FESAD YA DA TABİÎ VE SOSYAL DÜZENİN BOZULMASI SORUNU
MAKALE
Paylaş
15.01.2025 17:09
253 okunma
Prof. Dr. Celal Kırca

Kur’an, kâinatta sarsılmaz bir düzenin bulunduğunu ve bunun da boş ve anlamsız olmadığını; kâinatın insan varlığına uygun ve yararlı biçimde düzenlendiğini ve  bu düzenin de Allah tarafından konulduğunu ifade eder. Dolayısıyla kainatta bir kozmosun /düzenin olduğu ve bir kaosun/düzensizliğin olmadığı da Kur’an’ın temel mesajları arasında yer alır ve  bu mesajlar da düzen ve düzensizlik kavramlarına tekabül eden kelimelerle ifade edilir.

Kur’an’a göre her şey, bir ölçüye göre yaratılmıştır. [1] Bu ölçü uyarınca  da her şey, kendine has bir yaratılışa  ve tabiata sahiptir. [2] Allah, sadece yaratmakla kalmamış, yaratılışı belli bir tasarım uyarınca düzenlemiş ve yarattıklarına var oluş gayesini  yerine getirebilmeleri için de hangi yolu izleyeceklerini göstermiştir. [3] Bu nedenle Allah’ın yaratmasında bir düzensizlik olmadığı gibi kozmik sistemde de bir boşluk ve düzensizlik yoktur. [4]  Nitekim “Güneş ve ay bir hesaba göredir. Yıldızlar, bitkiler ve ağaçlar O’na secde eder. O, göğü yükseltmiş ve dengeyi (mîzan) koymuştur, siz de o dengeyi  bozmayınız” [5] mealindeki ayetlerde, gök cisimlerine ait hareketin bir denge yasasına bağlı olduğu ve matematik ilkelerine uygun biçimde gerçekleştiği, dolayısıyla bu dengenin bozulmaması gerektiği  hatırlatılmıştır. [6]

“Kur’an’da kainatın haricinde  ayrıca tarihte vuku bulmuş hadiseler ile ilgili geçerli kanunlara da vurgu yapılmış ve her iki  alanda sistemin belli bir düzen ve kural çerçevesinde işlediği belirtilmiştir. Fertlerin yaşaması ve ölümü için biyolojik kanunlar bulunduğu gibi toplumların yaşaması ve helâki için de sosyal kanunların olduğu anlatılmış  ve bu kanunların zorunlu olmadığı, Cenâb-ı Hakk’ın iradesine bağlı olduğu da ifade edilmiştir. Kur’an’da  ayrıca tabiat kanunları ile sosyal kanunlar arasında bağ kurularak sosyal kanunlara uyulmaması halinde tabiat kanunlarının devreye gireceğine işaret edilmiş;  bu bağlamda Hz. Nûh’tan itibaren birçok kavmin tûfan, deprem, kasırga ve denizde boğulma gibi âfetlerle helâk edildikleri anlatılmıştır”. Bunun sebebi olarak da fesad/ bozulma, çürüme  gösterilmiştir.

Nitekim Kur’an’da insanları doğru­luktan saptırma; kendi iradesini halkın ve Hakk’ın iradesi üzerinde görme;  sadece kendi görüşlerini  doğru kabul edip  başka görüşleri dikkate almama, nasihat dinlememe; insanları Allah’ın yolun­dan alıkoyma; haksız yere kan dökme; fuhuş; yol kesme ve hırsızlık yapma; insanları gruplara ayırma; sihirbazlık yapma; servetine güvenerek büyüklenme; insanların  mal ve can güvenliğini tehdit etme, ekini ve nesli yok etme; tartıyı eksik yapma; akrabalık bağlarını koparma ve  toplumu anarşi ortamına sürükleme, fesad  olarak ifade edilmiştir. [7] Bundan da anlıyoruz ki Kur’an’da zikredilen bu konulardan her biri, fesada/ sosyal çürümeye sebep olmaktadır. Bu nedenle Allah Teâlâ’nın, “Karada ve denizde bozulmanın(fesâdın) ortaya çıkması, insanların elleriyle yaptıkları yüzündendir.¹⁰ Bunun sonucu olarak, (bu işten) geri dönsünler diye, yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırır” [8] sözüyle insanları uyardığını ve onlardan  bu tabiî  ve sosyal düzeni  bozmamalarını istediğini de anlıyoruz.

Ne var ki insanoğlu,  Allah’ın  bu uyarısını  dikkate almamış  ve  bu tabiî  ve sosyal düzeni bozmak için  ne yapılması gerekiyorsa, onları yapmaktan da geri durmamıştır.  Nitekim “insanoğlunun toprağı, havayı ve suyu sanayi atıkları ve çöpler  ile kirlettikleri, bitki örtüsünü tahrip ettikleri; denizleri ve nehirleri ağır metallerle zehirleyerek  oradaki yaşamı öldürdükleri; içki ve uyuşturucu ile insanların fıtrî yapılarını  bozdukları; özellikle cinsel sapıklıklara ve cinsiyet  değişimine, şiddete ve kıtale tevessül ettikleri ve  nihayet  dünyayı nükleer tehdit ile karşı karşıya bıraktıkları görülmektedir”.

Doğuştan (potansiyel olarak) medenî bir varlık olan insan için belirlenmiş sosyal kanunlar (sünnetullah) vardır. Kur’an’da bu kanunlar, geçmiş milletlerin başından geçen olaylarla irtibatlandırılmakta, peygamberlerin bu yasaları öğretmek için gönderildiği, bunlara göre yaşayan toplulukların huzura kavuştuğu, kanunları çiğneyenlerin ise yok olup gittikleri hatırlatılmaktadır.  Bu nedenle Kur’an’ın, sünnetullahın cebir niteliğinde olmadığını bildirmek için bu olguyu bazan insana, bazan de Allah’a nispet eden şartlı önermeler şeklinde ifade ettiği görülmektedir. Meselâ, “Bir millet kendi tutum ve davranışını değiştirmedikçe Allah da onların durumunu değiştirmez[9] âyetinde değişimin, insanların davranışlarına; zulümleri ve şımarıklıkları  sebebiyle  toplumların helâk edilişinin ise Allah’ın dilemesine bağlandığı görülmektedir.[10] Neticede bütün bunlar, son tahlilde insanların, Allah’a ve  ahlâkî değerlere karşı olan umursamazlığının, “maddî ilerleme” yi tek  amaç  edinmelerinin ve nefislerine  tutsak olmalarının bir sonucu olduğunu göstermektedir.[11]

Allah Teâlâ, bu nedenle insanlardan  fesad çıkarmamalarını ve  “tabiatı yaratıp devam ettirmek ve toplum hayatını düzenlemek üzere koyduğu kanunlar” anlamına gelen “sünnetullah”a  uymalarını talep etmektedir. Sünnetullah ile ilgili ayetlerde ise, peygamberleri yalanlayıp onların davet ve tebliğlerine olumsuz cevap veren ve tabiatın işleyişini düzenleyen ilâhî kanunları aşacak mûcizeler isteyen geçmiş milletlerin helâk edildiği anlatılmakta ve verilen  örneklerden de  inkârcıların ibret almaları istenmektedir.[12]

Bu açıklamalar, bize kainatta ve toplumda bir düzenin bulunduğunu ve bu düzenin de Allah’ın koyduğu kanunlar çerçevesinde işlediğini ve mutlaka korunması gerektiğini göstermektedir. Sonuçta düzeni kuran, devam ettiren ve gerektiğinde düzene  müdahale eden de Allah’tır. İnsan ise  düzenin kanunlarına uyup uymamak ve  kurulu bu düzeni  bozup bozmamak  iradesine  sahip olan  sorumlu bir varlıktır. Kur’an’ın bu emir, tavsiye ve uyarılarına rağmen  bu  tavsiyeler ve uyarılardan habersiz olan veya  haberleri olduğu halde  bunları önemsemeyen insanların, tabiî dengeyi ve sosyal düzeni bozmaları, tam bir şuursuzluk halini yansıtmaktadır.

Bundan daha da vahimi, insanoğlunun, başına gelen  bunca  belâ ve musibetlere  sanki kendisi sebep olmamış gibi, bunun suçunu da feleğe ve kadere yüklemiş olmasıdır.  Burada suçlu olan, Allah’ın koyduğu kanunlara/ sünnetullaha uymayan, dolayısıyla tabiî  ve sosyal düzeni bozan insanoğlunun bizzat kendisidir, yoksa felek ve kader değildir. Çünkü insanın kaderinde seçme ve tercih etme hürriyeti vardır.

Yarın huzuru ilahîye çıkıldığında insanlara tabiî ve sosyal düzeni niçin bozdukları sorulacaktır. Acaba bu suçu işleyenler, nasıl bir cevap vereceklerdir?  Nebe’ suresinin sonunda yer alan “Keşke  ben de toprak olsaydım[13] ayetinin tefsirinde, boynuzsuz koçun, boynuzlu koçtan hakkını alacağı, sonra da toprak olacağı; bunu gören inkarcıların da bu sözü söyleyecekleri anlatılır. [14] İnandığını söyleyen, fakat tabiî ve sosyal düzeni bozan insanlar,   bu hesaplaşmayı  gördüklerinde acaba nasıl bir halet-i ruhiye içinde  olacaklardır?

Kanûnî Sultan Süleyman ile ilgili bir hikaye, sanırım  bu  konuyu  daha iyi açıklayacaktır: Kanûnî, devlet işlerinden arta kalan vakitte Topkapı Sarayının bahçesinde ağaç yetiştirmekle meşgul olurmuş. Birgün yetiştirdiği meyve ağaçlarını karıncaların sardığını görmüş. Ağaçlara zarar veren karıncaların itlaf edilmesini ve karıncaların bürüdüğü ağacın kesilip kesilmemesi hususunu, Şeyhülislâm Ebussuud Efendi’ye şairâne bir dil ile sormuş:

“Dırahta ger ziyan etse karınca

Günâhı var mıdır ânı kırınca?”

(Eğer karınca ağaca zarar veriyor, onu kurutuyorsa, karıncayı yok etmenin bir günahı var mıdır?)

Ebussuud Efendi’nin Kanuni’ye  cevabı  da müthiş olmuş:

“Yarın Hakk’ın dîvânına varınca

Süleyman’dan hakkın alır karınca.” 


[1] Furkān 25/2, Kamer 54/49.

[2] Tâhâ 20/50.

[3] A‘lâ 87/2-3.

[4] Mülk 67/3.

[5] Rahmân 55/5-8.

[6] İlhan Kutluer, Nizam, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2007, 33/ 173.

[7] Ali Bardakoğlu ve arkadaşları, Fesad, İslami Kavramlar Ansiklopedisi, Ankara, 1997, s. 240.

[8] Rûm, 31/41

[9] Ra’d 13/11; İsrâ 17/16.

[10] İlyas Çelebi, Sünnetullah, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2010, 38/159-160.

[11] Muhammed Esed, Kur’an Mesajı. Ter. Cahit Koytak ve Ahmet Ertürk, İstanbul 1999, 2/ 828.

[12] Nisâ 4/25-26;  Ahzab 33/37-38;

[13] Nebe’  78/40.

[14] İbn Kesir, Tefsir, Kahire tarihsiz, 8/334.

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya