Medeniyet İnşasında Öne Çıkan Temel Unsur: Hukuk ve Adalet
MAKALE
Paylaş
29.05.2024 16:37
1 yorum
371 okunma
Av. Necati Kırış

Hukuk, kavaid şeklinde tebellür etmiş olan medeniyettir

                                                    (Sadri Maksudi Arsal)

Giriş

Sosyal bir varlık olan insan, bütün ihtiyaçlarını tek başına karşılayamadığı için toplum halinde yaşamak zorundadır. Bu, insanın sosyal bir varlık olduğunu göstermektedir. İnsanların birlikte yaşadıkları her yerde ise, barış ve düzen içinde bir hayatın tesisi ve devamı için, adil hukuk kurallarına ve bu kuralları eşit ve tarafsız olarak uygulayacak siyasi iktidara/devlete ihtiyaç bulunmaktadır. Bu nedenle toplum; ‘ortak bir teşkilat ve menfaat birliğine sahip olan ve aynı hukuka bağlı olarak hayatlarını sürdüren insanlar topluluğu’ olarak ifade edilmiştir.[1] Hukuk ise, ‘adaleti gerçekleştirmeyi amaçlayan toplumsal düzen kuralları[2] olarak tanımlanmaktadır. Unan’a göre kültür ve medeniyet, dünyada insan ve onun eylemlerinden önce var olmamıştır. Başka bir deyişle insan eli değmemiş bir yerde kültür ve medeniyetin olması mümkün değildir. Dolayısıyla kültür de medeniyet de insanın eseridir.[3] Dolayısıyla medeniyet inşa etme niteliği, varlıklar içinde sadece insana verilmiş bir yetkinliktir. İnsanların dışında mesela hayvanlar medeniyet kuramazlar. Hayvanlar, kendi içlerine yüklenen içgüdüleriyle hareket etmekte olup, daima aynı eylemleri tekrar ederler; hiçbir gelişme ve ilerleme gösteremezler.   

1. Medeniyet Kavramı

Medeniyet kavramı, Arapçada şehir anlamına gelen ‘medine’ kelimesinden Osmanlı Türkçesinde türetilmiştir. Buradan hareketle medenî kavramı da ‘şehre mensup olan, şehirli’ anlamı taşımaktadır. Ayrıca ‘medine’ kelimesinden temeddün mastarı (İsim-fiil) türetilerek ‘medenî hayat/şehir hayatı yaşamak’ anlamında kullanılmıştır.[4] Uygur Türklerinden günümüze kadar intikal eden ve ‘belirli yasalara uyarak şehirde yaşayan halk’ manasındaki uygur kelimesinden türetilen uygarlık kavramı da, halen Türkçede medeniyet karşılığında yaygın olarak kullanılmaktadır. Medeniyet kavramının Batı dillerinde karşılığı, Latincede ‘şehirli’ anlamına gelen ‘civilis’ kelimesinden türetilen ‘civilisation’dur. Eski Yunan dilinde şehir anlamında kullanılan ‘polis’ kelimesi de, ‘medeniyet’ ve ‘civitas’ gibi şehirli olma, incelik, nezaket, kibarlık manaları taşımaktadır.[5] 19. yüzyıldan itibaren Osmanlı Türkçesinde yaygın olarak kullanılmaya başlayan medeniyet kavramı sözlüklerde ‘ünsiyet’ (yakınlık, tanışıklık), ‘tehzib-i ahlak’ (güzel ahlak), ‘te’dib-i ahlak’ (zarafet, ince davranış), ‘te’nis’ (terbiye), ‘te’dip’ (iyi davranış) olarak; ‘medeni’ ve ‘civilized’ kelimeleri de ‘munis’ (cana yakın), ‘edepli’ şeklinde tanımlanmıştır.[6] Osmanlı ahlak âlimi Kınalızade Ali Çelebi, bu manaları içerecek bir şekilde “temeddün” kavramını kullanır ve anlamının da ‘insan fertleri topluluğu’ olduğunu söyler.

Politika’ isimli eserinde ‘her devletin iyi bir amaçla kurulan bir insan topluluğu olduğunu’ belirten Aristo’ya göre, insan doğuştan toplumsal ve siyasi bir varlık olduğu, tek başına yaşayabilecek bir varlık olmadığı için, mutlaka bir toplumun üyesi olarak yaşamak durumundadır.[7] Çünkü insan doğası gereği bir sosyal ve siyasi varlık olduğundan, bir toplumun ya da devletin üyesi olmayan bir varlık, seviye olarak ya insanın altında ‘hayvan’ konumunda, ya da onun üstünde ‘Tanrı’ konumunda bulunur. İslam düşüncesinde, İbni Haldun’a göre, toplumsal hayat gerçeği, insanlık tarihinin değişmeyen temel niteliklerinden birisidir. İnsan türü için toplum halinde birlikte yaşama bir zorunluluktur. Aksi halde insanın bu dünyada varlığını sürdürmesi mümkün olmayacağı gibi Allah’ın, insan vasıtasıyla bu âlemi imar etme ve insanı kendisine ‘halife’ kılma yönündeki iradesi gerçekleşmiş olmazdı. Nitekim insan için sosyal hayat olgusu, başından beri İslam’da bilindiğinden, Hz. Peygamber, küçük yerleşim birimlerinden oluşan Yesrib’in adını kaldırıp ‘Medine’ ismi koyarak Mekke’den hicret eden muhacirleri bir plan dâhilinde buraya yerleştirmiş, şehir oluşturarak büyük bir sosyalleşmeyi gerçekleştirmiş[8] ve burada yaşayan dini, ırkı, mezhebi farklı toplulukları içine alacak şekilde ‘Medine Vesikası/Medine Anayasası’ çerçevesinde bir siyasi birlik (devlet) oluşturmuştur. Böylece ilk İslam medeniyetinin temelini atmıştır.

Muallim-i Sani olarak kabul edilen Farabi’nin, ‘medine’ ve türevi olan kavramlarla ilgili yaptığı tanıma göre, medeniyet denildiğinde şu unsurlar öne çıkmaktadır; 1) Yöneten ve yönetilen kesimden oluşan toplum (insan unsuru), 2) Tabiatı gereğince birlikte yaşama eğilimine sahip olan insanın toplum halinde yaşayacağı mekân olan medine/şehir (coğrafya/ülke unsuru), 3) Belirli hukuk kuralları çerçevesinde, toplumun huzur, refah, güvenlik ve özgürlüklerini güvence altına almak üzere kurulan meşru bir siyasi iktidar/devlet mekanizması (devlet unsuru), 4) İnsanların işbölümü içinde maddi-manevi bütün ihtiyaçlarını karşılamaya ve yetkinliklerini gerçekleştirmeye yarayan bilgiye dayalı akli erdemler (bilim/bilgi unsuru), 5) Devlet yönetiminde ve sosyal hayatta ‘doğruluk, adalet, liyakat, meşveret’ gibi doğru davranışlara dayanan ahlaki erdemler (değer unsuru). Hemen belirtilmelidir ki, medeniyet kavramını oluşturan ve birbiriyle sıkı ilişki içinde olan bu unsurlardan en belirleyici olanı, şüphesiz ki, ‘ahlaki değer’ unsurudur. Çünkü insanların ‘medinede/şehirde’ kuracakları topluluk, rastgele/sıradan bir topluluk değil, hukuk, adalet ve doğruluk temeline dayalı bir ideal birlikteliktir. Farabi’nin medeniyet konusuyla ilgili görüşlerini yorumlayan Taşköprizâde de, erdemli bir toplum ve uygarlık oluşturmak için medenî hayat (temeddün) ile dinî hayat (tedeyyün) arasında sıkı bir bağlantı kurulması gerektiğini vurgulamıştır.[9] Bilindiği gibi yeryüzünün imarı, ıslahı ve adalet değerini gerçekleştirme görevi, insana tevdi edilmiştir. ‘İnsanın bu dünyadaki varlık nedeni nedir, nasıl davranmalıdır, nereden geldi nereye gidecektir’  gibi sorulara verilecek cevapların, medeniyet anlayışını olduğu gibi hukuk ve adalet anlayışını da etkileyeceği söylenebilir.

2. Medeniyet İnşasında Öne Çıkan Temel Unsur: Hukuk ve Adalet

Bir medeniyet inşasının birden çok unsurları olmakla birlikte toplumsal düzeni sağlayan hukuk ve adalet unsurunun, insanın maddi ve manevi yeteneklerini geliştirebileceği özgürlük ortamını hazırlaması nedeniyle daha belirleyici olduğu söylenebilir. Hukukla medeniyet arasındaki bu sıkı bağlantıyı ‘hukuk, kurallar şeklinde ortaya çıkmış olan medeniyettir’ şeklindeki tanım çok veciz bir biçimde ortaya koymaktadır. Bu açıdan bakıldığında; insan, toplum, hukuk, devlet ve medeniyet kavramları birbirlerini tamamlayan ve birbirlerinden ayrı düşünülmesi mümkün olmayan unsurlardır. Medeniyet ile hukuk ve adalet arasında öyle bir ilişki vardır ki, yapılan hukuk tanımına uygun olarak oluşacak hukuk anlayışlarına göre medeniyetlerin de şekil aldığı söylenebilir.

Medeniyet inşasında öne çıkan unsur, şüphesiz ki devlet, hukuk ve adalet (sosyal çevre) unsurudur. Bu da devlet ve siyasi iktidar/otorite kavramlarını beraberinde getirmektedir. Kültür ve medeniyetler, ancak ‘toplum’ denilen sosyal çevre ve ‘devlet’ denilen siyasi otorite ile kurulabilmiştir. Ancak hemen belirtilmelidir ki, sadece devletin ve siyasi otoritenin varlığı, toplumların dünya ve ahret mutluluğuna ulaşması ve medeniyet inşa etmeleri için yeterli değildir. Hatta bu devletin kanunlarının olması medeniyet inşasında gerekli ama yeterli unsurlar değildir. O halde bu konuda temel bir kıstasın bulunması gerektiği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Siyaset ve hukuk felsefesi bize bu kıstasın, adalet ve insan hakları olduğunu göstermektedir. Yani devlet ve siyasi otoriteye asıl anlam kazandıran temel faktör, hukuk ve adalet değeridir. Kısaca, devletler, hukuk, adalet ve insan hakları gibi evrensel değerlere uygun hareket ettikleri ölçüde ideal anlamda medeniyet inşa etme ve onu geliştirme yoluna girmiş sayılır. Birey ve toplumlar da bu değerleri kendi hayatlarında içselleştirmeleri oranında medenî insan ve toplum sayılacak, böylece yaptıkları işler de anlam kazanacaktır. Toplumların hukuk ve adalet değerlerine dayalı olan zihniyet dünyası medeniyetlerin özünü, devlet ve siyasi otorite ise onun biçimsel yönünü oluşturmaktadır.[10]

Sonuç

Aklı başında hiçbir insan, adalet ve hakkaniyet değerinden uzak ve sadece güce dayalı devletlerin medeni olduğunu kabul etmez. Günümüzde batı medeniyeti, sadece maddi anlamda gelişmiş, ancak adalet ve hakkaniyet değerlerinden uzak olan medeniyete örnek, tek yanlı medeniyettir.  İbni Haldun’un Mukaddime’de kullandığı ümran kavramı, şehirlerdeki yerleşim alanlarını ve dünyayı mamur ve bayındır kılma, imar ve inşa etme faaliyetlerini içerdiği gibi, ilk fıtrat halindeki insan doğası ile sosyal çevrenin inşa ettiği insan doğası; kısaca beden ve karakter (ahlak) inşası gibi konuları da kapsamaktadır. İbni Haldun, insanda beden ve karakter inşasının sosyal çevre, köy ve şehirlerdeki yerleşim alanları, hayat tarzı ve meslekler gibi değişik unsurlarla oluştuğunu söyler.[11] Görüldüğü gibi İbni Haldun’un ümran kavramı, hem maddi/fiziki hem de manevi/ahlaki imar ve inşayı içine alan kapsayıcı bir medeniyet anlayışını ifade etmektedir.


[1] Şaban Ali DÜZGÜN, Din Birey Toplum, Ankara 1997, s. 13.

[2] Vecdi ARAL, Hukuk Felsefesinin Temel Sorunları,

[3] Fahri UNAN, Yeni Medeniyetimizin Muharrik Unsuru Ne Olacak, https://yunus.hacettepe.edu.tr.

[4] İlhan KUTLUER, TDV İslam Ansiklopedisi, Medeniyet maddesi.

[5] İbrahim KALIN, Dünya Görüşü, Varlık Tasavvuru ve Düzen Fikri: Medeniyet Kavramına Giriş, Divan-Disiplinler Arası Çalışmalar Dergisi, Cilt: 15 Sayı: 29 (2010/2), s. 1-61.

[6] Tuncer BAYKARA, Osmanlılarda Medeniyet Kavramı ve Ondokuzuncu Yüzyıla Dair Araştırmalar, Akademi Kitabevi, İzmir 1992, s. 20-22,

[7] Aristo, Politika, s.26; Aristo, Nikomakhos’a Etik, çvr. Furkan Akderin, Say Yayınları, İstanbul 2014, s.28.

[8] Kasım ŞULUL, “İbn-i Haldun’a Göre İslam Medeniyeti”, İnsan Yayınları, İstanbul 2011, s. 18.

[9] Taşköprizâde, Miftâḥu’s-saʿâde, I, s. 26-27, 311, 314-315, 320, 403-405, 407-408; II, s. 150.

[10] Ahmet KÜÇÜK, Medeniyet Tasavvurunun Unsurları ve Dinamikleri -Kur’an Verileri Işığında Bir İnceleme-, Marife/ Dini Araştırmalar Dergisi, cilt: 18, Sayı: 2, Kış 2018.

[11] Abdülkadir ZORLU, İbni Haldun’da Beden İnşası Açısından Bedevî Ümran ve Hadarî Ümran, https://dergipark.org.tr.

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Toplam 1 yorum yapıldı
Batının adaleti kendine
Batı dünyası sadece maddi üstünlükle yükselmemiştir. Adalette vardır. Adaletin olmadığı bir toplum uzun süre ayakta duramaz. Ancak Batı'nın adaleti kendinedir. Batı'da merhamet ve sevgi yani iyilik yoktur. İyilik karşılıksız vermektir.Adalet kötülüğü yasaklar ancak iyiliği emretmez.İyilik merhamet yoksa sevgi de yoktur. Bir medeniyeti ayakta tutan iki direk ADALET ve SEVGİ'dir.
Yorum Ekleyen: İlhan Akkurt     3.06.2024 15:16:37

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya