun, genç nesillere dini hakikatleri hangi yöntem ve nasıl bir dille anlatmamız gerektiği konusu olduğunu ve ilahiyat fakültelerinde okutulan kelam dersinin günümüz toplumlarının inanç sorunlarına yeterli cevap veremediğini ifade eden Mustafa Öztürk’e göre; din dilini yeniden kurmak gerekmektedir. Bunun için de, ‘kelam dersinin entelektüel açıdan yeniden düzenlenmesi, ilahiyat fakültelerinde felsefi kavrayışın güçlendirilmesi, entelektüel derinliğe sahip tasavvuf birikiminden istifade edilmesi ve dini konuların temsil yoluyla anlatılması gerekmektedir’ Şaban Ali Düzgün ise, ‘toplum olarak dinin kültürel yorumu ile orijinal hali arasında büyük bir makas açtığımızı, çocuklarımıza sunduğumuz dini kültürle gençlerin tatmin olmadığını ve tebliğ sorunundan ziyade, temsil sorunumuz olduğunu’ ifade etmektedir.[7] Bu görüşlerden de anlaşıldığı gibi bugün ülkemizde ve genel olarak bütün Müslüman ülkelerde, dinin doğru anlaşılmasında ve İslam’ın mesajının insanlara doğru ulaştırılmasında, din dilinde yani dinin anlatılması üslubunda ciddi sorunlar bulunmaktadır.           

Söz ve dilde öncelikle doğruluğun, hakikatin, nezaket ve inceliğin bulunması gerekir. Söz, dil ve üslup, gönül dünyasının meyvesidir. “Kulun kalbi doğru olmadıkça imanı doğru olmaz. Sözü doğru olmadıkça da kalbi doğru olmaz” (İbni Hanbel, III, 199) buyrulmuştur. Bir kişinin dil ve üslubunun bozuk olması, onun kalbinin bozuk olduğuna delalet eder. İnsanın; kendisi, Yaratıcısı ve diğer insanlarla barışık olmasını amaçlayan bir dinin mensuplarının, bu amaca uygun söz ve davranış içinde olması beklenir. Diğer insanlarla barışık olmanın temel şartı nedir diye sorulduğunda, ilk akla gelen şey, onlarla doğru dil ve üslupla iletişim kurulmasıdır. Allah Teâlâ, insanlarla ilişkilerinde kullandığı üslup konusunda Resulullah’a hitaben şöyle buyurdu: “Sen onlara, sırf Allah’ın lütfu sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz insanlar etrafından dağılır giderlerdi” (Al-i İmran, 159. Diyanet) Hz. Musa, azgın Firavun’a uyarı için gönderilirken bile, onunla yumuşak tarzda konuşmasının önemi şöyle vurgulanmaktadır: “İkiniz beraber Firavun’a gidin. Çünkü o çok azmıştır. Yine de ona söyleyeceklerinizi yumuşak üslupla söyleyin. Belki aklını başına toplar veya içine bir korku düşer” (Taha, 43-44. Diyanet) Sosyal ilişkilerde kullanılacak üslup, kavgacı, çekişmeci değil barışçı ve sevgi temelli olmalıdır.

Vahiy dilinin Müslümanlar arasında tezahür ediş biçimi olarak tanımlayabileceğimiz din dilinin, hikmet dili ya da ‘hikmetin dili’ arasında benzerlikler bulunduğu söylenebilir. Buna göre, hikmet dili vahyin mana ve muhtevasını insanların idrakine hikmetle sunmaktır. İslam medeniyet tarihinde bu ‘din dili’ ya da hikmet dili, bilimsel bilgi ve çabalarla edebiyat ve şiir sanatının inceliklerinin buluşması sonucu oluşmuştur. Ayrıca Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, Mehmet Akif Ersoy ve bir kısım arkadaşının, Dâru’l-Fünûn’da kurulan İlâhiyat Fakültesi hocalarının hazırladıkları ders notları, Hak Dini Kur’an Dili, Tecrîd-i Sarih Tercümesi ve Büyük İslam İlmihali gibi temel eserleri yayınlamaları, yeni dönemde din dilini kurmaya yönelik samimi çabalar olarak görülmektedir.[8] Ancak sonraki yıllarda bir takım siyasi müdahaleler nedeniyle tam olarak yerleşmeyen din dili ya da hikmet dilinin, bugün ülkemizin bilim ve düşünce birikimini, geniş coğrafyalara ve geleceğe taşıyabilmek için yeniden kurulması gerekir.

V. SONUÇ

Sonuç olarak; insanlar birbiriyle anlaşabilmek, duygularını paylaşabilmek ve kendilerini ifade edebilmek için ortak bir dile ihtiyaç duyarlar. Bireyler arası iletişimde, muhatabın daha iyi anlaması ve etkilenmesi için güzel ve anlaşılır bir dil ve üslup kullanılmalıdır. Muhatabın dikkatini çekemeyen ve onu etkileyemeyen bir iletişim, istenilen sonucu vermez.

Kur’an, Allah’ın dinine davet sırasında temel ilke olarak güzel sözün alınmasını istemiştir. İnsanları en fazla etkileyen unsurların başında güzel söz gelir. İnsanlar, kaba, kırıcı, sert sözlerden ve davranışlardan, hoşlanmazlar. Müminler, bütün konuşmalarında ve tartışmalarında en güzel sözü söylemeleri gerekir. Muhatabı etkilemenin en önemli ilkelerinden biri de, güzel konuşmaktır. En güzel ve en doğru söz, sert ve kaba bir üslûpla ifade edildiği takdirde, kabul görmeyeceği gibi muhatabını da etkilemez. Anlatılan ne kadar güzel ve anlatan ne kadar bilgili olursa olsun, tatlı dil ve yumuşak tarzda anlatılmadığı takdirde başarı elde edilemez. İslam dinine, insanları güzel bir usulle çağırmak, yumuşak tatlı dille davet etmek ve en beliğ/tesirli ifadelerle (Nisâ, 63.) izah etmek, irşat ve tebliğin temel ilkesidir. Bu açıdan müminler, yumuşak davranışı yeğlemeli, hep doğruyu (doğruları doğru ve en güzel bir yöntemle) anlatmalı, güzeli konuşmalı, kötü, sert, kaba ve çirkin sözlerden ve konuşmalardan uzak durmalıdır.

Önemle belirtilmelidir ki, kaba, sert, çirkin, ötekileştiren ve şiddet içeren sözlerle dini anlatmak, temeli müjdelemeye, kolaylaştırmaya ve en güzel yöntemlerle tebliğe dayanan İslam’a yapılacak en büyük kötülüktür. Bugün Müslüman ülkelerde, din dili ve üslubu konusunda ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Müslüman ülkelerde görülen bu sorunlara çözüm bulabilmek için; karşıtlık ve cedel yöntemini benimseyen radikal grupların, felsefeyi küfür, kelamı zındıklık, tasavvufu şirk olarak görme hastalığına ve toplumu sürekli ‘biz’ ve ‘öteki’ diye kamplara ayırma yanlışlığına düşmeden, insanların anlayış kapasitelerine göre hitabet sanatı ve şiir usulünü kullanan İslam felsefesindeki burhan yöntemi uygulanmalıdır. Bu burhan yöntemi içinde yer alan güzel söz, yumuşak dil ve nezaketle oluşacak din dili ve üslubu, sadece müslüman ülkelerin değil, aynı zamanda bütün dünya insanlığının ihtiyaç duyduğu bir değerdir.



[1] İsmail DURMUŞ, Üslup, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr, 2012)

[2] Ali YILDIRIM, Din Dili Dinî Dil Ayrımı, GÜSBA Dergisi, 2016, 11/1: ss. 323-330.

[3] Necdet ÇAĞIL, Din Dili ve Mecaz, İz Yayıncılık, İstanbul 2008, s. 21.

[4] Mevlüt UYANIK, 15 Temmuz 2016 Darbe Girişiminin Teolojik Tahlili: Felsefe, Kelam ve Tasavvuf Disiplinlerinin Eşgüdümünü Sağlayarak Yeni Bir Din Dili Oluşturmak, Uluslararası Darbe Sempozyumu, 26-28 Mayıs 2017, Adnan Menderes Üniversitesi yayını, Aydın 2017, cilt 2, ss. 885-906.

[5] Tevhidi Tedrisat Kanunu, “Madde:1 – Türkiye dâhilindeki bütün müessesat-ı ilmiye ve tedrisiye Maarif Vekâletine merbuttur. Madde: 2 – Şer’iye ve Evkaf Vekâleti veyahut hususi vakıflar tarafından idare olunan bilcümle medrese ve mektepler Maarif Vekâletine devir ve raptedilmiştir.”

[6] Mevlüt UYANIK, Arap Baharının Mezhepçilik ve Kabilecilik Bağlamında Analizi, Eski ve Yeni Dergisi, sayı:25, 2012, ss. 84-93.

[7] Mevlüt UYANIK, İslam Medeniyeti ve Felsefesinin Teşekkülünde İlk Bilim Tasnifleri, Sabah Ülkesi Dergisi, sayı:56, Temmuz 2018, ss.64-67.

[8] Bilal KEMİKLİ, Hikmet, İlahiyat ve Din Dili, BEU İlahiyat Fakültesi, ‘Akademide Felsefe Hikmet Din Sempozyumu’nda sunduğu tebliğ, 12-13 Aralık 2013.

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya