GİRİŞ
Devlet-din ilişkisi, tarihten günümüze tartışılan ve gelecekte de tartışılma potansiyeli taşıyan önemli ve hassas bir konudur. Birey ve toplum hayatının temel unsurları olan devlet ve dinin birbirini teyit eden ve destekleyen yanları olduğu gibi, aralarındaki ilişki doğru belirlenmediği takdirde birbirine zarar verici kurumlar haline gelebileceği tarihi tecrübelerle görülmüştür.
Tarihi süreç içinde din-devlet ilişkisinin üç temel çizgide şekillendiğini söyleyebiliriz. Birincisi, dinin, devlet yönetimleri/siyaset için meşrulaştırma unsuru ve istismar aracı olarak kullanılması, ikincisi, din ve ahlak kurallarının toplumsal hayattan bütünüyle uzak tutulması, üçüncüsü ise, her iki kurumun toplumsal yapı içinde kendi alanında faaliyet göstermesi ve birbirlerinin işlerine müdahale etmemeleri şeklinde bir orta yolun benimsenmesidir. Din-devlet/siyaset ilişkisi bağlamında birinci ve ikinci grupta yer alan anlayışların, tarihte ve günümüzde toplumlar için tahrip edici olumsuz sonuçları açık bir biçimde görülmüştür. O halde her iki kurumun, toplumsal hayatın içinde sağlıklı bir biçimde varlığını sürdürecek bir orta yol formülü üzerinde durulması gerekir.
Birey ve toplumların barış, güven ve mutluluğu için devlet kurumu zorunlu ve önemli olduğu gibi din kurumu da gerekli ve önemlidir. Dolayısıyla bunların birbiriyle kavga etmek yerine, toplumun mutluluğu için her birinin kendi alanında ve uzlaşı içinde faaliyet göstermesi gerekir. Çünkü devletin ve tahrif edilmemiş dinin, toplumu barış, adalet ve düzen içinde bir arada yaşatarak mutlu etmek gibi ortak amaçları bulunmaktadır. Devletin varlık nedeni, toplum bireyleri için can, mal güvenliği ve adaleti sağlamak, temel hak ve hürriyetleri korumaktır. Dinin de bu konularda temel amaçlar taşıdığını söylemek mümkündür.
İslam hukukçularının; ‘beş zorunlu ilke’ şeklinde ifade ettikleri *canın korunması, *aklın korunması, *neslin korunması, *malın korunması, *dinin korunması dinde öncelikli amaçlardır.[1] Bu beş temel ilkenin, İnsan Hakları Evrensel Teorisi’nin, insan merkezli, genel-geçer değerler sisteminin temelini oluşturduğu söylenebilir[2] Ayrıca Hz. Muhammed’in Veda Hutbesinde; “Ey insanlar, …canlarınız, mallarınız, namuslarınız mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur”[3] şeklindeki beyanı, bunu teyit etmektedir. Aralarında böylesine önemli bağlantı bulunan, ortak amaçlar taşıyan ve toplumsal hayat için vazgeçilmez bu iki kurumunun (din ve devlet) birbirleriyle ilişkileri, makul ve sağlıklı bir sistem içinde düzenlenmelidir.
Devlet felsefesi ve siyaset bilimi alanında uzman birçok düşünür, devlet ve din ilişkilerinin nasıl olması gerektiği konusunda batıda, doğuda ve İslam dünyasında çok sayıda eserler ortaya koymuştur. Batılı ülkeler, kendi toplumlarının sosyal, kültürel ve dini şartlarının gereği olarak bir sonuca ulaşmışlar ve bugünkü laiklik sistemini ortaya koymuşlardır. Üstelik batılılar kendi toplumsal şartları ve değerleri çerçevesinde geliştirdikleri bu sistemin, bütün toplumlar için tek çözüm yolu olduğunu ileri sürmektedirler. Bu durumda şu soruların cevaplandırılması gerekiyor: Batının geliştirdiği laiklik sistemi, diğer ülkeler ve İslam toplumları için tek çözüm yolu mudur? Başka toplumların şartlarında ortaya çıkmış olan bir sistem, İslam ülkeleri için de bir model olabilir mi? Batı menşeli laiklik, sorunsuz bir sistem midir?
Bu noktada, tamamen Batılı ülkelerin sosyo-kültürel ortamında gelişmiş olan laikliğin, doğuş şartlarını, tarihi arka planlarını hesaba katmadan, başka toplumlarda yaratacağı sorunları tartışmadan onların kültürlerine monte edilmesi nasıl mümkün olabilir, sorusu önem taşımaktadır.[4]
Müslüman Türkler, din-devlet ilişkileri ve genel olarak devlet felsefesi konusunda gerek teori ve gerekse uygulama alanında zengin tarihi müktesebata sahip olduğu halde, günümüzde İslam coğrafyasının, özellikle Ortadoğu ülkelerinin din-devlet ilişkileri açısından sorunlarla karşı karşıya olduğu bir gerçektir. Bir taraftan Tunus ve Türkiye gibi ülkelerde laiklik adına en temel dini hakların yasaklanmasının, kısıtlanmasının bu ülkelerin toplumları üzerinde yaptığı tahribat, diğer taraftan Suriye ve Irak Baas rejimlerinin baskıcı uygulamaları, Daeş ve Taliban gibi radikal/selefi grup ve örgütlerin dini referans göstererek ortaya çıkmalarına zemin hazırlamıştır.
Laiklik adına yapılan baskılar, nasıl ki çarpıtılmış, aşırı bir dindarlığa (selefi anlayışa) yol açmışsa, çarpık/aşırı din yorum ve uygulamaların hâkim olduğu İran ve Suudi Arabistan gibi teokratik düzene sahip devletler tarafından din adına yapılan baskıların da benzer şekilde bir din karşıtlığına sebep olduğunu belirtmek gerekir. Dolayısıyla Ortadoğu ülkelerinde devletle din arasında sağlıklı bir ilişkinin kurulmaması özellikle istenmiş gibidir. Öte yandan Türkiye olarak cumhuriyet tarihinin bazı dönemlerinde laiklik adına yapılan uygulamalar halkın zihninde derin yaralar açmıştır. Türkiye, din karşıtlığı şeklinde uygulanan laiklik anlayışı nedeniyle din-devlet ilişkileri konusunda kendi içinde toplumsal mutabakat sağlayamadığı gibi, Ortadoğu ve diğer İslam ülkelerine bu konuda örnek olabilme imkânını tam olarak bulamamıştır.[5]
Türkiye’de laikliğin din karşıtlığı şeklinde uygulanması, toplumda tepkisel gelişmelere neden olmuş ve diğer nedenlerin de birleşmesiyle Fetö gibi dini görüntülü (Bâtıni/haşhaşi) bir örgütün gelişmesine ve sonrasında devlete ve topluma büyük zararlar vermesine zemin hazırlamıştır. Bu acı tecrübe bize, din-devlet ilişkilerinin uyum içinde ve toplumsal mutabakata dayalı olarak düzenlenmesinin önemi yanında, toplum bireylerinin din konusunda sağlıklı ve doğru bilgilendirilmesi gereğini göstermektedir.
Din-devlet ilişkisinin sağlıklı bir zemine oturmayışının başka sakıncaları da vardır. Türkiye başta olmak üzere diğer Türk ve Müslüman ülkelerde din-devlet ilişkilerinin halen sağlıklı bir zemine oturtulamadığını, bu durumun bu ülkelerde sosyal kargaşaya ve siyasal karışıklığa yol açtığını söyleyen Doğan, gerçek atılım ve bilimsel kalkınma gündemine dönebilmek için, mutlaka din-devlet ilişkisi üzerine toplumsal politikaların üretilmesi ve din-devlet ilişkisinin güçlü bir sosyo-politik ve felsefi temel üzerine inşa edilmesi gerektiğini, aksi halde, küresel güçlere, bu ülkelerdeki kültürel değer ve zenginlikleri kutuplaştırarak iç ve dış müdahaleye uygun bir zemin oluşturma imkânı verilmiş olacağını ifade etmektedir.[6] Doğan’a göre, din-devlet ilişkisinin sağlam bir felsefi temele dayandırılması ve toplumsal kavga aracı olmaktan çıkarılması, ülkenin asıl gündeminin önünü açacak, toplum bütün gücünü ve enerjisini eğitime, üretimin artırılmasına, bilim ve teknolojik gelişmelere sarf edecektir. İşte bu tür bir felsefi temel, Yusuf Has Hacib’in 10 asır önce yazdığı Kutadgu Bilig eserinde mevcuttur. Üstelik bu eserden yararlanarak din-devlet ilişkisinin sağlam bir felsefi temele dayandırılması, İslam ülkelerinin sadece kendi iç toplumsal barışı açısından değil, diğer devlet ve toplumlarla ilişkilerin geliştirilmesi yönünden de önem taşımaktadır. Doğan, günümüzde ülke işgallerinin sadece fiziki anlamda değil, yapılan sosyal, siyasal ve ekonomik hazırlıklarla o ülkelerin geleceğinin kontrol altına alınması şeklinde de kendini gösterdiğini (Sardar 1999: 9-18) belirtmektedir.[7]
I. TÜRK-İSLAM SİYASET KÜLTÜRÜNÜN SENTEZİ: KUTADGU BİLİG
Türklerin, genel olarak devlet/siyaset felsefesine teori ve uygulama boyutuyla önemli katkıları olmuştur. Devletin hukuka bağlı olması, hükümdarın yetkilerinin sınırlandırılması, iktidarın meşruiyetinin halkın memnuniyetine dayalı olması[8] gibi önemli yönetim ilkeleri yanında din-devlet ilişkilerinin uyumlu bir biçimde düzenlenmesi bunlar arasında zikredilebilir. Türk-İslam siyaset felsefesinde devlet ile din ilişkileri konusunda yazılmış değerli eserlerden ilk akla gelenlerden birisi, şüphesiz ki Kutadgu Bilig’dir.
Kutadgu Bilig, Türklerin Müslüman olduktan sonra Karahanlılar Devleti zamanında, büyük düşünür Yusuf Has Hacib tarafından yazılmış, din ve devlet/siyaset/toplum arasındaki ilişkiyi kurgulayan ilk kurucu eserdir. Türk düşünce tarihinde dinin toplumsal hayattaki rolünü, din-devlet ilişkilerini, Türklerin İslam öncesi ve sonrası devlet, din ve ahlak anlayışlarını İslam’ın temel değerlerine zarar vermeden ustaca bütünleştiren ve yeniden düzenleyen Kutadgu Bilig’in, bu yönüyle Türk ve İslam kültürlerinin sentezi olduğu söylenebilir.[9] Kutadgu Bilig, Müslüman Türklerin yeni din ve düşünce anlayışlarıyla kendi kültür ve geleneklerini uyum içinde birleştiren bir metin olduğundan, bireylerin mensup oldukları dinin, devlet ve siyaset alanına olan etkisinin belirlenmesi noktasında önemli bilgiler vermektedir.
Kutadgu Bilig’in, Türklerin ilk Müslüman oluş sürecindeki din-devlet ilişkileri konusunda kuramsal ve uygulamaya yönelik kural ve değerleri gösteren bir eser olması nedeniyle bugünkü İslam dünyasına model olmasının yanında, günümüzde etiksel değerlerle bu değerlerden arındırılmış modern yönetim sistemleri arasında sıkışan insanlığa temel çözüm önerileri sunduğunu söyleyebiliriz.[10] Gerçekten de bu eserin, günümüzün modern devlet anlayışında devlet-din ilişkisinde yaşanan ifrat ve tefrit aşırılığına karşı her iki kurumun, toplumların barış ve düzenini sağlayarak mutluluğa ulaşmasına hizmet edecek formüller içerdiğini belirtmek gerekir.
II. KUTADGU BİLİG’DE DİN-DEVLET İLİŞKİSİ
1) Hükümdarlığın Tanrı’nın İnayetine Bağlı Olması
Kutadgu Bilig’de devlet-din ilişkisi, öncelikle beylerin devlete hükümdar olması aşamasında kendini göstermektedir. Çünkü hükümdarlık Tanrı’nın inayetine (yardımın, lütuf ve ihsanına) bağlıdır. Bu konuda şu ifadeye yer verilir: “Bu beylik makamına sen (sadece) isteyerek gelmedin; onu Tanrı kendi fazlı ile sana ihsan etti. Lütuf ederek sana bu beyliği verdi. Ey bilgisi geniş olan insan buna şükür et” (Kutadgu Bilig, b. 5469–5470). “Tanrı bu beylik görevini kime vermişse, ona bu göreve uygun akıl, gönül ve bir takım üstün nitelikler de verir.” (Kutadgu Bilig, b. 1933–1934). Bu anlayış, devlet-din ilişkisini daha önemli bir noktaya taşımaktadır.[11]
Bu anlayışın devlet yönetimine yansıması şöyledir; mademki hükümdarlar toplumu yönetme yetkisini Tanrı’nın inayeti (yardım, lütuf ve ihsanı) sayesinde elde etmektedir. O halde Tanrı gibi adil olmalı, yönettiği topluma iyi davranmalıdır. Bir kişinin Tanrı’nın inayetiyle hükümdar olması, ona çok daha ağır bir sorumluluk yükler. Zira Tanrı’nın inayetiyle hükümdar olmanın karşılığı, halka iyi davranmaktır. Tanrı’nın bahşettiği bu iktidar imkânı, yönetilenlere zulüm ve baskı yapmak için değil, onlara adil/iyi davranmak; onların haklarını korumak, gözetmek ve onları mutlu kılmak için kullanılmalıdır. Hükümdarlık makamının Tanrı’nın inayetiyle elde edildiği düşüncesi, hükümdarlara büyük manevi sorumluluk yüklediği, onların halka karşı iyi davranmasında ve haksızlık/zulüm yapmaktan çekinmesinde etkili olduğu söylenebilir. Kutadgu Bilig’de bilge kişi olarak ifade edilen Odgurmış’ın hükümdara nasihatinde; *bu dünyanın geçici olduğu, *hükümdar olduğu için gururlanmaması gerektiği, *ülkede bir kişi bile aç kalsa onu Tanrı’nın kendisinden soracağı, *halka iyilik yapması gerektiği, *yaptığı kötülüklerden dolayı ahrette sorguya çekileceği belirtilmektedir.
Dikkat edilirse, burada Tanrı ve ahret inancının insan davranışlarındaki belirleyici rolüne vurgu yapılmaktadır. Bireylerin, Tanrı’ya bilinçli imanı ve ahrette bu dünyada yaptıklarından dolayı mutlaka hesaba çekileceği düşüncesi, onların bütün davranışlarını olumlu yönde etkileyen önemli bir faktördür. Her şeyden önce bir insan olan hükümdar, ne kadar güçlü bir Tanrı ve ahret inancına sahip ise, topluma da o ölçüde iyi davranacaktır. Tanrı ve ahret inancı, hükümdarın ahlaki erdemlerinin oluşmasında merkezi öneme sahiptir. Hükümdarın ahlaki erdemlere sahip olması, onu objektif olarak sınırlayan bir kural/norm olmamakla birlikte onu her zaman ve her yerde haksızlık yapmaktan alıkoyacak, halka karşı iyi davranmaya yönlendirecek önemli bir etkendir.
Hükümdarların, devletin başına Tanrı’nın inayetiyle geçtiğinin kabul edilmesi halinde, ‘bu anlayış hükümdarları tartışılmaz, eleştirilemez kılabilir ve yaptıkları işlerin mutlak doğru olarak kabul edilmesini gerektirir’ şeklinde görüşler ileri sürülmüştür. Tanrı’nın inayetiyle işbaşına geldiği düşüncesi hükümdarın elini biraz güçlendirse de, hükümdar hiçbir zaman diğer ülkelerdeki krallar gibi insanüstü bir konumda olmamıştır. Çünkü Kutadgu Bilig’de hükümdarın iktidarını sınırlayan çok ciddi kurum ve kurallara dayalı denge ve denetim unsurları da bulunmaktadır. Töreye/hukuka bağlı olmak, devlet işlerini mecliste/toyda istişare ederek yürütmek, devlet görevlilerini liyakat esasına göre seçmek bunlardan bazılarıdır.
2) Küntogdı, Öğdilmiş ve Odgurmış Arasında Geçen Diyalog
Kutadgu Bilig’de din-devlet/siyaset ilişkisi, Küntogdı (Gündoğdu), Öğdilmiş (Övülmüş) ve Odgurmış (Uyanmış) karakterleri arasında geçen diyalogda geniş ve çok çarpıcı bir biçimde ele alınmaktadır. Karakterlerden Küntogdı hükümdar olup adalet ve kanunu, Öğdilmiş vezir olup akıl ve zekâyı, siyasetten uzak duran Odgurmış ise dini/akıbeti temsil etmektedir. Kutadgu Bilig’in din-devlet ilişkileri konusundaki yaklaşımını anlayabilmek için öncelikle bu üç sembol isim arasında geçen diyalogdaki konuşmalara bakmak gerekir. Söz konusu diyalogun, din-devlet ilişkisiyle ilgili bölümü şöyle özetlenebilir:
Hükümdar Küntogdı, devlet işlerinde kendisine yardımcı olması için akıllı, bilge bir kişi arar. Ögdülmiş’i yanına çağırarak bu nitelikleri taşıyan bir tanıdığının olup olmadığını sorar. Ögdülmiş böyle birisini tanıdığını söyleyerek dini temsil eden bilge Odgurmış’ı önerir. Hükümdar, Odgurmış’a bir mektup yazarak onun devlet yönetiminde çalışmasını ister. Ancak, Odgurmış bunu kabul etmez. Kabul etmeyişine gerekçe olarak şunları söyler:
“Bunun bir kaç kusuru (mahzuru) vardır; eğer ben oraya (devlet hizmetine) gidersem, bu iyilikleri zararlar takip edecektir.”, “Ben şahsen bu hizmetleri (devlet işlerini) bilmiyorum; gidip de hizmet edemezsem, benden hiç kimse memnun kalmaz”, “Bende usul-erkân, bu işlere lâyık tavır-hareket ve vukuf yoktur; âdâb ve erkânı bilmeyen hizmetkâr hiç bir işe yaramaz.” (K.B. b.3737-3738-3739).
Bunun üzerine hükümdar ikinci bir mektup yazarak Odgurmış’ı saraya tekrar çağırır. Ancak, Odgurmış yine kabul etmez. Bu tekliflere Odgurmış’ın cevabı çok açık ve net olur: “Sana katî sözümü söyledim, sen bunu duydun; neden beni ısrarla bu işe zorluyorsun.”(K.B. 3961) “Ey hükümdar, sen beni kendi halime bırak, burada ben sana duacı olayım.” (K.B. b.3791).
Daha sonra Ögdülmiş de, devlet işlerinin kendisini ibadetlerden alıkoyduğunu düşünür ve devlet görevinden ayrılıp tamamen ibadetle meşgul olmak istediğini Odgurmış’a bildirir. Ona şöyle der; “Hayatım boyunca insanlara hizmet ettim; bu ihmal ve gaflet uykusu içinde Tanrıya ibadet geri kaldı.” (K.B. b.5693) “Sen benim candan bağlı kardeşimsin; ey kahraman, söyle, ne yapmak lâzımdır.” (K.B. b.5720). Ancak Odgurmış, Ögdülmiş’in teklifini de kabul etmez ve herkesin kendi alanında çalışması gerektiğini, topluma en güzel ancak bu şekilde hizmet edilebileceğini söyler:
“Bugün orada (devlet hizmetinde) bulunmak senin için dana iyidir; burada (din hizmetinde) durmak da benim için daha iyidir.” (K.B. b.5725). “Memleket bugün senden çok istifade görmektedir; bu faydaya halel gelirse, yerini lanet ve beddua alır.” (K.B. b.5726). “Sen bunları (devlet hizmetini) bırakıp buraya gelirsen, bütün bu işler bozulur ve sen de pişman olursun.” (K.B. b.5736).
Hükümdar Küntogdı ve veziri Ögdülmiş, bu konuşmalardan sonra hatalarını anlayarak Odgurmış’a baskı yapmaktan vazgeçerler. Sonunda hükümdar, Ögdülmiş’e şöyle bir itirafta bulunur: “Bugün biz kendimize zulüm ettiğimiz gibi, ona (Odgurmış’a) da zulüm ve eziyet ediyoruz. Dikkat edersen, söylediklerinin hepsi doğrudur; onu şimdi zorlamak da yerinde olmaz.” (K.B. b.4904 ve 4922).
İki kez yazılı emrine rağmen Odgurmış’ın devlet hizmetinde çalışmayı kabul etmediğini gören hükümdar Küntogdı daha fazla ısrar etmez. Ancak eğer isterse gelip kedisiyle konuşmasını, ileri sürdüğü çekinceleri anlayışla karşıladığını, kendisine sadece öğüt ve nasihatte bulunmasını ister ve Ögdülmiş’e şöyle der; “Bana gelsin, öğüt ve nasihat versin; sonra tekrar yerine dönüp, kendi işi ile meşgul olsun.” (K.B. b.4939). Ögdülmiş, hükümdarın bu son isteğini Odgurmış’a ilettiğinde o bu öğüt verme teklifine sıcak bakar ve hükümdarla konuşmayı ve ona devlet yönetimiyle ilgili ahlaki öğütlerde bulunmayı kabul eder.[12] Odgurmış’ın hükümdar Küntogdı’ya verdiği öğütlerden bazıları şöyledir:
“Sen bu kadar halkın yükünü yüklenmiş bulunuyorsun; uyanık ol, gafil bulunma ve düşünerek hareket et.” (K.B. b.5163). “Memlekette bir kimse bir gece aç kalırsa, onu Tanrı sana soracaktır; gözünü aç.” (K.B. b.5165). “Ey hükümdar, bu köşk, bu saray, bu taht senin için, dikkat et, ancak bar durak yeridir.” (K.B. b.5176). “Alçak gönüllü ol, gururlanma; hizmetkârlarım ve askerim çok diye kibirlenme.” (K.B. b.5211). “Ey hükümdar, gaflet uykusuna dalma; ey temiz kalpli insan, bu beylik seni sarhoş etmesin.” (K.B. b.5234). “Ey hükümdar, bu dünya tarladır; bu el buraya ne ekerse, orada (ahrette) onu biçer.” (K.B. b.5248). “Kendine düşman edinme ve kan dökme; can çıkarken, bu iki günahtan dolayı inler.” (K.B. b.5260). İşte hükümdar, akıllı vezirlerinin isabetli görüşleri ve bilge Odgurmış’ın öğütleri sayesinde, adil kanunlar yaparak ülkesini düzene koyar, toplum refaha kavuşur ve insanlar mutluluğa erişir.
III. KUTADGU BİLİG’DEKİ DİN-DEVLET İLİŞKİSİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Küntogdı, Ögdülmiş ve Odgurmış arasında geçen diyalog, din-devlet ilişkisi konusunda bize neler söylemektedir, hangi mesajları vermektedir? Kitapta üç karakter üzerinden verilen bu mesajların, günümüzde ülkemiz, İslam dünyası ve diğer toplumların din-devlet ilişkileri konusunda yaşadığı sorunlara çözüm getirme imkânı var mıdır? Bu açıdan eser nasıl güncellenebilir?
A. Üç Karakter Üzerinden Verilmek İstenen Mesajlar Şöyle Sıralanabilir
1) Din ve Devlet İşlerinin Ayrı Olduğu
Kutadgu Bilig’e göre Toplumsal hayat için gerekli iki kurum olan din ve devlet, birbirinden farklı alanlardır. Bu nedenle devlet işleri ile din işleri ayrı biçimde yürütülmelidir. Din-devlet ilişkisi konusundaki temel düşünce şu beyitlerden anlaşılmaktadır:
“Din dalı ile dünya dalı birbirine karşıdır; ikisi birbirine yaklaşmaz, bunların yolu birbirini keser. (K.B. b. 5311). Dinin dünya ile birleştirilmesi güçtür; bu ikisi bir araya gelmez, bunu bilmek kâfidir” (K.B. b. 5312).
2) Devletin Dine, Dinin de Devlete Baskı Yapmaması Gerektiği
Bunu Odgurmış’ın hükümdar ve vezir ile yaptığı konuşmalardan anlıyoruz. Hükümdarın iki kez yazılı emrine rağmen Odgurmış’ın devlet işlerine girmemekte direnmesi ve en sonunda hükümdarın Odgurmış’ı bu konuda haklı bulması, devletin de dine baskı yapmaması, yersiz müdahalede bulunmaması gerektiği mesajını vermektedir. Devlet, din işlerine müdahale etmemeli, dinin özerk yapısı korunmalıdır. Hükümdar Küntogdı, dini temsil eden Odgurmış’a devlet işlerinde kendisine sadece öğüt ve nasihatte bulunmasına razı olmaktadır. Bunun dışında dinin devlet işlerine müdahil olması doğru görülmez. Çünkü din ve devlet hizmetleri birbirinden ayrı alanlardır.
Kutadgu Bilig’e göre din, hayatın içinde yaşanması gereken bir değerdir ve toplumsal hayattan dışlanamaz. Çünkü din, insanlara hem bu dünyada hem de ahrette mutlu olmanın yollarını göstermektedir. Ahlaki erdemler bakımından din, insan hayatının bütün alanlarında etkilidir. O, erdemli insanın inşa edilmesini ister. Ancak dinin devlet işlerine müdahale etmesi doğru değildir. Din ve devlet işleri farklı alanlar olup her biri ayrı uzmanlık işidir. Bu husus, Odgurmış’ın, kendisinin devlet işlerini bilmediğini, bu işlere mahsus usul, adap ve erkân bilgisine sahip olmadığını hükümdar ve vezire bildirmesinden anlaşılmaktadır. Ögdülmiş’in, devlet işlerini bırakıp kendisini tamamen ibadete vermek istemesinin Odgurmış tarafından uygun görülmemesi de, benzer bir anlayış olarak herkesin kendi işini yapması gerektiğini göstermektedir.
Kutadgu Bilig’de, ülkeyi yönetmekle yükümlü olan idarecilerden, bu görevlerini bırakıp kendilerini sadece ibadete vermeleri önerilmez. Ancak yöneticiler, görevlerini icra ederken, kötülük yapmamalı ve yaptırmamalıdır. Yöneticilerin yapması gereken iyi ve adaletli davranmak, iyi düzen kurmaktır.[13]
İşte bu noktada ahlaklı, adaletli ve dürüst yönetici tipi gündeme gelmektedir. Din de, devlet yöneticilerine, görevlerini yerine getirirken, dürüst, adaletli ve iyi davranmaları için öğüt vermektedir. Devlet yöneticilerinin, insan hakları, adalet ve iyilik gibi ahlaki erdemler konusunda dinin öğütlerine ihtiyacı vardır. Akyol, dinin devlet yönetimiyle ilişkisinin, ahlak, adalet, doğruluk ve iyilik üzerine bir yönetim ve hayat oluşturulması yönünden olabileceğini söyler. Ona göre toplumsal hayatta dinin yansıması, ahlaklı ve adaletli bir yönetimin gerçekleştirilmesine yöneliktir.[14] Bu yorum, din sosyolojisinin verilerine de uygun düşmektedir. Nitekim Alman din bilimci Wach, ‘dinin, çok çeşitli biçimlerde devleti hukuk, fiiliyat, şekil ve muhteva bakımından etkilediğini ve yönlendirdiğini’ söyler.[15] Hatta sosyolog Freyer, ‘dinin toplumsal kültürün bir parçası olmadığını, aksine onun kuşatıcı bir yönünün bulunduğunu, belki onun, bireylerde oluşturduğu zihniyetle bütün kültür sahasına nüfuz etmiş bulunduğunu’ ileri sürer. (Hans Freyer, Din Sosyolojisi, çev. T. Kalpsüz, A.Ü.İ.F. Yayınları, Ankara, 1964, s.75).
Kutadgu Bilig’e göre, dinin devlete etkisi, onun kurumsal olarak devleti kuşatması, kontrolü altına alması şeklinde değil, devlet yöneticilerinin bireysel vicdanlarına ve zihniyet dünyalarına olumlu etkide bulunarak onların, adaletli, ahlaklı, dürüst, iyi görev yapmalarını sağlamak yönündedir. Bu husus, dini temsil eden Odgurmış’ın hükümdara verdiği (yukarda özetlediğimiz) öğütlerden anlaşılmaktadır.
B. Kutadgu Bilig Din-Devlet İlişkisi Konusunda Nasıl Bir Sistem Öngörmektedir
Bazı düşünürler, Kutadgu Bilig’in din-devlet ilişkisi konusunda teokratik bir anlayışa sahip olduğunu ileri sürmektedirler. Bu konuda birbirine benzer görüşlere sahip düşünürlerden Arslan, Kutadgu Bilig’in bugünkü ölçülerimiz açısından bakıldığında teokratik bir siyaset kitabı olduğunu belirtir. (Arslan. Mahmut, 1987: 19). Arsal ise, Odgurmış’ın fikirlerini bedbin (karamsar) ve irticai görüşler olarak nitelendirir (Arsal. Sadri Maksudi, 1947: 94). Dilaçar da Kutadgu Bilig’i teokratik bir siyasetname olarak değerlendirir. (Dilaçar. Agop, 1995: 196).
Bu değerlendirmelerin, eserde verilen asıl mesajı tam olarak anlayamamaktan kaynaklandığı söylenebilir. Çünkü eğer eserde teokratik devlet öngörülmüş olsaydı, öncelikle hükümdar aynı zamanda dini de temsil ederdi. Oysa böyle bir durum söz konusu değildir. İkinci olarak, din ile devlet işlerinin ayrı olduğu belirtilmezdi. Hâlbuki kendisine devlet yöneticiliği teklif edilen Odgurmış (dini temsil eden karakter) bu teklifi reddetmiştir.[16]
Bazı düşünürlerce, Kutadgu Bilig’in din ve devlet/siyaset ayrımından hareketle eserde laik bir bakış açısının benimsendiği sonucuna varılmıştır. Buna göre eserde din ve devlet işlerinin ayrı tutulması gerektiğinin önerildiği, bu anlayışın da günümüzün batı menşeli laiklik sistemiyle uyumlu olduğu, dolayısıyla eserin laik bir düzene işaret ettiği ileri sürülmüştür.[17] Doğan’a göre, Kutadgu Bilig’in bize verdiği mesaj, toplumsal hayat için en önemli iki kurum olan din ve devletin birbirini kontrol altına almaması gerektiğidir. Dolayısıyla eser bize laik demokratik bir sistemi önermektedir. Din ve devlet birbirine baskı yapmamalı, birbirine yol gösterip yardımcı olarak bireyin her iki dünyada da mutluluğa erişmesini sağlamalıdır.
Akgül, Kutadgu Bilig’de ortaya konulan yaklaşım biçiminin, şekil ve içerik bakımından günümüz laiklik anlayışıyla[18] tam olarak örtüşmediğini söyler. Ona göre, Kutadgu Bilig’de geçen din ve dünya ayrımıyla günümüzdeki laiklik sisteminin dayanakları farklıdır. Eserdeki din ve dünya ayrımına göre, din ahlaklı ve adaletli bir toplum oluşturmak için toplumsal hayatın içinde yer almaktadır. Hâlbuki bugünkü laiklik anlayışında, din bir vicdan işi olup, toplumsal ve siyasi hayatta etkin bir rolü bulunmamaktadır.[19]
Eserde, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrı olması gerektiğinin vurgulanması nedeniyle bu yaklaşımın bugünkü laiklik sistemiyle benzerlik taşıdığı söylenebilir. Ancak dinin toplumsal hayatta nasıl yer alacağı veya siyasete yansımasının nasıl olacağı konusunda iki yaklaşım arasında uyumdan söz edilemez. Çünkü laiklikte din vicdanlara hapsedilmekte, toplumsal hayattan ve siyasetten dışlanmaktadır. Eserde ise, din ve devletin tek vücut olması, iç içe girmesi istenmemekte, ancak dinin Tanrı ve ahret inancı, ahlaki erdemler şeklinde bireylerin bütün hayatına yön vermekte, toplumsal hayatın her alanına nüfuz etmektedir. Bu nedenle Kutadgu Bilig’in din-devlet ilişkileri konusunda önerdiği formülün, bugünkü laikliğe benzer yanı olmakla birlikte ondan ayrılan yanlarının bulunduğu, daha açık bir ifadeyle kendine özgü bir laiklik sistemi olduğu söylenebilir. Kendine özgü niteliğiyle bu sistem, günümüzde batı menşeli laikliğin, dinin toplumsal hayata yansıması konusunda ortaya çıkardığı sorunları giderebilecek potansiyele sahiptir.
IV. SONUÇ
Türk-İslam toplumlarında din-devlet ilişkisinin sağlam bir teorik/felsefi temele oturtulması ve sürekli bir tartışma konusu olmaktan çıkarılması gerekir. İşte böyle bir felsefi temel, Kutadgu Bilig’de mevcuttur.
Kutadgu Bilig’de, din ile devletin birbirlerine baskı yapmaması gerektiği belirtilirken, din toplumsal hayattan dışlanmamakta, hayatın içinde yaşanması gereken bir değer olduğu kabul edilmektedir. Eser, din-devlet ilişkilerinin birbirinden ayrı yürütülmesini öngörmekte; devletin dini, dinin devleti baskı altına almasına karşı çıkmaktadır. Toplumsal hayatta birbirine destek olan ancak tek vücut haline gelmemesi gereken din ve devlet, toplum için en önemli iki kurum olarak özerk yapısını korumalıdır. Bu özelliğiyle Kutadgu Bilig’in, din-devlet ilişkisi konusunda kendine özgü bir sistem öngördüğü söylenebilir.
Türk-İslam toplumlarının geleceğini sağlam temellere oturtmak ve medeniyet hamlesini gerçekleştirmek için kısır çekişmelere artık son vermek, Kutadgu Bilig gibi din-devlet ilişkisi konusunda atalarımızdan bize miras kalan devlet ve siyaset felsefine ilişkin kaynaklarımızı akıllıca işleyerek güncellemek ve geleceğe yönelik olarak kullanmak zorundayız.
[1] Bkz. Mümtehine Suresi, 60/12.
[2] Ali Pekcan, İslam Hukukunda Gaye Problemi, Rağbet Yayınları, İstanbul; aktaran: Mustafa Önder-Hüseyin Bulut, Temel Dini Değerler ve Değerler Eğitimi, ttp://dergipark.gov.tr.
[3] Müslim, Câmius-Sahih, 2/890, Hadis No: 1218; Ebû Dâvûd, Sünen, 1/442, Hadis No:1905
[4] Mevlut Uyanık, İslam ve Demokrasi ilişkisinin Mahiyeti-Muhammed Abid Cabiri’den Hareketle Bir Okuma, Türkiye Günlüğü, 1998, sayı 51, s. 39-60.
[5] Kemal İnat, Ortadoğu’da Din-Devlet İlişkisi ve Türkiye, Sabah Gazetesi, 30 Nisan 2016.
[6] Nejat DOĞAN, Kutadgu Bilig’de Din ve Devlet İlişkisi: İki Dünyada da Mutlu Olmak, Manas Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt:5 Sayı:1 – 2016.
[7] Nejat DOĞAN, Kutadgu Bilig’de Din ve Devlet İlişkisi: İki Dünyada da Mutlu Olmak, Manas Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt:5 Sayı:1 – 2016.
[8]Türklerde iktidarın meşruiyeti, Tanrı’nın rızasını kazanmaya bağlıdır. Tanrı’nın rızası ise ancak halkın memnuniyetiyle kazanılabilmektedir.
[9] Aygün Akyol, Türk Düşünce Tarihinde Din-Siyaset İlişkisi - Kutadgu Bilig Merkezli Bir İnceleme, I. Türk-İslam Siyasi Düşüncesi Kongresi, 8-10 Ekim 2015 Bildiriler Kitabı, Aksaray 2016, ss. 75-90.
[10] Aygün Akyol, a.g.e, s.75-90.
[11] Aygün Akyol, Kutadgu Bilig’de Ahlak ve Siyaset, Araştırma Yayınları, 2013.
[12] Nejat DOGAN, Kutadgu Bilig’in Devlet Felsefesi-I, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı: 12 Yıl: 2002, s.127-158.
[13] Aygün Akyol, Türk Düşünce Tarihinde Din-Siyaset İlişkisi - Kutadgu Bilig Merkezli Bir İnceleme, I. Türk-İslam Siyasi Düşüncesi Kongresi, 8-10 Ekim 2015 Bildiriler Kitabı, Aksaray 2016, ss. 75-90.
[14] Aygün Akyol, Kutadgu Bilig’de Ahlak ve Siyaset, Araştırma Yayınları, 2013.
[15] Joachim Wach, Din Sosyolojisine Giriş, çev. B. İnandı, Ank.1987, s.21; aktaran: Abdurrahman Güneş, Sosyolojik Olarak Din Ve Toplum İlişkileri, Fırat Üniv. Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:24, Sayı:1, Sayfa:2014
[16] Prof. Dr. Nejat DOGAN, Kutadgu Bilig’in Devlet Felsefesi-I, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı: 12 Yıl: 2002, s.127-158.
[17] Bkz. Nejat Doğan, Kutadgu Bilig’in Devlet Felsefesi-I, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı: 12 Yıl: 2002, s.127-158.
[18] Günümüzde laikliğin, Batı toplumlarında ayrı bir ruhban sınıfının varlığından hareketle kilise ve devlet arasında yaşanan gerilim sonucunda, kilise-devlet ilişkilerini belirleyen bir kavram olduğu söylenebilir. Bu anlamda laiklik denilince dini esaslara dayanmayan devlet anlamak gerekir. İslam dünyasındaki laiklik anlayışı, batı menşeli laiklikten farklıdır. Çünkü İslam’da ruhban sınıfı yoktur. Bu nedenle bireyler için laiklik ifadesi farklı inanç ve uygulama biçimlerine karşı tarafsızlık anlamındadır. (bkz. Ali Fuat Başgil, Din ve Laiklik, Yağmur Yay. İstanbul 1985, s.27-28. )
[19] Aygün Akyol, Türk Düşünce Tarihinde Din-Siyaset İlişkisi - Kutadgu Bilig Merkezli Bir İnceleme, I. Türk-İslam Siyasi Düşüncesi Kongresi, 8-10 Ekim 2015 Bildiriler Kitabı, Aksaray 2016, ss. 75-90.