İslam’da ibadetler, insanların iyi ahlak sahibi olmalarına ve manen Allah Teâlâ’ya yaklaşmalarına vesile olurlar. Dolayısıyla Allah Teâlâ ile insanlar arasındaki iletişim, ibadetlerle sağlanmaktadır. Hac ibadeti ise, gerek bedeni, ruhi ve mali niteliği ve gerekse yapılış usul ve yöntemleri bakımından en kapsayıcı bir farizadır. Sembolik ifade ve eylem biçimleriyle geniş bir alanı içine alan değişik mekânlarda ifa edilen hac ibadeti, Müslümanın bilinç düzeyini derinden etkileyen özelliklere sahiptir. Bu sembolik ifade ve eylem biçimlerinin derin manalarını kavramak, haccın birey ve toplum hayatına sağladığı yararları tespit etmek gerekir. Bu çerçevede milyonlarca Müslümanın arasında hiçbir imtiyaz ve sosyal statü farkı gözetilmeksizin herkesin eşit olduğu bir kulluk yolculuğunda yürümek, yine duygu yoğunluğu içerisinde dualar ve tövbeler yaparak Allah’a teslimiyetin zirve noktasına ulaşmak, insanların manevi hayatları üzerinde olumlu etkiler meydana getirmektedir.[1]
Her yıl yaklaşık üç milyon civarında Müslümanın Mekke’de bir araya gelerek Kâbe’de tavaf etmesi, Safa ve Merve arasında say’ yapması, Arafat ve Müzdelife’de vakfe işlemini yerine getirmesi, Mina’da sembolik olarak şeytan taşlaması, Medine’de Hz. Peygamber’in kabrini selamlaması, O’nun yaşadığı yerleri gezip görmesi, Müslümanların bir çeşit yıllık büyük kongresine iştirak etmesi, içinde birçok hikmetleri barındıran ve başka hiçbir dinde olmayan muhteşem bir ibadettir. Buralarda sosyal statü, makam, mevki, renk, soy, zenginlik gibi kavramlar ortadan kalkmakta ve merhamet, takva, kardeşlik, eşitlik gibi kavramlar ise öne çıkmaktadır. Bu yönleriyle hac ibadeti, insanın kendisini anlama ve yenileme arayışı ve tam anlamıyla bir olgunlaşma yolculuğudur,[2] daha doğrusu öyle olmalıdır. Hacda görülen sembolik söz ve davranışların anlamlarını kısaca özetleyelim:
Öncelikle milyonlarca Müslüman, benlikten ve kula kul olmaktan kurtularak sadece Allah’a kul olmaya, kavmiyetçilikten eşitlik ve kardeşliğe, fani dünya hayatından ebedi hayata yönelmeye niyet etmektedir. İhram ile eşitlik ve takva elbisesine bürünerek, onun sayesinde sosyal ve ekonomik statüleri, makam ve mevkileri, üniformaları, kültür ve karakterleri, dünya ziynetlerini bir kenara bırakmakta ve insanlar kefeni andıran bu elbise altında eşitlenmektedir. Bir davete icabet anlamına gelen telbiye ile “Emrindeyim Allah’ım” diyerek haykırmaktadır. Kâbe (Beytullah) etrafında yapılan tavaf, sanki bir galaksinin uydusu olan milyonlarca yıldızıyla birlikte dönüşüne benzemektedir. Kâbe’de yapılan tavaf sayesinde kalplerle Kâbe arasında güçlü bir bağ kurulur.[3] Tavaf yaparken Kâbe’yi sol yanımıza almanın nedeni belki de bundandır. Kâbe etrafındaki bu dönüşler, büyük bir denge ve düzen içinde dünyanın güneş etrafındaki dönüşü gibidir. Safa ve Merve arasında yapılan say’ ise, en zor anlarda bile umudu kaybetmeden mücadele etmeyi sembolize etmektedir. Tıpkı Mekke’nin ıssız çölünde küçük oğlu İsmail ile yapayalnız kalmış, su ve erzakın tükenmesiyle telâşlanan, bu yüzden Safa ile Merve tepeleri arasında yedi defa bir ümitle koşturan Hacer annemiz gibi düşünmek, onun gibi Allah’ın rahmetinden ümidi kesmemek ve sabırla, ısrarla çaba göstermektir. Nitekim Hacer annemizin bu sabrı, gayreti, mücadele azmi ve Rabbine olan güveni nedeniyle Allah Teâlâ ona ve küçük oğlu İsmail’e hayatın kaynağı olan zemzem suyunu lütfetmiştir.[4] Say, Yüce Allah’ın bize çok yakın olduğuna inanarak yaşamaktır. Hacer annemiz, imkânsız gibi görünen bir ortamda bile Allah’tan umudunu kesmemiş, çocuğuyla ölümü beklemek gibi bir hataya düşmemiş, sabır, ümit ve tevekkül ile güvendiği Rabbinin rahmetini arayıp bulmuştur.[5] Yeniden diriliş ve mahşerde toplanmayı sembolize eden vakfe, haccın en önemli unsurudur. Çünkü vakfede Müslüman, hayatın her alanında sadece Rabbine boyun eğdiğini, her türlü haksızlık ve zulüm karşısında dimdik ayakta durabildiğini sembolik olarak gösteren bir duruş ortaya koymaktır.[6] Dilleri, renkleri, ırkları ve coğrafyaları hatta kültürleri farklı olan milyonlarca Müslüman aynı amaç için vakfeye dururlar. Burada dünyanın her yanından gelen Müslümanlar, mahşeri kalabalıkta tanışıp kardeş olduklarını ilan ederler. Haccın önemli unsurlarından şeytan taşlama etkinliği, nefisle mücadeleyi sembolize etmektedir. İnsan, yaptığı hataları/günahları kendisine güzel gösterip, onu doğru yoldan saptırmak için sürekli faaliyet gösteren şeytana karşı daima tedbirli olmalıdır. Hacda şeytan taşlamanın anlamı, nefsin/benliğin zararlarını ortadan kaldırmak suretiyle aklı ve iradeyi kullanarak şeytana ve bütün kötülüklere meydan okumaktır.[7] Şeytana taş atmak, esas itibariyle nefsin aşırı arzularını taşlamaktır. İnsana vesvese veren bütün duygulardan kurtularak onlardan uzak durmak, onlarla gönül ilişkisini kesmek, her türlü cehalete son vererek onun yerine ilim ve irfanı koymaktır.[8] Hac sırasında gezilen mekânlar, Hz. Peygamber’in yaşadıklarını hatırlatarak insanları adeta tarihe doğru bir yolculuğa çıkarır. Müslümanlar, Mekke’de Hira Nur dağında vahyin inişini düşünür, müşriklerin Müslümanlara yaptıkları zulüm ve işkenceleri hatırlar, Sevr dağında hicret olayına tanıklık eder, Medine’de Medine Sözleşmesiyle İslam medeniyetine atılan ilk adımı, Uhut dağında Hz. Hamza ve diğer şehitleri hatırlar. Arafat Dağı’nın eteğinde Veda Hutbesini sanki şu an dinliyormuş gibi hisseder. Kısaca hac ibadeti, birçok boyutlarıyla adeta tarihe bir yolculuktur.
Ülkemizde her yıl binlerce insan, hac farizasını ifa etmek için mukaddes topraklara yolculuk yapmaktadırlar. Şüphesiz ki, her Müslümanın amacı, üzerine farz olan hac görevini usulüne uygun bir şekilde yerine getirerek sonucunda Allah rızasını kazanmak ve sağ-salim ülkesine geri dönmektir. Ancak çeşitli ülkelerden gelen yaklaşık üç milyon civarında insanın aynı anda hac görevini yerine getiriyor olması, büyük sıkıntı ve meşakkate neden olmaktadır. İnsanlar izdiham korkusu ve meşakkat sebebiyle kendisini ibadete tam olarak verememekte, bu yüzden ibadetlerini huşu içinde yapamamaktadırlar. Kanaatimizce yaşanan sıkıntı ve meşakkatin nedeni, sadece milyonlarca insanın aynı anda hac görevini yerine getiriyor olması değil, hac farizasıyla ilgili bütün mekânlarda ciddi bir planlamanın olmamasıdır. Nitekim geçtiğimiz yıllarda bu yüzden farklı mekânlarda yaşanan izdihamlar, bazı yıllarda binlerce hacı adayının ölümüne neden olmuştur. Önceki yıllarda hac sırasında yaşanan faciaların tarih itibariyle bilançosu şöyledir:
-
Aralık 1975 yılında 200 ölü,
-
20 Kasım 1979 tarihinde 153 ölü,
-
31 Temmuz 1987 tarihinde 400 ölü,
-
2 Temmuz 1990 tarihinde 1.426 ölü,
-
24 Mayıs 1994 tarihinde 270 ölü,
-
15 Nisan 1997 tarihinde 343 ölü,
-
9 Nisan 1998 tarihinde 118 ölü,
-
5 Mart 2001 tarihinde 35 ölü,
-
11 Şubat 2003 tarihinde 14 ölü,
-
1 Şubat 2004 tarihinde 251 ölü,
-
6 Ocak 2006 tarihinde 76 ölü,
-
12 Ocak 2006 tarihinde 364 ölü,
-
11 Eylül 2015 tarihinde 110 ölü (Kâbe’de vinç kazasında),
-
24 Eylül 2015 tarihinde 753 ölü (Mina’da şeytan taşlama sırasında).[9] Toplam ölü sayısı: 4.513 kadardır.
Bu ölümlerle ilgili olarak Suudi ulemasının yaptığı açıklamalar ise, daha büyük bir faciadır. Suudi Arabistan Başmüftüsü Abdülaziz bin Abdullah el-Şeyh, hacda 2015 yılında Mina’da şeytan taşlama ve Kâbe’de vinç kazasında toplam 863 kişinin öldüğü izdiham ve faciayı ‘İnsanoğlunun kontrolü dışındaki bir olay’ diye nitelendirmiştir. Suudi Arabistan İçişleri Bakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Nayif’le görüşen başmüftü, bu faciada hiçbir sorumluluğu olmadığını belirterek “Kaderden kaçınılmaz” dedi.[10] Hac sırasında ölenler için Suudi Arabistan Başmüftüsünün yaptığı bu açıklama, günümüz fıkıhçıları/İslam hukukçuları ve yöneticilerinin acınacak halini bütün boyutlarıyla ortaya koymaktadır. Aslında bu fetva ve beyanlar, sadece Suudi Arabistan uleması ve yöneticisi ile sınırlı değildir. Bizde ve bütün İslam ülkelerinde yaşanan benzer olaylara ilişkin olarak günümüz fıkıhçıları/İslam hukukçuları ve yöneticilerinin yaptıkları açıklamalarda görülen ortak hastalıktır. Mesela zamanında gerekli denetim ve tedbir alınmadığından meydana gelen ve yüzlerce madencinin ölümüyle sonuçlanan maden ocağı facialarıyla ilgili yöneticilerin ‘felaket bu işin doğasında vardır’ şeklindeki sözleri, yine depreme dayanıklılığı tam olarak denetlenmeden iskân izni verilen binaların depremde yerle bir olması ve binlerce insanın ölmesi olayı ile ilgili olarak ‘bu kader planıdır’ gibi sözler, dere yataklarına konut yapılmasına izin verilmesi nedeniyle sel felaketlerinde binaların yıkılarak can ve mal kayıplarına maruz kalındığında bu felaketle ilgili olarak da ‘bu takdiri ilahidir’ şeklindeki beyanlar, aynı mantığın ürünleridir.
İslam Uleması ve Yöneticilerinin Toplum Sorunlarıyla İmtihanı
Suudi Arabistan Başmüftüsü Abdülaziz bin Abdullah el-Şeyh’in bu beyanı, 863 kişinin ölümü konusunda sırf Suudi yönetimini aklamak uğruna İslam’ın kader inancını çarpıtmaktadır. Zira şeytan taşlama olayında yaşanan izdiham ve meydana gelen ölümler, ‘insanoğlunun kontrolü dışındaki bir olay’ değil, hac olayından sorumlu olan kişi veya kurumların plansız ve tedbirsiz davranmaları nedeniyle bu ölümler vuku bulmuştur. Hiçbir planlama ve düzenleme yapılmadan bütün hacı gruplarının şeytan taşlama işleminin yapıldığı mekâna bir anda gönderilmesi ve geliş ve gidiş yönlerinin gösterilmemesi ve bu yüzden yaşanan izdihamda insanların ölmesi ‘insanoğlunun kontrolü dışındaki’ bir doğa olayı değildir. Nitekim sonraki yıllarda alınan tedbirlerle bu tehlike ortadan kaldırılmıştır. Suudi Arabistan Başmüftüsü Abdülaziz bin Abdullah el-Şeyh, hac işlerinden sorumlu yöneticilerin bu konuda yaptıkları tedbirsizlik ve yanlışlara dini meşruiyet kazandırmak için dinimizin kaza ve kader inancını tahrif ederek bu talihsiz fetvayı vermiştir ki bu, çok tehlikeli ve yanlıştır. Siyasi yönetimin yaptıklarının meşrulaştırılması için dinin temel değerlerinin istismar edilmesi, hatta itikadi bir konu olan kaza-kader anlayışının tahrif edilmesidir.
İslam ülkelerinde fıkıh/hukuk uleması ve yöneticilerinin neden böyle makul olmayan beyanlarda bulunmalarının nedeninin bilinmesi önemlidir. İslam ülkelerinde fıkıhçıların/İslam hukukçularının gerçek anlamda akademik özgürlükleri bulunmamaktadır. Bu yüzden fıkıhçılar/İslam hukukçuları, İslam ülkelerinde yönetimi elinde bulunduran siyasi iktidarların yaptıkları yanlışlar ve adaletsizlikler karşısında genel olarak sessiz kalmakta, hatta bazıları da Suudi Arabistan Başmüftüsü gibi dinin en temel direklerini yıkmak pahasına onlara dini meşruiyet kazandırma çabasına girmektedirler. İslam fıkhı adına bu acınacak durumun ortaya çıkmasının temel nedenleri arasında; gerçek anlamda özgür bir akademik ve hukuki ortamın bulunmaması yanında günümüz fıkıhçılarının, ahlaki yetersizlikleri ve hakiki fıkıh/hukuk zihniyetine sahip olmayışları gösterilebilir. İslam ülkelerinde birçok fıkıhçı/İslam hukukçusu, kendilerini siyasi yönetimlerin sıradan memuru gibi görmektedir. Ayrıca siyasi gücü arkalarına almakla kendilerini çok rahat hissetmekte ve bu konforlu hayatlarını sürdürmenin adeta zevkini çıkarmaktadırlar. İslam’a ve topluma verdikleri zararları ise hiç mi hiç düşünmemektedirler. İslam ülkelerinde adalet, insan hakları, liyakat, doğruluk, dürüstlük gibi ahlaki konularda yüzlerce sorunlar varken, İslam fıkıhçısının/hukukçusunun ve yöneticilerinin rahat bir biçimde koltuğunda oturması ahlak ve akıl dışı bir durumdur.
Asıl ihtiyaç; ibadet ve muamelatta ‘takva ile fetva, azimet (asli hükme bağlı kalma) ile ruhsat (zaruret halinde kolaylaştırma), katılık ile esneklik’ ufukları arasında nasıl bir yol izleneceği konusudur. Bu da meselenin bireysel ya da genel olmasına göre değişir. Bir mesele, bireysel düzeyde çözümlenecekse, bireyin durumuna göre yol izlenir. Ancak bir mesele hakkında herkese ilişkin/genel bir fıkhi/hukuki çözüm bulunacaksa, hakkında açık nass ve kul hakkı söz konusu olmadığı durumlarda en kolay ve esnek fetva ufkunun gösterilmesi gerekir.[11] Hac farizası, genel fıkıh politikası düzeyinde ele alınması ve en zayıf ve yaşlı kimseler dikkate alınarak düzenlenmesi gereken bir ibadettir. Hz. Peygamber’in uygulaması da böyledir.
İbadet Yaparken İnsanların Ölümüne Neden Olmak Vahim Bir Durumdur
İnsanların iyi ahlak sahibi olmaları için farz kılınan bir ibadeti yerine getirirken, ‘öngörülebilir ağır kusurla’ insanların ölümüne neden olmak dinen ve ahlaken izah edilebilir bir durum değildir. Dünya insanlığının devasa sorunlarına çözümler bulması gereken Müslümanların, aklın ve bilimin verilerine uygun düşünülmesi halinde çok kolay çözümlenmesi mümkün olan bu sorun yüzünden can kaybına maruz kalmasının makul bir açıklaması olamaz.
Bugüne kadar hac sırasında yaşanan ve ölümle sonuçlanan olaylara bakıldığında; bu olayların yarısının şeytan taşlama sırasında ya da şeytan taşlamaya gidiş-dönüş yolunda meydana gelen izdihamlar nedeniyle yaşandığı anlaşılmaktadır. Diğer yarısı da Arafat ve Müzdelife vakfesi sırasında meydana gelmiştir. Hacıların aynı anda Mina’ya hareket etmiş olması, izdihamın oluşmasını ve ölüm tehlikesini beraberinde getirmiş olduğu söylenebilir. Yukarıda belirtilen yıllarda çok sayıda ölümle sonuçlanan olaylardan sonra alınan tedbirlerle, Mina’da şeytan taşlama sırasında izdiham oluşturacak ve dolayısıyla can güvenliğini tehlikeye atacak hususların ortadan kaldırılmaya çalışıldığı ve yapılan planlamalarla hacı gruplarının geliş ve dönüşlerinin düzenlendiği, yine eskiye göre Arafat ve Müzdelife’de önemli düzenlemelerin yapıldığı tarafımızdan müşahede edilmiştir. Demek ki, bu facialar ‘insanoğlunun kontrolü dışında bir olay’ değilmiş ve tedbir alındığında izdihamlar ve ölümler önlenebiliyormuş. Demek ki Allah Teâlâ, kaderi insanların iradeleri yönünde tayin ve takdir ediyormuş. Yapılan planlama ve alınan tedbirlerden sonra yani bugünkü haliyle Mina’da şeytan taşlama sırasında can güvenliğini tehlikeye sokacak bir durum söz konusu değildir. Zira hacı gruplarının Mina’ya giriş ve çıkışları düzenlenmiş olup şeytan taşlama işlemi bir plan dâhilinde yapılmaktadır.
Ancak, Kâbe’de yapılan tavaflar sırasında ‘Hacerü’l- Esved’ taşı etrafında yaşanan izdiham, halen hacıların can güvenliğini tehdit etmekte; yaralanma, ezilme ve hatta ölümler vuku bulmaktadır. Daha önce haber kaynaklarından öğrendiğimiz bu acı gerçeğe bizzat yaşayarak şahit olmaktan büyük bir üzüntü duyduğumu ifade etmek isterim. ‘Hacerü’l- Esved’ taşı etrafında meydana gelen izdiham nedeniyle vuku bulan ölümler, münferit vakalar olarak görüldüğünden toplu ölümler kadar dikkat çekmemektedir. Hâlbuki “Kim, bir insanı haksız yere öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Kim de bir can kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.”[12] buyrulmaktadır. Bu ayet, İslâm’ın insan hayatına verdiği önemi ve değeri göstermektedir. Anne karnından itibaren dokunulmaz yaşama hakkına sahip olan insanoğluna karşı işlenebilecek en ağır suçların başında, şüphesiz ki onun hayatına haksız yere son vermek gelmektedir. Zira "Kim bir mümini (haksız yere) kasten öldürürse, onun cezası, içinde devamlı kalacağı cehennemdir."[13] buyrulmaktadır.
Allah Teâlâ, insan hayatının kutsal olduğunu bildirmiş, bu nedenle bir kişinin canını korumayı bütün insanlığın canını korumak kadar erdemli bir davranış olarak görmüş; haksız yere bir insanı öldürmeyi de bütün insanları öldürmek kadar büyük bir cürüm saymıştır. Zira bütün insanlar doğuştan birbirlerine eşittir ve her bir insan kendi türünü temsil eder. Hukuken haklı bir neden olmaksızın bir kişiyi öldüren kimse, genel olarak bütün insanlığın hayat varlığına saldırıda bulunmuş ve insan hayatının kutsallığına inanmadığını göstermiş olur. Hâlbuki insan hayatının korunabilmesi için insanların birbirine saygı göstermeleri, hayatın kutsal olduğuna inanıp korunmasına yardımcı olmaları gerekir.[14]
İzdiham Sonucu Ölümün Niteliği: Kasıt Benzeri Öldürme
Adam öldürme suçu, doktrinde katil eylemini yapanın kastı esas alınarak kasten (amden) ve hatâen olmak üzere iki gruba ayrılır. Kur’an’da bu iki tür katilden söz edilmektedir.[15] Malikiler bu ikili ayırımı benimserken Şafii, Hanbelî ve Zeydiyye mezhebine bağlı fıkıhçılar/İslam hukukçuları bunlara kasıt benzeri öldürmeyi (yani günümüz hukukunda var olan ‘öngörülebilir kasıtla’ öldürmeyi) de dâhil ederek katil çeşitlerini üçe, Hanefîlerden bir grup fıkıhçı, hata niteliğindeki öldürmeyi de ilave ederek dörde, bir kısmı da tesebbüben (bir kişinin ölümüne neden olacak tehlikeli bir eylemi yaparak) öldürmeyi de ekleyerek beşe çıkarır.[16] Fıkıhçılar/İslam hukukçuları, ‘kasıt’ ile ‘hata’ arasında bulunan ‘kasıt benzeri öldürme’ şeklindeki eylemde failin öldürme kastının tam bulunmadığı, fakat hata ile öldürmedeki kadar da mazur görülemeyecek durumları bu üçüncü gruba dâhil etmiş ve bunu diğer iki grup öldürme türünden ayrı tutmuşlardır. Kasıt benzeri öldürmenin tam bir tanımı verilemezse de, fâilin bu eylemi ölümle sonuçlanabileceğini öngörerek yaptığı, ancak ölüm sonucunu istemediği durumlar, modern hukuktaki ifadesiyle “öngörülebilir kasıtla” yani kural olarak kasten değil ama kasıt benzeri bir kusurla öldürme kabul edilir. Kasıt benzeri öldürme ise, ölüme neden olan eylemin iradî olması sebebiyle kasta benzerken, ölüm sonucunun doğrudan istenmemiş olması yönüyle de hataya benzerlik gösterir ve bu iki noktaya yakınlığı ölçüsünde fıkhi hükmü değişir.[17] Kalabalık bir ortamda tavaf yapan hacıların, Hacerü’l-Esved taşına zorunlu olmadığı halde mutlaka el sürmek için orada izdiham oluşturmaları halinde; bu izdiham sonucunda insanların zarar görebileceğini, hatta yaşlı insanların düşüp ezilerek hayatlarını kaybedebileceğini öngörmektedirler. Ancak ölüm sonucunu tam olarak istememektedirler. Dolayısıyla burada insanların yaralanmasına ya da ölmesine neden oldukları takdirde ‘kasta yakın bir derecede’ öldürme eyleminden dünya ve ahrette sorumlu olacaklardır. Bu ibadet esnasında bir tane bile insan ölse, bu olay karşısında bütün Müslümanların ayağa kalkmaları ve yöneticilerin de bu izdiham ve ölümlerin tamamen önlenmesi için gereken bütün tedbirleri almaları gerekmektedir.
Kâbe’de Tavaf ve ‘Hacerü’l- Esved’ Taşını Selama Nasıl Yapılmalıdır
‘Hacerü’l- Esved’ taşı etrafında yaşanan bu izdihamlar, hacıların tavaf yaparken mutlaka Hacerü’l-Esved’e el sürmek ya da onu öpmek istemelerinden kaynaklanmaktadır. Peki, Hz. Peygamber’in Hacerü’l-Esved ile ilgili sünneti ve uygulaması nedir? Hz. Peygamber, tavaf ederken bazen (kalabalık olmadığı zaman) Hacerü'l-Esved'i öpmüş, eliyle dokunmuş, bazen (kalabalık olduğu zaman) de uzaktan eliyle veya elindeki asasıyla selamlamıştır. Demek ki, kalabalık olmadığı zamanlarda Hacerü'l-Esved'e el sürmek veya onu öpmek, bu mümkün değilse (yani kalabalık olursa) elle işaret ederek uzaktan selamlamak sünnettir.
Tavafta çok kalabalık olduğu zaman Hacerü’l-Esved’in öpülmesi veya ona dokunulması için başkalarına eziyet edilmemesi, hele ölümüne neden olacak bir davranış içinde asla bulunulmaması gerekir. Bu durumda uzaktan işaretle istilâm etmek (selamlamak) daha uygundur. Çünkü Hacerü’l-Esved’e dokunmak sünnet, başkalarına zarar vermekten kaçınmak ise vacip, yine bir insanın ölümüne neden olmaktan kaçınmak da farzdır. Nitekim Hz. Peygamber, Veda haccının tavafında Hacerülesved’i elindeki değnekle işaret ederek istilâm ettiği (selamladığı) gibi[18] Hz. Ömer’i de insanlara eziyetten sakınarak uzaktan istilâm (selamlama) yapması konusunda uyarmıştır.[19]
Bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu da Hz. Peygamber’in sünneti doğrultusunda fetva vermiştir. Buna göre; tavaf mahalli tenha olur ve Hacerü’l-Esved’e yaklaşmak mümkünse öpülür; öpme imkânı bulunamaması hâlinde bu sünnet uzaktan eller kaldırılıp “Bismillahi Allahüekber” denilerek selamlamakla yerine getirilmiş olur.[20] Kalabalık olması hâlinde Hacerü’l-Esved’i öpmek için başkalarına eziyet etmek caiz değildir. Hacerü’l-Esved’e elle dokunamamak hiçbir şekilde tavafta bir eksikliğe neden olmaz.[21] Tavaf esnasında Hacerü’l-Esved’e dokunulması ve onun öpülmesi yönündeki rivayetlerden, bu taşın kutsallığı sonucunu çıkararak bu uygulamayı bizzat Hacerü’l-Esved’e karşı bir saygı ifadesi olarak görmek doğru değildir. Hacerü’l-Esved ile ilgili olarak Hz. Ömer’in “Allah’a yemin olsun ki senin zarar veya fayda vermeyen bir taş olduğunu biliyorum; eğer Resulullah’ın seni selamladığını (istilam ettiğini) görmeseydim ben de seni selamlamazdım.”[22] şeklindeki sözü de bu yaklaşımı desteklemektedir. Bugün için hac ibadetinin yerine getirilmesinde (tavaf sırasında) karşılaşılan en büyük sorun ve ölümlerin meydana gelmesinin en büyük nedeni izdihamdır. İzdiham, aşırı kalabalık, yığılma; insanların sınırlı bir alanda daralması ve sıkışması anlamlarına gelmektedir. İzdiham nedeniyle zorluk ve sıkıntının en fazla yaşandığı ibadet ise, hiç şüphesiz hacdır. İzdiham, insanların hac ibadetini yaparken sıkıntı, meşakkat ve zorluk çekmelerine, hatta ölmelerine neden olmaktadır. Hâlbuki İslam, hiçbir ibadette Müslümanların zorluk ve meşakkatle karşılaşmasını istememektedir.[23]
İzdiham nedeniyle can kaybı tehlikesinin olması halinde fıkıhta ruhsat hükümlerinin uygulanması gerekir. Bilindiği gibi bazı durumlarda kulların özürlerinden dolayı, onlardan zorluğu kaldırmak için meşru kılınan istisnaî hükümlere ya da kolaylıklara ‘ruhsat’ denir. Sözlükte ‘kolaylık’ anlamına gelen ruhsat kelimesi, fıkıh bakımından geçerli mazeretler nedeniyle normal durumlara ait aslî hükmün gereğine uymamayı meşru hale getiren, kolaylaştırma esasına dayalı istisnai hükmü ifade eder.[24] Ayrıca kişinin, fıkıh mezheplerinin farklı içtihatları arasında kendisine en kolay geleni seçmesi anlamında da ruhsat söz konusu olmaktadır. Yani ruhsat, zaruret halinde dinin asli hükümleri konusunda başvurulan kolaylık veya kolaylaştırmadır. Nitekim Resûlullah ashabından birini herhangi bir iş için görevlendirirken şu tavsiyede bulunurdu; "kolaylaştırın zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin."[25]
Hz. Peygamber’in bu hadisi ve bu yöndeki uygulamaları, bugün İslam fıkhının temel ilkelerinden biri olmalıdır. Hz. Peygamber’in uygulamaları arasında kolaylaştırmaya; zorlaştırmamaya çarpıcı bir örnek verelim: “Sizden biriniz, insanlara namaz kıldırdığı zaman kısa ve hafif tutsun. Çünkü onların arasında zayıf, hasta ve yaşlılar vardır. Herhangi biriniz kendi başına namaz kıldığında ise, dilediği kadar uzatsın”[26] Burada dinin direği olan namaz ibadetini cemaatle ifa ederken geneli düşünme; hasta ve en yaşlı olan cemaate göre bir kolaylaştırma ve uygulama vardır. Ama tek olarak kılınması halinde dilediği kadar uzatma imkânı vardır. Hz. Peygamber’in namazdaki bu kolaylaştırma tavsiyesi, sünnetin dar yorumlanması halinde sadece namazla ilgili olduğu zannedilir. Ancak Hz. Peygamber’in "kolaylaştırın zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin." tavsiyesi çerçevesinde O’nun sünnetinin, İslam’ın genel bir hikmeti olarak okunması halinde, bu kolaylaştırmanın fıkhın tamamı için bir genel ilke olduğu sonucuna varılabilir. İşte bu mantıktan hareketle düşündüğümüzde; kolaylaştırma ilkesi, çok yönlü ve meşakkatli bir ibadet olan haccın, insanların can güvenliği sağlanarak yapılması açısından bir ihtiyaç, hatta zaruret arz etmektedir. Nitekim Hz. Peygamber’in hac sırasında zayıf kimseleri bazı rivayetlere göre “insan kalabalığından önce”[27] diğer bazı rivayetlere göre ise “insanlar gitmeden önce”[28] geceleyin Mina’ya göndermesi, izdihamdan zarar görmemeleri için tedbir alma kabilinde bir uygulama olarak değerlendirilebilir. Buna göre, günümüzde de tavaf sırasında ‘Hacerü’l-Esved’ taşının etrafında görülen izdihamlar nedeniyle meydana gelebilecek can kayıplarını önleyecek planlamaların yapılması; ölüm tehlikesi arz edecek şekilde ‘Hacerü’l-Esved’e el sürmek yerine, Hz. Peygamber’in çoğu zaman yaptığı gibi onu uzaktan el ile selamlama (istilam) yönteminin uygulanması, gerekirse onun önüne el sürmeyi önleyecek bir engelin konulması, Hz. Peygamber’in sünnetine ve uygulamalarına daha uygun düşmektedir.
Sonuç Olarak
1) İslam’da ibadetlerin genel amacı insanları daha ahlaklı kılmak iken, hac ibadeti sırasında insanların ‘kast benzeri’ bir eylemle ölümüne neden olma ahlaksızlığına mutlaka engel olunmalıdır. Bugün sevgiye, barışa, adalete ve huzura susamış dünya insanlığına, İslam’ın emsalsiz adalet, eşitlik, insan hakları/onuru tasavvurunu sunmakla görevli günümüz fıkıhçıları/İslam hukukçuları ve yöneticiler artık fildişi kulelerinden çıkarak Müslümanların bu can yakıcı ve onur kırıcı somut problemine ve diğer sorunlara net çözümler sunmaları gerekmektedir. Zira bu konuda büyük bir vebal ve sorumluluk taşımaktadırlar. Zira İslam fıkhında/hukukunda ‘zarurat-ı diniyye/zarurat-ı hamse’ diye bilinen beş temel esastan[29] birincisi can güvenliğidir. Bu beş temel esas, değişmesi mümkün olmayan anayasa maddesi gibidir.
2) Bir tedbir alınmayıp hacılar kendi haline bırakıldığında Hacerü’l-Esved önünde mutlaka izdiham meydana geldiğinden, bu izdihamı önlemek ve dolayısıyla insan ölümlerine mani olmak için Hacerü’l-Esved’e el sürme veya onu öpme eylemini fiziki olarak tamamen engellemek ve Hz. Peygamber’in bu sünnetini, O’nun da çoğunlukla yaptığı gibi uzaktan el ile selamlayarak yerine getirmek en uygun çözüm olarak görünmektedir.
[1] Enver Polatoğlu, Haccın Hikmet Boyutu ve Sembolik Yapısı, Doktora Tezi, İslami İlimler Araştırmaları Dergisi 12. Sayı, Aralık 2022, s.120-146.
[2] Enver Polatoğlu, Haccın Hikmet Boyutu ve Sembolik Yapısı, Doktora Tezi, İslami İlimler Araştırmaları Dergisi 12. Sayı, Aralık 2022, s.120-146
[3] Ekrem Keleş, Umre Rehberi (Ankara: DİB Yayınları, 9. Basım, 2015.
[4] Taberi, Camiu’l-Beyan, 13/690. Naklen: Enver Polatoğlu, Haccın Hikmet Boyutu ve Sembolik Yapısı, Doktora Tezi, İslami İlimler Araştırmaları Dergisi 12. Sayı, Aralık 2022, s.120-146.
[5] Kur‘an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, DİB Yayınları, Ankara 2008, ayet: 243.
[6] Fikret KARAMAN, Hacda Geleneksel İnanç ve Davranışlar, Türkiye’de Hac Organizasyonu Sempozyumu, DİB Yayınları, Ankara 2007, s. 463.
[7] Hayati HÖKELEKLİ, Din Psikolojisi, TDV Yayınları, Ankara 2001, s. 240.
[8] Hasan Kamil YILMAZ, Haccın Ruhu, Hac Menâsikinin Sembolik Anlamı, Bütün Yönleriyle Hac Sempozyumu, Ensar Neşriyat, 1. Basım, İstanbul 2015, 106
[9] Kaynak: TRT Haber, 25.09.2015.
[10] Dailymotion - Euronews (Türkçe), 26 Eylül 2015. Not: Euronews Dailymotion, Avrupa'nın en çok izlenen haber kanalı Euronews'ten seçilen uluslararası haberleri ileten kurum.
[11] Emir KAYA, Fıkıhtan Hukuka Bir Doktrin Önerisi, Eskiyeni Yayınları, Ankara 2022, s. 73.
[12] Maide Suresi, Ayet: 32.
[13] Nisa suresi, ayet: 93.
[14] Diyanet, Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2, s. 257-258.
[15] Nisa suresi, ayet: 92-93.
[16] Ali BARDAKOĞLU, TDV İslam Ansiklopedisi, Katil maddesi.
[17] Ali BARDAKOĞLU, TDV İslam Ansiklopedisi, Katil maddesi.
[18] Buhari, Ḥac, 58; Müslim, Ḥac, 254.
[19] Müsned, I, 28. https://www.diyanethaber.com.tr/istilam-ne-demektir.
[20] İbni Abidin, Reddü’l-muhtâr, III, 504, 505.
[21] Diyanet İşleri Başkanlığı, Din İşleri Yüksek Kurulu, 12.07.2017.
[23] Maide suresi, ayet: 6; Hac suresi, ayet: 78.
[24] İbrahim Kâfi DÖNMEZ, TDV İslam Ansiklopedisi, Ruhsat maddesi.
[25] Müslim, Cihat, 1732; Buhari, 3, 72.
[26] Buhari, İlim, 28; Tirmizi, Salat, 61.
[27] Buhari, Hac, 98; Dârimî, Menâsik, 53.
[29] İslam fıkhında/hukukunda var olan zarurat-ı diniyye yani beş zaruri temel esas şunlardır: 1. Canın korunması, 2. Aklın korunması, 3. Dinin korunması, 4. Neslin korunması, 5. Malın korunması.