İSLÂM’I NE KADAR TEMSİL EDEBİLİYORUZ?
MAKALE
Paylaş
11.03.2025 12:50
87 okunma
Prof. Dr. Celal Kırca

Temsil, “Birinin veya bir topluluğun adına davranma; belirgin özellikleri ile yansıtma, sembolü olma, simgeleme” [1] olarak tanımlanıyor. “Dini temsil”  de, bir dine mensup olan kişilerin, o  dinin ilke ve kurallarını hayatına yansıtması ve örnek davranışlarda bulunması anlamına geliyor. Buna göre bir Müslüman da İslâm’ın  simgelerini, ilke ve kurallarını hayatına yansıttığında ve yaşadığında İslâm’ı temsil etmiş, aksi bir durumda ise ya temsil etmemiş veya gerektiği gibi  temsil edememiş oluyor.

Ne var ki Müslümanların İslâm anlayışlarında kafalarının bir hayli karışık olduğu görülüyor. Zira kitabî İslâm’dan farklı  olarak  bir de günümüzde  yaşanan Müslümanlık söz konusudur ve bu da bir takım sorunlar üretmiştir ve üretmeye de devam etmektedir.  Bu sorunların başında da İslâm’ı bir kimlik olarak temsil eden Müslümanın, kişilik olarak da temsil etmemiş/ edememiş olmasıdır.  Bu da Kur’an’ın emrettiği kulluk, insanlık ve halifelik görevlerinin Müslümanlar tarafından tam olarak yerine  getirilemeyişi, dolayısıyla da   dengeli bir dinî hayatın yaşanamayışı  sorunudur.

Kur’an, Allah Teâlâ’nın beşeri/insanı yarattıktan sonra ona emanet/sorunluluk yüklediğini ve bu sorumluluğun da Allah’a kulluk, insana ve topluma karşı insanlık ve  yeryüzüne ve fizikî çevreye karşı da halifelik olduğunu açıklar. Bu sorumluluklar ve görevler karşısında Müslümanlar, acaba ne yapmakta ve nasıl bir tavır  sergilemektedir? Daha açık bir ifade ile İslâm’ı  gereğince temsil edebilmekte midir?

Dinî yaşayışlarında kimi Müslümanın, ibadeti hayatının merkezine alıp, insanlık ve halifelik sorumluluklarını göz ardı ettiği; kimi Müslümanın, insanlık görevini yerine getirip ibadet ve halifelik  görevlerine  yeterince önem vermediği; kimi Müslümanın da halifelik görevini yerine getirmekle, diğer görevlerinden muaf olabileceklerini düşündüğü  görülüyor. Kimileri, bu sorumluluklardan ikisini yerine getiriyor, ama üçüncüsüne ihtiyaç duymuyor. Kimileri de imkanları ölçüsünde dengeleri gözeterek kulluk, insanlık ve halifelik görevlerini yerine getirme gayreti ve çabası içinde oluyor. Dolayısıyla toplumda farklı dindarlık tezahürlerinin oluştuğu, bu bağlamda “ahlaksız bir dindarlık”  ile “ ibadetsiz bir dindarlığın” gittikçe yaygınlaştığı, halifelik görevinin ise -bazı istisnaî durumlar hariç- kimsenin umurunda olmadığı müşahede ediliyor. Nitekim İslâm aleminin içinde bulunduğu çaresizlik ve acizlik de bu olguyu yansıtıyor. Daha açık bir ifade ile  Müslümanların, yer yüzünü, çevreyi, tabiatı tanıma, keşfetme ve hizmetinde kullanma sorumluluğu demek olan halifelik görevini hakkıyla  yapmadıkları/yapamadıkları, dolaysıyla da bu alanda başarısız oldukları görülüyor. Kur’an’da insanın halifelik sorumluluğu ile ilgili bir çok ayet  bulunuyor ve bu ayetler  de bize  şunları söylüyor:

“Yeryüzünde bir halife kılacağım” [2]

“Allah  sizi yeryüzünün halifeleri kıldı.” [3]

 “Verdikleriyle denemek için sizi yeryüzünün halifeleri kılan, kiminizi  kiminize  derecelerle üstün yapan  O’dur.” [4]

“Semud’a kardeşleri Salih’i gönderdik. “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin; O’ndan başka tanrınız yoktur; sizi yeryüzünde yaratıp orayı imar etmenizi dileyen O’dur ….” [5]

“Allah’ın sizi Âd kavmine halife  kıldığını, ovalarında köşk  kurup dağlarında kayalardan evler yonttuğunuz yeryüzüne yerleştirdiğini hatırlayın; Allah’ın nimetlerini anın, yeryüzünde bozgunculuk  yaparak  karışıklık çıkarmayın.” [6]

Zikredilen bu ayetlerin  genel muhtevasından, özellikle Salih Peygamber’in  kavmine söylediği “Sizi yeryüzünde yaratıp orayı imar etmenizi dileyen O’dur”  ayetinden beşere ait  halifelik misyonunun, yeryüzünü imar etmek, üretimde  bulunmak ve yönetim erkine sahip olmak olduğunu öğreniyoruz. Diğer bir ifade ile  Allah Teala’nın,  beşerin yeryüzündeki halifelik  misyonunun ne olduğunu  Hz. Salih’in kavmine yaptığı konuşmasından  daha iyi  anlıyoruz. Nitekim Kur’an kıssalarından  her peygamberin kendi şartları içinde yeryüzünü imar ettiklerini, üretimde  bulunduklarını ve  yönetim erkine sahip  olduklarını da  biliyoruz. Bundan da halifelik  görevinin, kulluk ve insanlık  görevleri  kadar  önemi ve değerli  olduğunu; dolayısıyla da her Müslümanın, bu üç görevi  birlikte ve dengeli  bir biçimde yerine getirmesi gerektiğini  anlıyoruz.

Bu nedenle Allah Teâlâ, İslâm’ı en güzel şekilde temsil eden  Hz. Muhammed’i  bize örnek olarak gösteriyor:  “Allah’ın resulünde,  Allah’ı ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok ananlar için güzel örnekler vardır” [7] ayeti bize  bunu ifade ediyor. Ayette  geçen “üsve” kavramı, “Benzeri yapılacak olan, benzetilmek istenen şey, model, bir şeyin benzeri, tıpkısı, misal, durumu ve niteliği benimsenmeye değer kimse ya da şey, en iyi biçimde olan” anlamlarına geliyor. Kur’an’da üç defa kullanılan bu ifadenin, biri Hz. Peygamber’e,[8] diğer ikisi ise Hz. İbrahim’e [9] ait olduğu görülüyor.

Hz. Peygamberin  “güzel örnek” oluşu,  ayetin iç ve dış bağlamından hareketle onun yiğitlik, cesaret ve yüksek karakteriyle yorumlansa da,[10] onun örnekliği bunların da ötesinde daha şümullü ve kapsamlı bir nitelik arz etmektedir.  Nitekim onun hayatı boyunca taleplerinde ve tenkitlerinde kendi sınırları içinde  kalması, başkalarının sınırlarına saygı göstermesi ve duygularına değer vermesi; kavgaya taraftar olmaması; sevgisini ve saygısını her fırsatta karşısındakine hissettirmesi; affedici olması;  anlaşmazlıklarda her iki tarafın hakkını ve onurunu koruyan çareler üretmesi; akrabalık bağlarına saygı göstermesi; yoksullara yardım elini uzatması; doğruları desteklemesi; özü ve sözünün bir olması; kaba ve katı davranmaması; müsamahalı oluşu, insan hayatında kaybolan dengeleri yerli yerine koyan davranışlarda bulunması, mikro kimliğin hâkim olduğu bir dönemde, makro kimliği tavizsiz uygulaması ve kimliklere değil de Kur’an’ın ölçüt olarak sunduğu  niteliklerin  ve özelliklerinin esas alınması ilkesine bağlı kalmaya özen göstermesi,  bizim için örnek alınması gereken kişilik özellikleridir.

Ne hazindir ki  geçmişte Hz. Peygamberin  bu kişiliği, Müslümanlar arasında en önemli değerler olarak  kabul görürken, günümüzde bunlara yeterince değer verilmediği, tevazuunun yerine kibrin, dürüstlüğün yerine kandırma ve aldatmanın geçtiği;  eskiden beri devam edip gelen tekfirci  bir zihniyetin gittikçe  yaygınlaştığı; alimlerin kibirli, zahitlerin cahil, âbidlerin riyakâr oldukları bir toplum  yapısının oluşmaya başladığı; ayrıca zenginlik kibri, siyaset kibri, makam kibri, ibadet kibri gibi farklı kibir çeşitlerinin ortaya çıktığı müşahede ediliyor.  Dolayısıyla  günümüzde çalışmadan zengin, okumadan bilgin, bilgi sahibi olmadan mütefekkir ve ibadet etmeden âbid olma arzularının daha çok  etkinlik kazanmaya  başladığı  görülüyor. Bu düşüncede olanlar, çalışmadan, gayret göstermeden ve emek vermeden, kısa yoldan istediklerini elde etmeyi (köşeyi dönme) arzu ediyorlar. Bu nedenle   geçmişte ölümü ve ötesini düşünen, ahiret için hazırlık yapan Müslüman tipi yerine,  bugün  hazlarının peşinden koşan ve bu uğurda  çaba gösteren; Şair Nedim’in “Gülelim oynayalım, kâm alalım dünyadan” diye tasvir ettiği  bir hayat tarzını benimseyen veya Orhan Veli Kanık’ın,

“Ne atom bombası,

Ne Londra Konferansı,

Bir elinde cımbız,

Bir elinde ayna;

Umurunda mı dünya!” diye hicvettiği vurdum duymaz ve sorumsuz bir hayatı özleyen  yeni  bir Müslüman tipi oluşuyor.   Dolayısıyla da oluşan bu Müslüman tipinin  hayat tarzı ile Kur’an’ın önerdiği hayat tarzının uyum içinde olmadığı ve İslâm’ı  bir bütün olarak temsil edemediği görülüyor. Nitekim ABD George Washington Üniversitesi’nden   bir grup  bilim adamının, “Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan İslâmî ölçüleri bir endekse tabi tutarsak, Müslim-gayr-i Müslim dünyadaki bütün ülkelerin sıralaması nasıl olur?”  düşüncesi ile “İslam’ın emirlerine uygun toplum yapısı oluşturabilen ülkeler” i belirleyen bir  araştırmadan elde ettikleri sonuç, İslâm ülkelerindeki   bu acı gerçeği  gözler önüne seriyor. 208 ülkede yapılan bu araştırmada  maalesef hiçbir İslam ülkesinin ilk yüze giremediği görülüyor. Türkiye 208 ülke arasında 103.; Suudi Arabistan 131. sırada yer alıyor.  Şaşırtıcı bir şekilde Yeni Zelanda, Lüksemburg ve İrlanda ilk üç sırayı paylaşırken; İsveç, Danimarka, İngiltere, Norveç gibi Batılı ülkeler, İslâmîlik konusunda Müslüman ülkelere fark atıyorlar. [11]

Bu durumda Müslümanlar olarak ‘İslâm’ı  ne  kadar temsil  ettiğimizi ve  Kur’an’ı  hayatımıza  ne ölçüde yansıttığımızı sorgulamamız gerekmiyor  mu?


[1] TDK, Türkçe Sözlük, Ankara 2005, s. 1950.

[2] Bakara,2/30.

[3] Neml,27/62.

[4] En’am,6/165.

[5] Hûd,11/61.

[6] A’raf, 7/74.

[7] Ahzâb, 33/21.

[8] Ahzâb, 33/21.

[9] Mümtehine, 60/4, 6.

[10] Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul, 1990, 7/144.

[11] Diyanet Haber, 9 Aralık 2014.

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya