Kur’an, kâinatta sarsılmaz bir düzenin bulunduğunu ve bunun da boş ve anlamsız olmadığını; kâinatın insan varlığına uygun ve yararlı biçimde düzenlendiğini ve bu düzenin de Allah tarafından konulduğunu ifade eder. Dolayısıyla kainatta bir kozmosun /düzenin olduğu ve bir kaosun/düzensizliğin olmadığı da Kur’an’ın temel mesajları arasında yer alır ve bu mesajlar da düzen ve düzensizlik kavramlarına tekabül eden kelimelerle ifade edilir.
Kur’an’a göre her şey, bir ölçüye göre yaratılmıştır. [1] Bu ölçü uyarınca da her şey, kendine has bir yaratılışa ve tabiata sahiptir. [2] Allah, sadece yaratmakla kalmamış, yaratılışı belli bir tasarım uyarınca düzenlemiş ve yarattıklarına var oluş gayesini yerine getirebilmeleri için de hangi yolu izleyeceklerini göstermiştir. [3] Bu nedenle Allah’ın yaratmasında bir düzensizlik olmadığı gibi kozmik sistemde de bir boşluk ve düzensizlik yoktur. [4] Nitekim “Güneş ve ay bir hesaba göredir. Yıldızlar, bitkiler ve ağaçlar O’na secde eder. O, göğü yükseltmiş ve dengeyi (mîzan) koymuştur, siz de o dengeyi bozmayınız” [5] mealindeki ayetlerde, gök cisimlerine ait hareketin bir denge yasasına bağlı olduğu ve matematik ilkelerine uygun biçimde gerçekleştiği, dolayısıyla bu dengenin bozulmaması gerektiği hatırlatılmıştır. [6]
“Kur’an’da kainatın haricinde ayrıca tarihte vuku bulmuş hadiseler ile ilgili geçerli kanunlara da vurgu yapılmış ve her iki alanda sistemin belli bir düzen ve kural çerçevesinde işlediği belirtilmiştir. Fertlerin yaşaması ve ölümü için biyolojik kanunlar bulunduğu gibi toplumların yaşaması ve helâki için de sosyal kanunların olduğu anlatılmış ve bu kanunların zorunlu olmadığı, Cenâb-ı Hakk’ın iradesine bağlı olduğu da ifade edilmiştir. Kur’an’da ayrıca tabiat kanunları ile sosyal kanunlar arasında bağ kurularak sosyal kanunlara uyulmaması halinde tabiat kanunlarının devreye gireceğine işaret edilmiş; bu bağlamda Hz. Nûh’tan itibaren birçok kavmin tûfan, deprem, kasırga ve denizde boğulma gibi âfetlerle helâk edildikleri anlatılmıştır”. Bunun sebebi olarak da fesad/ bozulma, çürüme gösterilmiştir.
Nitekim Kur’an’da insanları doğruluktan saptırma; kendi iradesini halkın ve Hakk’ın iradesi üzerinde görme; sadece kendi görüşlerini doğru kabul edip başka görüşleri dikkate almama, nasihat dinlememe; insanları Allah’ın yolundan alıkoyma; haksız yere kan dökme; fuhuş; yol kesme ve hırsızlık yapma; insanları gruplara ayırma; sihirbazlık yapma; servetine güvenerek büyüklenme; insanların mal ve can güvenliğini tehdit etme, ekini ve nesli yok etme; tartıyı eksik yapma; akrabalık bağlarını koparma ve toplumu anarşi ortamına sürükleme, fesad olarak ifade edilmiştir. [7] Bundan da anlıyoruz ki Kur’an’da zikredilen bu konulardan her biri, fesada/ sosyal çürümeye sebep olmaktadır. Bu nedenle Allah Teâlâ’nın, “Karada ve denizde bozulmanın(fesâdın) ortaya çıkması, insanların elleriyle yaptıkları yüzündendir.¹⁰ Bunun sonucu olarak, (bu işten) geri dönsünler diye, yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırır” [8] sözüyle insanları uyardığını ve onlardan bu tabiî ve sosyal düzeni bozmamalarını istediğini de anlıyoruz.
Ne var ki insanoğlu, Allah’ın bu uyarısını dikkate almamış ve bu tabiî ve sosyal düzeni bozmak için ne yapılması gerekiyorsa, onları yapmaktan da geri durmamıştır. Nitekim “insanoğlunun toprağı, havayı ve suyu sanayi atıkları ve çöpler ile kirlettikleri, bitki örtüsünü tahrip ettikleri; denizleri ve nehirleri ağır metallerle zehirleyerek oradaki yaşamı öldürdükleri; içki ve uyuşturucu ile insanların fıtrî yapılarını bozdukları; özellikle cinsel sapıklıklara ve cinsiyet değişimine, şiddete ve kıtale tevessül ettikleri ve nihayet dünyayı nükleer tehdit ile karşı karşıya bıraktıkları görülmektedir”.
Doğuştan (potansiyel olarak) medenî bir varlık olan insan için belirlenmiş sosyal kanunlar (sünnetullah) vardır. Kur’an’da bu kanunlar, geçmiş milletlerin başından geçen olaylarla irtibatlandırılmakta, peygamberlerin bu yasaları öğretmek için gönderildiği, bunlara göre yaşayan toplulukların huzura kavuştuğu, kanunları çiğneyenlerin ise yok olup gittikleri hatırlatılmaktadır. Bu nedenle Kur’an’ın, sünnetullahın cebir niteliğinde olmadığını bildirmek için bu olguyu bazan insana, bazan de Allah’a nispet eden şartlı önermeler şeklinde ifade ettiği görülmektedir. Meselâ, “Bir millet kendi tutum ve davranışını değiştirmedikçe Allah da onların durumunu değiştirmez” [9] âyetinde değişimin, insanların davranışlarına; zulümleri ve şımarıklıkları sebebiyle toplumların helâk edilişinin ise Allah’ın dilemesine bağlandığı görülmektedir.[10] Neticede bütün bunlar, son tahlilde insanların, Allah’a ve ahlâkî değerlere karşı olan umursamazlığının, “maddî ilerleme” yi tek amaç edinmelerinin ve nefislerine tutsak olmalarının bir sonucu olduğunu göstermektedir.[11]
Allah Teâlâ, bu nedenle insanlardan fesad çıkarmamalarını ve “tabiatı yaratıp devam ettirmek ve toplum hayatını düzenlemek üzere koyduğu kanunlar” anlamına gelen “sünnetullah”a uymalarını talep etmektedir. Sünnetullah ile ilgili ayetlerde ise, peygamberleri yalanlayıp onların davet ve tebliğlerine olumsuz cevap veren ve tabiatın işleyişini düzenleyen ilâhî kanunları aşacak mûcizeler isteyen geçmiş milletlerin helâk edildiği anlatılmakta ve verilen örneklerden de inkârcıların ibret almaları istenmektedir.[12]
Bu açıklamalar, bize kainatta ve toplumda bir düzenin bulunduğunu ve bu düzenin de Allah’ın koyduğu kanunlar çerçevesinde işlediğini ve mutlaka korunması gerektiğini göstermektedir. Sonuçta düzeni kuran, devam ettiren ve gerektiğinde düzene müdahale eden de Allah’tır. İnsan ise düzenin kanunlarına uyup uymamak ve kurulu bu düzeni bozup bozmamak iradesine sahip olan sorumlu bir varlıktır. Kur’an’ın bu emir, tavsiye ve uyarılarına rağmen bu tavsiyeler ve uyarılardan habersiz olan veya haberleri olduğu halde bunları önemsemeyen insanların, tabiî dengeyi ve sosyal düzeni bozmaları, tam bir şuursuzluk halini yansıtmaktadır.
Bundan daha da vahimi, insanoğlunun, başına gelen bunca belâ ve musibetlere sanki kendisi sebep olmamış gibi, bunun suçunu da feleğe ve kadere yüklemiş olmasıdır. Burada suçlu olan, Allah’ın koyduğu kanunlara/ sünnetullaha uymayan, dolayısıyla tabiî ve sosyal düzeni bozan insanoğlunun bizzat kendisidir, yoksa felek ve kader değildir. Çünkü insanın kaderinde seçme ve tercih etme hürriyeti vardır.
Yarın huzuru ilahîye çıkıldığında insanlara tabiî ve sosyal düzeni niçin bozdukları sorulacaktır. Acaba bu suçu işleyenler, nasıl bir cevap vereceklerdir? Nebe’ suresinin sonunda yer alan “Keşke ben de toprak olsaydım” [13] ayetinin tefsirinde, boynuzsuz koçun, boynuzlu koçtan hakkını alacağı, sonra da toprak olacağı; bunu gören inkarcıların da bu sözü söyleyecekleri anlatılır. [14] İnandığını söyleyen, fakat tabiî ve sosyal düzeni bozan insanlar, bu hesaplaşmayı gördüklerinde acaba nasıl bir halet-i ruhiye içinde olacaklardır?
Kanûnî Sultan Süleyman ile ilgili bir hikaye, sanırım bu konuyu daha iyi açıklayacaktır: Kanûnî, devlet işlerinden arta kalan vakitte Topkapı Sarayının bahçesinde ağaç yetiştirmekle meşgul olurmuş. Birgün yetiştirdiği meyve ağaçlarını karıncaların sardığını görmüş. Ağaçlara zarar veren karıncaların itlaf edilmesini ve karıncaların bürüdüğü ağacın kesilip kesilmemesi hususunu, Şeyhülislâm Ebussuud Efendi’ye şairâne bir dil ile sormuş:
“Dırahta ger ziyan etse karınca
Günâhı var mıdır ânı kırınca?”
(Eğer karınca ağaca zarar veriyor, onu kurutuyorsa, karıncayı yok etmenin bir günahı var mıdır?)
Ebussuud Efendi’nin Kanuni’ye cevabı da müthiş olmuş:
“Yarın Hakk’ın dîvânına varınca
Süleyman’dan hakkın alır karınca.”
[1] Furkān 25/2, Kamer 54/49.
[6] İlhan Kutluer, Nizam, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2007, 33/ 173.
[7] Ali Bardakoğlu ve arkadaşları, Fesad, İslami Kavramlar Ansiklopedisi, Ankara, 1997, s. 240.
[9] Ra’d 13/11; İsrâ 17/16.
[10] İlyas Çelebi, Sünnetullah, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2010, 38/159-160.
[11] Muhammed Esed, Kur’an Mesajı. Ter. Cahit Koytak ve Ahmet Ertürk, İstanbul 1999, 2/ 828.
[12] Nisâ 4/25-26; Ahzab 33/37-38;
[14] İbn Kesir, Tefsir, Kahire tarihsiz, 8/334.