Dost, “Sevilen ve güvenilen yakın arkadaş, sıkı fıkı görüşülen kimse, gönüldaş” dır. İyi arkadaşlıklar sonucu elde edilen, hasbî, fakat hesabî olmayan bir ilişkiye dayanır. Zira dostluk, “kibritu’l ahmer” gibi nadir bulunan değerli bir kişiliktir. İnsanın onlarca, hatta yüzlerce tanıdığı olabilir, fakat dostları çok azdır ve genellikle de birkaç kişi ile sınırlıdır. Çünkü dostluk kolay elde edilmez, emek, çaba, fedakârlık ve vefa ister; bunlardan da önce duygu, düşünce ve inanç birlikteliği ister. Bu nedenle insanın tanıdıkları çok olsa da dostları azdır. Her ne kadar dostlar, sayıca az olsa da, her zaman insana huzur verirler. Gerçek dostlar için söz konusu olan bu durum, dost görülenlerin ve dost bilinenlerin gerçek yüzleri ortaya çıktığında ise bu huzur yerini kırgınlığa ve hüzne bırakır. Bu nedenledir ki hakikî ve sahte dostlar ile ilgi çok şey söylenmiş ve yazılmıştır.
Şair Bâkî’ye göre dost üç çeşittir: “Bir dost vardır, gıda gibidir, onu her gün ararsın. Bir dost vardır, ilaç gibidir, icap ettiğinde ararsın. Bir dost vardır ki hastalık gibidir, o seni arar.” Ümit Yaşar Oğuzcan da,
“Sanırdım gündüzdü onlarla gecem,
İçimde ümitti dost bildiklerim,
Ne zaman yıkılıp yere düştüysem,
Bırakıp da gitti, dost bildiklerim” diyerek, sahte dostlardan söz eder. Atalarımız ise “Dost, acı söyler”, diyerek doğruları, ancak hakiki dostların söylediğini/söyleyebileceğini bize hatırlatır. Zira hakiki dost, dostunun zarar görmesini asla istemez ve bu nedenle de onun yanlış düşüncelere kapılmasına ve yanlış işler yapmasına mani olmak ister. Hz. Ömer’in “Benim en sevdiğim insan, bana ayıplarımı gösterendir” sözü, tam da bu gerçeği ifade eder.
Mevlana ise bu konuda,
“Yüz’ de ısrar etme, “Doksan da olur”
İnsan dediğinde, “Noksan da olur.”
Sakın büyüklenme, “Elde neler var”
Bir ben varım deme, “Yoksan da olur”
Hatasız dost arayan dosttan da olur” der ve hiç kimsenin mükemmel olmadığını/ olamayacağını hatırlatır.
Kur’an ise inananların ve inandığı gibi yaşayanların gerçek dostunun Allah olduğunu ifade eder ve şöyle der:
“Şunu iyi bilin ki Allah’ın dostları için bir korku yoktur. Onlar asla üzülmeyeceklerdir. Çünkü onlar, iman eden ve Allah’ın emir ve yasakları konusunda duyarlı ve bilinçli olan kimselerdir. Onlar için dünyada da ahirette de müjdeler vardır.” [1]
Ayette geçen “evliya” kavramı, “yakın, yanında duran, gözeten, koruyan, korunan” anlamlarına gelen “velî/dost” kelimesinin çoğuludur ve velîler /dostlar demektir. Yaygın anlamı ile velî, “veliyyullah” kavramlarının kısaltılmış şeklidir, dolayısıyla velî/ evliyâ denildiğinde “Allah dostu/dostları” kast edilmektedir.
Allah dostu/dostları kimlerdir? Daha açık bir ifade ile Allah Teâlâ, kime/ kimlere dost demektedir? Zikredilen ayet, “Allah dostları” nın, inananlar ve muttakiler olduğunu açıklar. Bu da Allah’a dost olabilmek için O’na inanmak, O’nun rızasını kazanmak için çaba göstermektir, kısaca O’nun dostluğunu hak edecek davranışlarda bulunmak demektir. Zira bu vasıflara ve kişilik özelliklerine sahip olunmadan Allah’a dost olunamayacağı gibi Allah’ın dostu da olunamaz. Daha açık bir ifade ile Allah dostu olabilmek için iman etmek, güzel ahlâka sahip olmak ve Allah’ın emirlerini ve yasaklarını yerine getiren iyi bir kul olmak icap eder.
Nitekim Allah Teâlâ , muhsinleri / güzel davranan ve güzel iş yapanları, tövbe edenleri, sorumluluklarını yerine getirenleri, sabredenleri, tevekkül edenleri, adil olanları, Allah yolunda cihat edenleri sevdiğini; buna karşılık israf edenleri, haddi aşanları, müstekbirleri /büyüklük taslayanları, şımaranları, hakikati görmezden gelmede ısrarcı olanları, kendini beğenip övünenleri, zalimleri, hainleri ve bozguncuları ise sevmediğini söylüyor. Dolayısıyla Allah’a dost olmak, vefalı olmaktan geçiyor, diğer bir ifade ile vefalı olanlar, Allah’a dost olabiliyorlar. Allah’a karşı vefalı olmak, O’nu asla unutmamak, hatırlamak ve O’nu bize hatırlatan davranışlarda bulunmak, kısaca kulluk görevlerimizi yerine getirmektir.
Vefalı olmanın karşıtı, vefalı olmamaktır, unutmaktır ve nankörlüktür. Bu nedenle insanın vefalı olabilmesi için unutmaması ve nankörlük etmemesi gerekir. Dolayısıyla vefalı olacağımız ilk varlık da bizi yaratan ve yaşatan Allah Teâlâ’dır. Daha sonra sırasıyla anne-babamız, eşimiz, yakın akrabalarımız, bizi eğiten ve yetiştiren hocalarımız, dostlarımız ve arkadaşlarımız vefa göstereceğimiz insanlar arasında yer alır.
Ne var ki insanoğlu, fıtratı gereği potansiyel olarak vefalı olmaya da, vefalı olmamaya da mütemayildir. Kendisini “beşerîlik” ten kurtarıp “insan olma” çabası içinde olanlar, vefalı olmayı bir görev bilirler ve yerine getirmeye çalışırlar. Böyle bir ahlâkî çabanın içinde olmayanlar ise vefasız olurlar ve nankörlük yapabilirler. Bu tutum ve davranış ise kendine verilen emeklerden ve yapılan iyiliklerden kurtulmanın en kestirme yoludur. Bu nedenle vefasız kişiler, değer ve kıymet bilmezler; inkarı, gönü kırmayı, şikayeti, vefasızlığına gerekçe göstermeyi marifet sayarlar.
Vefasızlık, her dönemde olmuştur, ama günümüzdeki kadar yaygın olmuş mudur? Bilinmiyor. Bilinen bir şey varsa o da günümüzde insanların, vefayı değil de vefasızlığı daha çok benimsedikleri, vefa göstermesi gereken kimselere karşı vefalı olmadıkları, çıkarlarını önceledikleri, rahatlığı ve konforu kaybetmek istemedikleri için yeterince ahde vefa göstermedikleri görülüyor. Bu sebeple vefa, hayatımızdan çıkıp gidiyor ve bizden gittikçe uzaklaşıyor; daha açık bir ifade ile vefa bir yere gitmiyor, bu duygumuzu eğitip yönetmediğimiz/yönetemediğimiz için biz ondan gittikçe uzaklaşıyoruz
Sonuç olarak bir insanın dostu olmak veya bir insana dost olmak çok güzel ve çok değerlidir, ama bundan daha da güzel ve değerli olanı, Allah’ın dostu olmak, Allaha dost olabilmektir.