İslam Siyasi Düşüncesinde Muhalefet Ve Bunun Adabı - II
MAKALE
Paylaş
30.03.2022 23:04
1 yorum
900 okunma
Av. Necati Kırış

 

(İkinci Bölüm)

(İki bölüm halinde hazırladığımız ve birinci bölümü daha önce yayınlanan makalemizin ikinci bölümünü sunuyoruz)

 

B. Hz. Muhammed’in Uygulamasında Muhalefet

Hz. Muhammed’in iki çeşit görevi vardı. Birincisi, vahye dayalı peygamberlik görevi; ikincisi, beşeri olan devlet işleridir. Onun peygamberlik sıfatıyla topluma önder/örnek olması vahye dayalı ve ilahi kaynaklı; devlet başkanı olması ise, beşeri/siyasi kaynaklıdır. Hz. Peygamber, vahye dayanmayan siyasi konularda, sahabeler arasında uzman olan kişilerle istişareler yaparak bunun sonucuna göre kararlar almış ve uygulamıştır.[1] Onun, hakkında vahiy bulunmayan devlet işleriyle ilgili bazı konulardaki görüşlerini sahabeler eleştirebilmiş ve muhalif olan görüşlerini kendisine açıkça söylemişlerdir.[2] Hz. Peygamber’in uygulamalarına baktığımızda, O,  hakkında vahiy gelmeyen her konuda olduğu gibi devlet yönetimine ilişkin hususlarda da ashabıyla mutlaka istişare etmiştir. Bunlar arasında Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarının çeşitli aşamaları, Hudeybiye Antlaşması ve insanların namaza hangi usulle çağrılacağı gibi konuları örnek verilebilir. Şura/istişare yönteminin, farklı görüşlerin serbestçe konuşulup tartışılabileceği bir ortam sağlaması nedeniyle, muhalefeti de içinde barındırdığı ve meşru muhalefetin de bir yolu olduğu söylenebilir.

Hz. Muhammed’in uygulamasında muhalefet konusu iki boyutta ele alınabilir. Birinci boyutu, hakkında ayet bulunan, Hz. Peygamber’in vahiy yoluyla aldığı bilgileri/emirleri tebliğ göreviyle ilgili konulardır ki, bu alanda muhalefet söz konusu değildir. Hz. Peygamber, bir konu gündeme getirdiğinde sahabe, önce bu konuda bir vahiy gelip gelmediğini, başka bir deyişle bunun kendi görüşü olup olmadığını Hz. Peygamber’e sorar ve eğer vahiy gelmişse, bu konuda artık muhalefet edilemez. İkinci boyutu ise, Hz. Muhammed’in devlet başkanı olarak yürüttüğü ve hakkında vahiy bulunmayan siyasi işlerle ilgili muhalefettir ki, bu konularda farklı görüşler ortaya konulmuş ve istişare yapılarak onun sonucuna göre hareket edilmiştir. Hz. Muhammed döneminde, önemli konularda yapılan istişarelerden birkaçını muhalefet örneği olarak şöyle özetleyebiliriz:  

a) Hz. Muhammed, Bedir’de müşrik ordusuyla savaş yapılıp yapılmaması konusunda ashabıyla istişare yapmıştır. Düşman ordusunun gelmekte olduğu haberini alınca Hz. Peygamber istişare için meclis kurmuştur. Bu konu, bütün Müslümanları ilgilendirdiği için toplumun her kesiminden temsilciler çağrılmıştır. İstişare sonucunda Kureyş ordusuna karşı savaşılacağına dair çoğunluk görüşü ortaya çıkmış ve savaş kararı alınıp uygulanmıştır. Hz. Muhammed’in, peygamber olduğu halde hakkında vahiy gelmemiş her önemli konuda istişare kurumunu işletmesi, meşru muhalefete açılan bir kapı olduğu gibi, kendisinden sonraki devlet yöneticileri için çok güzel bir örnek teşkil etmektedir.

b) Yine Hubâb b. el-Münzir bin el-Cemûh bu konuda şöyle der: “Hz. Peygamber ile Bedir günü savaşa ben de katıldım. Hz. Peygamber Bedir kuyusunun yanına geldi ve kuyunun arkasına mevzilenmeye karar verdi. Ben de: “Ey Allah Elçisi! Burası Allah’ın seni yerleştirdiği bir yer mi (bu konuda vahiy mi var) yoksa harp, rey ve hile gereği takdiriniz mi” diye sordum. Hz. Peygamber buyurdu ki: “Elbette ki o harp, rey ve hile sonucudur.” Ben de: “Ya Rasûlallah! Burası konaklama yeri için uygun değildir. İnsanları kaldır ve bizimle müşriklerin en yakınındaki suya gel. Sonra o suyun ötesindeki kuyuların sularını bozalım. Orada bir havuz yapalım ve su ile dolduralım ki Kureyş ile savaştığımızda biz içelim onlar ise içmesinler.” Bunun üzerine Hz. Peygamber dedi ki: “Hakikaten re’yle iyi yol gösterdin.” Hz. Peygamber beraberindeki insanlarla Bedir kuyularına geldiler. Sonra emretti, su kuyuları kapatıldı. Müslümanların yanında konakladığı su kuyusunun üzerinde ise bir havuz yaptı. Bunun sonucunda düşman ordusu sudan mahrum bırakılmış oldu.[3] Böylece, ordunun savaş düzeni konusunda farklı fikir beyan eden Hubâb b. el-Münzir’in görüşü kabul edilerek uygulandı.

c) Hz. Peygamber, Mekke’deki müşriklerin savaş hazırlığı içinde olduklarını öğrenince, ashabını toplayarak savaşın ne şekilde yapılacağı konusunda onlarla istişare etti. Selman-ı Farisî Medine’nin çevresine hendek kazılarak savunma yapılmasının uygun olacağını ifade etmiş, bu görüşü heyet tarafından genel kabul görmüş ve uygulanmıştır.[4] Örnekte de görüldüğü gibi hendek kazılarak savunma yapılması görüşü istişare sonucu gündeme gelmiştir. Hz. Peygamber, Bedir, Uhud ve Hendek savaşı ve diğer birçok örnekte önemli devlet işlerini ashabına danışarak yürütmüştür. Kimi zaman aynı görüşü paylaşmasa da çoğunluğun görüşüne itibar etmiştir.

C. Dört Halife Döneminde Muhalefet

Hz. Muhammed’in vefatı sonrasında İslam toplumunun karşılaştığı en önemli siyasi olay, halifelik/devlet başkanlığı konusu olmuştur. Cenazesi henüz kaldırılmadan Hz. Peygamber sonrası İslam toplumunu kimin yöneteceği konusunda sahabeler arasında uzun süre istişareler ve tartışmalar yaşanmıştır. Kimin halife (devlet başkanı) olacağına ve devleti kimin yöneteceğine ilişkin olarak ortaya çıkan bu ihtilaf, ilk dönemlerde müminler için rahmet olmuş ve sorunsuz olarak devlet başkanları/halifeler seçilmiştir. Ancak sonraki dönemlerde bu ihtilaflar farklı boyutlar kazanarak normal muhalefet sınırını aşmış, zararlı/yıkıcı olmaya başlamış ve Müslümanlar arasında ciddi ayrışmaya neden olarak farklı siyasi ekoller ortaya çıkmıştır. Özellikle dört halife döneminden sonraki siyasi iktidarların varlığını sürdürmek adına uyguladıkları baskıcı yöntemler, meşru/makul muhalefet anlayışının gelişmesine engel olurken, bazı muhalif gruplarda şiddet eğilimini daha da artırmış ve onları aşırı uca kaydırmıştır.

Hz. Muhammed’den sonra kimin devlet başkanı olacağı konusu Kuran’da belirlenmediği gibi, Hz. Peygamber’in de sağlığında bu konuda bir beyanı ve tavsiyesi olmamıştır. Dolayısıyla halifelik Şia’nın iddia ettiği gibi nass ile belirlenmiş dini/itikadi bir kurum değildir. Bu konu, toplumun kendi serbest iradesiyle yapacağı seçime bırakılmıştır. Devlet başkanları halkın seçimiyle belirlediğinden devlet başkanı da eleştirilemez, muhalefet edilemez bir kişi değildir. Nisa suresinin 59. ayeti[5] ve 83. ayeti[6] de devlet başkanı/yönetici tayininin nass ile olmadığına delil teşkil ettiği gibi, ‘ulü'l-emr’ kavramının ifade ettiği kişilerin de âlimler, ordu komutanları, sahasında uzman, ehil ve yetkili kimseler, valiler ve halifeler olduğunu, bu kavramı sadece ‘halife’ ile sınırlamanın mümkün olmadığını ortaya koymaktadır. Zira ‘ulü'l-emr’ kelimesi, çokluk (ikiden çok kişi) ifade etmektedir.[7] Kavramlara verilen anlamlar önemlidir. Zira kavramlar, düşüncelere açılan kapılardır. Ulü'l-emr kavramı da doğru tanımlandığı takdirde, bize doğru düşüncelerin kapısını açar.

İslam siyaset düşüncesinde, devlet başkanının nass ile be1irlenmeyip onu seçme işinin topluma bırakılmış olması, onlara, devlet yönetimi konusunda liyakatli olan kişileri yönetici olarak seçme ve yöneticilerin yaptığı icraatları denetleme, gerektiğinde de muhalefet etme hak ve yetkilerini vermiştir. Kuran, Müslüman toplumların bütün işlerinin şura (istişare) yoluyla yürütülmesini emretmektedir. “Onların işleri, aralarında danışma (şura) iledir.” (Şura, ayet: 38). Kuran’da, hakkında bir hüküm bulunmayan siyaset alanına ilişkin konularda, toplumun serbest iradesi belirleyici olduğundan; toplumun en önemli işlerinden olan devlet başkanı tayininin serbest seçimle olması, bu ayetin anlamına en uygun yöntem olduğu söylenebilir. Zira Kuran, halifenin/devlet başkanının kim olacağı konusunu, -genel ilkeler dışında- insan aklına ve toplumun iradesine bırakmıştır.

Devlet başkanının seçiminde uygulanan bu usulün temel esası; birinci aşama olarak belirli sayıda toplum önderleri ya da seçici kurul tarafından adayın belirlenmesi ve ikinci aşamada ise halk tarafından onaylanmasıdır (biat). Böylece iki aşamadan oluşan seçim yoluyla toplum bireyleri siyasi yönetimde söz sahibi olmuştur. Hatta toplumun siyaset alanına ilişkin yetkisi, sadece devlet başkanını (ve yöneticileri) seçme konusuyla sınırlı olmayıp onların yaptıkları icraatları denetlemeyi ve gerektiğinde muhalefet etmeyi de kapsamaktadır.

Dört halifeden Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer, devlet başkanı (halife) olarak seçildikleri zaman topluma yaptıkları konuşmalarda; “devlet başkanı olarak görev yaptıkları süre içinde yanlış yaptıkları takdirde, kendilerini düzeltmelerini” istemeleri, toplum bireylerinin de “bu düzeltme görevini yapacaklarını, hatta gerekirse yanlış yapan devlet başkanını kılıçlarıyla doğru yola getireceklerini” ifade etmeleri,  bu denetim ve muhalefet görevlerinin açık bir uygulamasıdır. Burada iki yönlü demokratik bir uygulamaya şahit oluyoruz: Birincisi, öncelikle devlet yöneticilerinin şeffaf ve eleştiriye açık bir yönetim anlayışına sahip olmasıdır. İkincisi ise, toplum bireylerinin yöneticilere körü körüne itaat etmemeleri, gerektiğinde onları denetleyerek muhalefet görevlerini yerine getirmeleridir.[8] Bu örneklerde her iki halife, bir yandan halifelik görevlerini icra ederlerken, diğer yandan da yapacakları muhtemel yanlışlara karşı meşru muhalefet görevini teşvik etmekte, hilafet ve muhalefet kavramlarının bir arada bulunarak birbirine destek verebileceğini göstermektedirler. Bu açıdan bakıldığında; birbirine zıt gibi görünen hilâfet ve muhalefet kavramlarının aynı anda birlikte varlığını sürdürmesi, kötülüğe karşı bir iyilik gayreti olarak görülmektedir.

Dünyada otoriter sistemlerin, her sözü kanun sayılan kralların ve diktatörlerin hüküm sürdüğü bir çağda, Hz. Muhammed ve dört halife döneminde İslam toplumunda siyaset alanında ‘devlet başkanlığı kurumunun ihdas edilmesi, devlet başkanının halkın serbest iradesiyle seçilmesi ve yanlışlara karşı meşru muhalefet etme ve denetleme yollarının açık tutulması, siyaset felsefesi ve uygulaması açısından büyük önem taşımaktadır. Krallık, kisralık, emirlik ve kayserlik gibi saltanata dayanan tek adam yönetimlerinin hâkim olduğu Ortaçağ dünyasında, akiller heyetinin seçimi (intihap) ve toplumun onayına (biat) dayanan halife/devlet başkanı seçim sisteminin, çağın siyasi ve sosyal şartlarına göre en gelişmiş, günümüz demokratik cumhuriyet yönetiminin de ilk nüvesi olduğunu söyleyebiliriz.

Ancak ne yazı ki, dört halife dönemi sonrasında; birinci bölümde de ifade ettiğimiz gibi Muaviye’nin, oğlu Yezid’i veliaht atamasından itibaren ‘hanedanlık sistemi’ uygulanmaya başlamıştır. Hâlbuki halifelik sisteminin iki temel unsuru vardı: Birinci unsur, intihap (akiller heyeti tarafından seçme/atama/aday gösterme), ikinci unsur ise biat’tır (toplumun onaylamasıdır). İntihap/biat sisteminde, toplum, devlet yönetiminde doğrudan söz sahibi olarak seçmiş olduğu devlet başkanını/yöneticiyi her zaman denetleyip sorgulama hakkına sahiptir. Devlet başkanlığı kurumu, dört halifeden sonra saltanata dönüşmüş olmasaydı ve İslam siyaset bilimcileri tarafından, demokratik cumhuriyete dayalı intihap/biat (seçim sisteminin) bu ilk çekirdek fikri, daha da geliştirilerek objektif kurallara bağlanmış ve kurumsal hale getirilmiş olsaydı, hem İslam toplumlarına hem de bütün dünyaya siyaset felsefesi ve uygulaması açısından büyük bir hizmet yapılmış olurdu. Kuran’ın, devletin yönetilmesi işini -temel yönetim ilkelerine uyulması kaydıyla- topluma bırakmasına rağmen, dört halife döneminden sonra devletin başına geçen yöneticiler, siyasi yönetim biçimlerini yukarıda özetlediğimiz ilk modele uygun siyasi yönetim modelleri oluşturamamışlar[9] ve bu yüzden genellikle baskıcı otoriter bir sisteme yönelmişlerdir.

Kısaca, devlet başkanlarına itaat, devlet kavramının bir gereği olduğu gibi, hak ve adalet yolundan ayrıldıklarında onlara muhalefet ve itiraz etme hakkı, onların yanlış yapmalarını önlemek için zorunluluktur. Zira Hz. Muhammed’in bir insan olarak yaptığı bazı küçük hatalar, peygamber olduğu için vahiyle düzeltiliyordu. Onun vefatından sonra işbaşına gelen devlet yöneticileri hata yaptıklarında -vahiyle düzeltilme imkânı olmadığına göre- toplum bireyleri tarafından uyarılmaları ve sorgulanmaları gerekir ki, işte bu siyasi muhalefet hakkıdır. Muhalefet, hem itaat görevinin karşılığı olarak bir hak, hem de ‘kötülükten vazgeçirme’ vecibesinin gereği olarak bir görevdir. Ancak İslam siyaset düşüncesinde, siyasi iktidarın olduğu gibi muhalefet hak ve görevinin de bir usul ve adabının olduğunu belirtmek gerekmektedir. 

III. İslam Siyasi Düşüncesinde Muhalefetin Usul Ve Adabı

"Rabbinin yoluna güzel öğütle, hikmetle çağır, onlarla en güzel yöntemle tartış"

Dilimizde çok sık kullanılan “usulsüz vusul olmaz” sözü, doğru usul ve yöntemler kullanılmaksızın doğru sonuçlara ulaşılamayacağını ifade etmektedir. Devlet yöneticilerinin nasıl davranması gerektiğini gösteren ilkeler olduğu gibi, yöneticilerin yanlışlarına karşı muhalefet yapmanın da usul ve yöntemleri vardır. Öncelikle Kuran’da Nahl Suresi’nin 125. ayeti, bu usul ve yönteme vurgu yapmaktadır. Diğer taraftan Müslümanlar için güzel ahlak örneği olarak Hz. Muhammed,[10] insan hayatının her alanına ilişkin ilkeler ortaya koyan, insanlardan bu ilkelere uygun bir hayat yaşanmalarını isteyen bir dinin peygamberidir. Hz. Peygamber, evrensel olarak da bütün insanlık için en güzel örnektir. Hayatın her alanı için insanlığa örnek olan Hz. Muhammed’in, yanlış ve hataların düzeltilmesi konusunda uyguladığı usul ve yöntemler, muhalefetin nasıl yapılması gerektiği hususunda da bize ipuçları vermektedir.

Hz. Muhammed’den sonra başka peygamber gelmeyeceğinden, Allah Teâlâ, toplumların bozulmaması, sapık fikir ve davranışlara tekrar dönmemesi için, İslam toplumlarına “İyiliği emretmek ve kötülükten menetmek” görevini yüklemiştir (Tevbe, 71). Yine “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir” (Âli İmran, 104) buyrularak bu görevin önemi vurgulanmıştır. Bu noktada iyiliğin yayılması ve kötülüğün/yanlışların düzeltilmesi yönteminin nasıl olacağı konusu gündeme gelmektedir.

Kuran’da "Rabbinin yoluna güzel öğütle, hikmetle çağır, onlarla en güzel yöntemle tartış" (Nahl, ayet:125) şeklinde yer alan ayette; muhatap belirtilmeyip ifadenin mutlak bırakılması nedeniyle, burada genel olarak davet ve tartışma konusunda bir yöntem bilgisinin verildiği açıkça görülmektedir. Başka bir ifadeyle bu ayet, farklı seviyelerdeki insanlara yönelik olarak özelde İslâm davetinin, genelde de toplumda her düzeyde yapılacak ilmi, fikri ve siyasi tartışmaların başlıca yöntemlerini özetlemektedir. Ayette muhatap ve konu belirtilmediği, genel olarak her seviyede yapılacak tartışmalar konusunda bir yöntem bilgisi verildiği açıkça anlaşılmaktadır.[11] İnsanlar arasında her düzeyde yapılan tartışmaların en güzel yöntem ve üslûpla yapılması şartını getiren bu ayet, muhalefet üslubunun da nasıl olacağına dair bize işaret vermektedir.

Bu konuyla bağlantılı olarak şunu da ifade edelim ki, müminler için en güzel örnek olan Hz. Muhammed’in, hataları düzeltmede kullandığı yöntemlere bakıldığında, yukarıdaki ayetin pratik hayatta uygulanması olduğu görülmektedir. O’nun, hataları düzeltme metodunda; *hedef alınan şey, hatayı yapan kişi değil, hatanın kendisidir. *Hataların düzeltilmesi, her hatanın türüne göre yavaş yavaştır (tedricidir). *İnsan muhterem kabul edildiğinden, hatalar düzeltilirken onların onurunun incinmemesine dikkat edilir. *Topluluk içinde isim zikretmeden hatalar düzeltilir. *Hatalar düzeltilirken bile yumuşak davranılır. Hz. Muhammed’in, hataları düzeltmede uyguladığı bu ilkeler, muhalefetin nasıl yapılması gerektiği konusunda da bize ipuçları vermektedir. İslam’da dini referanslara dayanılarak yapılan bu uygulama, günümüz demokratik siyasi anlayışında var olan muhalefetin, *eleştiri sınırları içinde kalması/yapıcı olması/hakaret içermemesi, *temel insan haklarına dayanması gerektiği düşüncesi ile paralellik arz etmektedir.

Muhalefetin nasıl yapılması gerektiğini gösteren bu yöntemler, onun dini/ahlaki/etik boyutunu göstermektedir. Aynı zamanda muhalefet, her insanın doğuştan sahip olduğu temel hakka ve özgür iradeye bağlı olarak kullandığı bir hukuk terimidir.[12] Nitekim muhalefet, siyasi iktidarların karar ve davranışlarının tartışılması ve sorgulanmasında temel bir insan hakkı olarak değerlendirilmektedir.[13] Bu çerçeveden bakıldığında; muhalefetin, dini/ahlaki/etik ilkelere uygun olup olmadığına ya da onun temel hak ve hukuk sınırları içinde yapılıp yapılmadığına göre meşru ve gayrı meşru türlerinin olduğu söylenebilir. Bu da muhalefetin, uygulanma amaçlarına ve biçimlerine göre meşru-gayrimeşru, yapıcı-yıkıcı ve olumlu-olumsuz nitelikler taşıyabileceğini göstermektedir.

Hz. Peygamber ve dört halife döneminde, siyasi otorite-muhalefet ilişkilerinin; muhalefet ve eleştiriye imkân veren hoşgörülü ve şeffaf yönetime karşılık; yanlışlara itiraz eden, sorumlu, sorgulayan ve makul muhalefet yapan bir toplum görüyoruz. Dört halife dönemi sonrasında ise, toplumun siyasi otoriteyle ilişkilerine bakıldığında; itaat ve muhalefet bağlamında üç temel tutumun ortaya çıktığı söylenebilir. Birincisi, halifeye/devlet başkanına ya da onların atadığı yöneticilere körü körüne itaatle teslimiyeti ve kabullenmeyi temsil eden toplum kesimleridir ki, bunlar her türlü siyasi karar ve uygulamaları -doğru olup olmadığına bakmaksızın- kabul edip her halükarda siyasi otoritenin yanında yer almışlardır. Bu tutumlarıyla siyasi otoriteyi adeta kutsayan bu kesimler, toplumda siyasi iktidar kaynaklı kötülüğe karşı koymayarak İslam’ın iyiliği tavsiye etme, kötülüğe mani olma temel vecibesini terk etmişlerdir. İkincisi, halife/devlet başkanı ve onun temsil ettiği zihniyetle hesaplaşarak mevcut siyasi otoriteyi tahrip etmeye çalışan yıkıcı muhalefettir. Bunlar her halükârda aşırı muhalefet etmeyi temel görev sayan isyancı/devrimci toplum kesimleridir. Üçüncüsü ise, iki aşırı tutum arasında orta yolu izleyen toplum kesimleridir ki, bunlar siyasi yönetime karşı çıkarak muhalefet yapmakla birlikte öğüt ve öneriler ortaya koyarak onların yanlış yapmalarına engel olmaya çalışan, muhalif tutumları yüzünden siyasi otoritenin hışmına uğramalarına rağmen kamu düzenini tehlikeye sokmamak için isyan etmeyip sabır gösteren muhalefeti temsil etmişlerdir. Muhalefet yöntemi olarak sabrı ve orta yolu temsil eden bu anlayış içinde, zulme dayanan siyasi iktidarların değiştirilmesi yolunu -kan dökülmeden olması halinde- meşru bir yöntem olarak kabul eden bazı İslam düşünürleri de yer almıştır.

 Kuran’da Hz. Muhammed’e "Rabbinin yoluna güzel öğütle, hikmetle çağır, onlarla en güzel yöntemle tartış" (Nahl, 125) şeklinde hitap eden Allah Teâlâ, eski Mısır’da siyasi iktidarının verdiği sınırsız gücün zehirlenmesiyle ilahlık iddiasında bulunan Firavun’a bile çok yumuşak bir dil ve üslup kullanmasını Hz. Musa’ya tavsiye etmiştir; “(Ey Musa) ikiniz (sen ve kardeşin) beraber Firavuna gidin, çünkü o sınırı çok aştı. Yine de ona (Firavuna) söyleyeceklerinizi yumuşak bir üslûpla söyleyin, belki aklını başına toplar veya içine bir korku düşer.” (Taha, 43, 44). İlahlık iddiasında bulunmak gibi en büyük kötülüğü işleyene karşı gösterilecek tavır ve muhalefetin ne olması gerektiğini bu ayetlerden öğrenmekteyiz. Öncelikle haddi çok aştığı ifade edilen Firavunun yanına gidilmesi ve onunla yumuşak dil ve üslup kullanarak konuşulması tavsiye edilmektedir. Haddi aşmış birinin bizzat yanına gidilerek ona hakikatlerin bildirilmesi, çok önemli bir muhalefet ve cesaret örneğidir. Onunla yumuşak dil ve üslup kullanarak konuşulması ise, bu muhalefetin nasıl yapılması gerektiğine dair bir örnektir.   

Kısaca, İslam siyasi düşüncesinde muhalefet, ulü’l emre (emir sahibi yöneticilere) itaat kadar önemli ve onu tamamlayan bir kavram olarak, hem muhtemel hatalarını önlemesi açısından yöneticilerin yararına, hem de toplumun zarara uğramasına engel olması yönünden de genel olarak toplumun yararına hizmet eder. Ancak muhalefetten umulan bu olumlu sonuçlara ulaşılabilmesi için, onun kamu yararı amacıyla ve yukarıda ifade edildiği şekilde usulüne/adabına göre yapılması gerekmektedir.

IV. Sonuç

Muhalefet kavramı, sözlükte bir görüşe, bir davranışa karşı olma durumunu ifade etmektedir. İslam siyasi düşüncesinde terim anlamı daha geniş içeriğe sahiptir. Buna göre, yöneticilerin yaptıkları yanlışlara muhalefet etmek, onları uyarmak, kötülüğe engel olmaya çalışmak (nehy-i anil-münker) bir vecibe olduğu gibi, siyasi iktidarların doğru yaptığı işlere destek olmak da (iyiliği tavsiye/teşvik etme yönünde) bir görevdir. Bu nedenle muhalefet sadece karşı duruş değil, dinamik bir davranış sürecidir.

Kuran’dan, Hz. Muhammed’in sünneti ve dört halife dönemi uygulamalarından meşru dayanakları bulunduğu halde, İslam siyaset tarihine bakıldığında, muhalefet kavramına genel olarak olumlu yönde bakılmadığı görülmektedir. Halifeyi/devlet başkanını sorgulamak, eleştirmek, ona muhalefet etmek özellikle dört halife döneminden sonra hoş karşılanmamış, hatta anarşi, isyan ve başkaldırı olarak tanımlanmıştır. İslam’ın, körü körüne teslimiyet ve mutlak itaat üzerine dayandığını düşünen otoriter siyasi yönetimlere göre muhalefet; tefrika, fitne, isyan ve küfür ile ilişkili ve İslam toplumlarının birliğini tehdit eden bir kavram olarak görülmüştür.

İslam siyasi düşüncesinde, muhalefetin ne olduğu ve muhalefet yapma usul ve yöntemleri, devlet yönetimine ilişkin temel konulardan biridir. Muhalefet, yapılış amacı ve yöntemine göre; fikir/düşünce zenginliği ve yöneticilerin karar ve davranışları üzerinde bir denetim aracı olarak görüldüğü gibi, fikri ve siyasi açıdan toplumsal birliği zedeleyen bir tutum olarak da telakki edilmiştir. İslam siyasi düşüncesinde; Kuran hükümleri, Hz. Muhammed’in uygulamaları ve İslam düşünürlerinin kanaatleri esas alındığında; yöneticilerin temel yanlışlarına karşı muhalefetin hak ve adalet için yapılması gerekli/zorunlu; haksızlık, zulüm, fitne ve fesat için yapılması yanlıştır.[14] Dolayısıyla İslam siyasi düşüncesinde muhalefet, onun hangi amaçla ve nasıl yapıldığına bağlı olarak bir değerlendirmeye tâbi tutulabilir. Yani muhalefet her halükarda iyi olmadığı gibi, siyasi iktidar da öyledir. Her ikisi de bizatihi iyi ya da kötü değildir. Muhalefet, toplumsal bütünlüğü bozma ve düzeni ifsat etme amacıyla yapılıyorsa şüphesiz ki bunun olumlu görülmesi beklenemez. Ancak muhalefet toplumun maslahatlarını gerçekleştirmek ya da siyasi iktidarlardan daha doğru alternatif politikalar üretmek, iktidarı denetlemek, yanlışları düzeltmek, zulmü engellemek amacıyla yapılırsa zorunlu bir çaba olarak görülmelidir. Siyasi iktidar, devlet işlerini yürüten bir kurum olduğuna göre, bu sistemin adil ve doğru bir siyaset üzere işlemesi bir zorunluluktur. Bugünün dünyasında adil ve hakkaniyete uygun bir yönetim modelinin varlığı için, en az iktidar kadar muhalefete de ihtiyaç vardır.

İslam düşünce tarihine bakıldığında, muhalefetin fikri ve siyasi yönünün bulunduğu görülmektedir. İslam düşünürlerinin; fıkıh, kelam, felsefe, tasavvuf, tefsir gibi bilim dallarında ortaya koydukları içtihatların ve görüşlerin zenginliği, İslam’da fikri muhalefetin teorik olarak benimsendiğini göstermektedir. Tarihte uzun bir süre İslam düşüncesinin dinamik bir biçimde varlığını sürdürmesi, İslam düşünürleri arasındaki görüşler nedeniyle gerçekleşen seviyeli bilimsel tartışmalar, münazaralar ve muarazalar sayesinde mümkün olmuştur. Ancak bilim dalları alanında muhalif görüşlere imkân veren bu düşünce zenginliği, siyaset alanında söz konusu olamamıştır. Dört halife dönemi sonrasında işbaşına gelen siyasi iktidarlar, yaptıkları temel yanlışlara karşı oluşan muhalefeti sindirmek ve otoritelerine meşruiyet kazandırmak için bazı dini kavramları tahrif ederek kullanmışlardır. Üzerine dini bir etiket yapıştırılmış bu yönetim modeli, toplum nezdinde kendilerine karşı gelişen her muhalefeti, ihanet, bağilik, isyankârlık, asilik olarak nitelendirerek etkisiz kılmaya ve siyasi bir alternatif olarak muhalefetin gelişmesini engellemeye çalışmıştır.  

Muhalefetin hangi amaçla yapıldığının yanı sıra yöntemi de önemlidir. Bu nedenle muhalefetin meşruiyeti; onun hem amacının hem de şekil ve yönteminin, İslam’ın temel ilkelerine ve hukuk kurallarına ne ölçüde uygun olduğuna bağlıdır. Dolayısıyla vicdan ve düşünce özgürlüğünün bir gereği olan muhalefet, bireysel menfaatlerden uzak, toplumun yararı için ve doğru yöntemle yapılmalıdır. Bugün İslam dünyasında; siyasi iktidarların yanlış karar ve uygulamalarına bireysel olarak muhalefet etmek, vicdani/ahlaki bir sorumluluğun gereğini yerine getirmek açısından olumlu bir tavır olmakla birlikte bu muhalefetin daha etkin olabilmesi için, bu işin bilimsel temele dayalı, daha organize, kurumsal planda ve meşru düzeyde yapılması gerekir. Bu çerçevede İslam düşünürleri; İslam dünyasında din, vicdan, düşünce özgürlüğü ve muhalefete imkân verecek teorik ve pratik açından adil bir yönetim modeli belirlemeyi, hak ve hukuka uygun bir mekanizma oluşturmayı, siyasi uygulamaların hak ve adalet üzere olduğunu denetleyecek bir yönetim sistemi kurmayı esas almalıdırlar.


[1] Sönmez Kutlu, Ehl-i Sünnet Siyaset Anlayışının Dinî Temellerinin Sorgulanması, s. 14.

[2] M. Hayri Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Sünnet, Ankara 1993, s. 27.

[3] İbn Hişâm, Abdülmelik b. Hişâm, es-Siretü’n-Nebeviyye, Beyrut, 1971, II, 272; İbn Sa‘d, Ebû Abdillah Muhammed b. Sa‘d el-Basri, Kitabu’t-Tabakâti’l-Kebîr, Beyrut, ts., II, 14-15, 24; Akbulut, Ahmet, Nübüvvet Meselesi Üzerine, Birleşik Dağıtım, Ankara, 1992, s. 69; naklen: Recep ASLAN, Anemon Dergisi 2014, s. 230-231.

[4] İbn Hişâm, Abdülmelik b. Hişâm, es-Siretü’n-Nebeviyye, Beyrut, 1971, II, 272; İbn Sa‘d, Ebû Abdillah Muhammed

b. Sa‘d el-Basrî, Kitabu’t-Tabakâti’l-Kebîr, Beyrut, ts., II, 14-15, 24.

[5] “…Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin, sizden olan ülü’l-emre de…” (Nisa suresi, 59)

[6] “Kendilerine güven veya korku veren bir haber geldiğinde onu yayıyorlar. Hâlbuki onu Resûlullah’a ve aralarından yetki sahibi kimselere götürselerdi, içlerinden haberin mana ve maksadını çıkarabilenler şüphesiz onu anlarlardı…” (Nisa suresi, 83).

[7] TDV Ansiklopedisi, ulül-emr maddesi.

[8] Sabri Hizmetli, Genel Olarak Raşit Halifeler Dönemi Olayları: Sonuçları ve Etkileri; ttps://dspace.ankara.edu.tr.

[9] Sabri Hizmetli, Genel Olarak Raşit Halifeler Dönemi Olayları: Sonuçları ve Etkileri; ttps://dspace.ankara.edu.tr.

[10] “Hiç şüphesiz ki, Resûlullah, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir” (Ahzab, ayet:21.) buyrularak bu gerçek dile getirilmiştir.

[11] Diyanet Kuran Tefsiri, (Kur'an Yolu).

[12] Yunus Vehbi Yavuz, İslam’da Düşünce ve İnanç Özgürlüğü, Sahaflar Kitap Sarayı 2000, s. 11-19.

[13] Nevin A. Mustafa, İslam Siyasî Düşüncesinde Muhalefet, s. 77.

[14] Abdulnasır Süt, İslam Düşüncesinde Muhalefet, Milel ve Nihal, Cilt: 15, sayı: 2, 2018, s. 60-83.

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Toplam 1 yorum yapıldı
Hilafetten Saltanata
Necati abi , yazı martta yayınlanmış ben yeni okudum. Allah razı olsun emeğinize kaleminize sağlık. İstifade ettik, zor bir konuyu çok iyi çözümlemişsiniz.
Yorum Ekleyen: İlhan Azaklı     9.06.2022 11:11:09

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya