KUR’AN’I ANLAMADA BİR SORUN: RASYONALİZASYON
MAKALE
Paylaş
03.08.2025 14:34
557 okunma
Prof. Dr. Celal Kırca

Akıl, “düşünme, anlama ve kavrama gücü” [1] rasyonalite, “ussallık, aklîlik”; rasyonalizasyon ise “ussallaştrma, akla dayattırma” [2] bahane bulma, mantığa göre açıklama, mantıklı kılma [3] demektir; vicdan, kalp, irade vs. gibi  Allah’ın insanda var ettiği seçme ve ilgi kurma yetisi olarak da tanımlanmaktadır. Bu tanımlamalara göre  aklın, beş duyu vasıtasıyla beyne ulaşan bilgiler arasında ilişki kurarak anlayan, kavrayan ve bilgi organizasyonu yapan ve düşünce üreten bir yeti olduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla akıl beyne ulaşan her bilgiyi; varsa, sistematik düşünce kalıplarına/mantığa göre, yoksa kalıp yargılara veya ön yargılara  göre değerlendirmekte; bilgiler arasındaki uyumu veya çelişkileri ortaya koyarak düşünce üretmektedir. Dolayısıyla akıl, kullanıldığında ancak işlevsel olmakta; kullanılmadığında ise atıl kalmaktadır. Bu  nedenle Allah Teâlâ, aklını kullanmayanları şiddetle kınamakta; [4] felsefe de akıl ve akılcılıkla ilgili bilgiler vererek  epistemolojik, metafiziksel, moral, teolojik, politik ve iktisadi akılcılıktan söz etmektir. [5]

Aklî olmak, bireyin dış dünyasında var olan ve yaşanan gerçeklikler demektir Bunlar da bilimsel verileri; doğal olguları ve hayata geçirilmiş dinî bilgileri, sosyal ve kültürel normları içermektedir. Akla uygun olan denildiğinde de kastedilen bu gerçekliklere uygun olma durumudur.

Aklîleştirme ise bilimsel verilere, doğal olgulara ve hayata geçirilmiş dini bilgilere, sosyal ve kültürel normlara aykırı olan veya aykırı görülen bilgi ve düşünceler ile rivayetler arasında görülen içerik çelişkilerini akla uygun hale getirme işleminin veya yorumunun adıdır.

Bu tanımın temsil ettiği Kur’an yorumu, “bilimsel verilerle Kur’an metnin delaleti arasındaki uyumu araştıran ve açıklamaya çalışan ilmî tefsir” tanımı ile çoğu kez karıştırıldığından, tefsirdeki rasyonellik ile rasyonalizasyon da birbirine karıştırılmaktadır. Oysa tefsirde aklîlik başka, aklîleştirme daha başkadır. İlmî tefsire karşı olumsuz bir tavır takınanların yeterince farkına varamadıkları için karıştırdıkları o hassas çizgi de burasıdır. Yani rasyonalite ile rasyonalizasyonun karıştırılmasıdır.

“Doğru” diye tanımladığımız bilgi, aslında objelerine uygun olan bilgilerdir, fakat bu  bilgiler, objelerine uygunluğu açısından bilim anlayışlarına göre değişme potansiyeline de sahiptir.[6] Bu nedenle bilimsel bilgiler, mutlak ve kesin bilgiler değildirler. Pozitif bilim anlayışı ile Einstein’in “rölatif” bilim anlayışı farklı olduğu gibi, Karl Popper’ın “doğruluğu yanlışlanabilen” bilgi anlayışı da farklıdır. Yine pozitivist ve determinist  bilim anlayışı ile indeterminist bilim anlayışı da bir değildir. Nitekim tarih felsefesine ilişkin bir anlayış; tarihi, doğrusal bir ilerleme çizgisi olarak tasavvur edip, akıl dışılıktan akıl çağına girildiğini iddia ederken, diğer anlayış bunun tam tersini söyler ve tarihin döngüsel olduğunu iddia eder. Oysa olgusal olarak bakıldığında tarihin, inişli çıkışlı bir çizgi takip ettiği görülür. Bu nedenle her çağın kendine göre akla uygun ve akıl dışı olguları ve anlayışları vardır.

Geometrideki “iki nokta arasındaki en kısa mesafe bir doğrudur” tanımı, bir aksiyomdur ve bir ön kabuldür. Buna bağlı olarak iki doğru kesişince açı, üç doğru kesişince üçgen oluşmaktadır. Üçgenin de iç açıları toplamı 180 derecedir. Ve bu da ispatlanmıştır. Ancak bu ispat, bir varsayıma göre doğrudur. 2300 yıllık bu bilgi, Euclides tarafından elde edilmiş ve yakın zamanlara kadar da mutlak doğru kabul edilen bilgiler arasında sayılmıştır. Oysa bundan yaklaşık iki asır önce bir Rus bilgini   Nikolai Ivanovich Lobachevsky (1793-1856) “hiperbolik geometri” yi kurmuş, “iki nokta arasındaki en kısa mesafe bir eğridir” görüşünü ortaya atmış ve bu görüşünü de çağdaş bilgilerle desteklemiştir. Ona göre evrende doğru diye bir şey yoktur. Işık dahi bir eğri şeklinde gitmektedir. Bu nedenle üçgenin iç açıları toplamı da 180 derece değil, eğikliğin içe veya dışa yönelik oluşuna göre üçgenin iç açılarının toplamı ya 180 dereceden küçük, ya da 180 dereceden büyüktür. [7]

Bu değişimin nedeni ise Euclides’in bu görüşünü, dünyanın düz olduğu anlayışına, Nikolay Ivanovich Labachevsky’in ise dünyanın yuvarlak olduğu bilgisine dayandırmış olmasıdır. Nitekim bir zamanlar çıplak gözle güneşe bakıp olgusal duruma, yani görünene göre dünyanın değil de güneşin döndüğünü kabul eden akıl, gözlemlerini derinleştirip ayrıntılara girdiğinde ve  hakikatin bilgisine ulaştığında dünyanın döndüğünü kabul etmiştir. Bu da aklın, kendisine ulaşan bilgi türüne ve niteliğine göre işlevsel olduğunu ve kendisine ulaşan bilgi çeşidine göre çıkarımlar yaptığını göstermektedir.  İnsan var olduğu andan itibaren bütün yetileri gibi, aklını da kullanmaktadır.  Ancak bu kullanımın bireyden bireye, devirden devire veya bölgeden bölgeye önemli farklılıklar gösterdiği de bir gerçektir.

İslâm aleminde ise ilk aklileştirme faaliyetinin,  doğru-yanlış ve çelişmezlik kurallarına dayalı  iki değerli Aristo mantığının [8]  ve  Yunan felsefesinin Arapça’ ya  tercüme  edilişi ile  başladığı bilinmektedir.  Mesela  Batlamyus astronomi anlayışının etkin olduğu  bir dönemde yaşayan Fahrettin Râzî, “yeryüzünün sakin olduğu/dönmediği bir gerçektir”, dedikten sonra “yeryüzünün hareket etmediğini anlamak istersen yine yeryüzüne bak” [9]  diyebilmiştir. Ama daha sonra bu anlayışın doğru olmadığı anlaşılmıştır.

Aklileştirme faaliyeti,  her ne kadar şahıslara ve çağlara göre azalıp çoğalsa da  pozitivizm ve determinizm  anlayışlarının ortaya çıkışı ile  ivme kazandığı ve bir çok Müslüman  bilim insanını da  etkilediği  bilinmektedir. Nitekim Mustafa el- Meraği, “Sizin için denizi ikiye böldüğümüz zaman[10] ayetini duyu organları ile elde edilen bilgiye ve doğal olguyla ters düştüğünü düşünmüş olacak ki  Kızıl Deniz’in yarılarak Hz. Musa ve İsrail oğullarının karşıya geçmesi mucizesini, bir med ve cezir olayı  olarak açıklamış, dolayısıyla bu mucizeyi aklileştirmek istemiştir.[11]

Üzerine sürü sürü kuşlar gönderdi[12] ayetinin yorumunda ise daha net rasyonalizasyon örneklerine rastlamaktayız. Nitekim ayette geçen “tayr/kuşlar” kavramının, bir kısım hastalık ve mikrop taşıyan sinek ve sivrisinekler,  “hicaret/taşlar”ın ise, rüzgârların taşıyıp getirdiği mikroplu tozlar olarak anlaşıldığı ve yorumlandığı görülmektedir.[13] Bu görüşün, Muhammed Abduh’a ait olduğu [14] ve Elmalı’lı Hamdi Yazır tarafından da şiddetle eleştirildiği [15] de bilinmektedir.

Muhammed Esed ise, “tayran ebabil”i “uçan varlıklar” olarak anlar ve “eğer salgın hastalık varsayımı doğru ise “uçan varlıklar”- ister sinek ister böcek- bu mikrobun taşıyıcısı olabilir” [16] der. Karl Opitz  “Kur’an’da Tababet”  adlı kitabında bu hastalığın çiçek hastalığı olduğunu ve Arap yarım adasında ilk defa bu hastalığın o vakit görüldüğünü, daha sonra Mısır üzerinden Avrupa’ya yayıldığını söyler.[17]

Mikail Bayram ise “Fil Olayının Mahiyeti” adlı kitabında fil olayını yorumlarken: “Volkanik bir patlama sonucu üstlerine lav (sicil) yağmış binlerce cesedin üzerine leş yiyen kuşların üşüştüğünü ve cesetleri didik didik ederek parçaladıklarını ve lavların üstüne saçtıklarını ve yenilmiş ekin gibi etrafa dağıttıkları görüşünü ileri sürer.[18]

Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı[19] ayeti, tefsirlerde farklı şekillerde açıklanmış olsa da, Yaşar Nuri Öztürk’ün bu ayete ilişkin şu yorumu,  bir başka rasyonalizasyon örneğidir: “Ayın yarılmasına ilişkin mucize haberler, bize göre insanoğlunun aya inişi ve oradan bazı taşların   dünyaya getirilmesiyle gerçekleşmiştir. İşte bu olay, kıyametin yaklaşmış olduğuna bir işarettir. Ay taşlarının aydan alınıp dünyaya getirilmesi, ayın yarılmasının ta kendisidir.” [20] demektedir. “Onu sakara kokacağım[21] ayetinde geçen  “sakar, yine Yaşar Nuri Öztürk’e göre elektrik enerjisiyle çalışan  “bilgisayardır”. [22] Zira sakar,  güneşin yakıp kavurması, acı vermesi demek olduğu için cehenneme bu ad verilmiştir. Bu nedenle “sakar”daki şiddetli yakma, elektriğe işaret edebilir.

Kısaca örnek olarak  verdiğimiz  bu ve benzeri yorumlarının bir çok sebebi bulunsa da bunlardan biri ve belki de en önemlisi, bu tür yorumları tercih eden insanların,   pozitivist ve determinist  düşüncelerin etkisinde kalmış olmaları, dolayısıyla da bu görüşlerin anti tezlerini dikkate  almayışları ve bu nedenle de kategorik bir bakış açısına  sahip  oluşlarıdır.   Nitekim  Einstein’nin izafiyet  teorisi  ile  Emile Boutroux’ un “Tabiat Kanunlarının Zorunsuzluğu  Hakkında” adlı kitabında ileri sürdüğü indeterminist görüşe yer vermeyişleri de buna bir örnektir. [23] Sonuç olarak determinist ve pozitif düşüncelere uymuyor diye  bazı ayetleri veya mucizeleri aklileştirilmek, en hafif ifadesiyle anlam bilim açısından Kur’an’ı doğru anlamanın temel  şartları arasında  yer alan  dilbilimsel ve bağlamsal anlamayı bir kenara  bırakıp indî görüşlere  dayalı  kurgusal ve spekülatif  yorumları  tercih etmek demektir. Bu da  zandan ibarettir, hatta zan  öte bir anlam ifade etmemektedir.



[1] TDK, Türkçe Sözlük, Ankara 2005, s 49

[2] TDK Türkçe Sözlük,  s. 1645.

[3] Robert Avery (editör) ve diğerleri, Redhouse İngilizce-Türkçe Sözlük, İstanbul 1991, s. 803.

[4] Yunus,10/100.

[5] Ahmet Cevizci, “Akılcılık”, Felsefe Ansiklopedisi, 1/ 199-206.

[6] Bedia Akarsu, Felsefe Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1994s. 34-36.

[7] Mehmet Şahin, “Bilgi, Bilim, Teknoloji ve Üniversite”, Bozok Üniversitesi Açılış Dersi, Yozgat, 17 Ekim 2007, s. 4-5.

[8] Bedia Akarsu, Felsefe Terimleri Sözlüğü,  s. 125-127.

[9] Fahreddin er-Râzî, Mefâtihul Ğayb,  İstanbul 1308, 1/224.

[10] Bakara, 2/50.

[11] Mustafa el- Meraği, Tefsiru’l Meraği, Beyrut 1974, 1/ ll6.

[12] Fil, 105/3.

[13] Meraği, Tefsiru’l Meraği, 3/243.

[14] Muhammed Abduh, Tefsiru Cüz’i Amme, Mısır, tarihsiz, s.120.

[15] Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul 1938,   8/ 6133-6143.

[16] Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, Ter. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, İstanbul 1999, 3/1308.

[17] Karl Opıtz, Kur’an’da Tababet, Ter. Feridun Nafiz Uzluk, Ankara 1971, s. 58.

[18] Mikail Bayram, Fil Olayının Mahiyeti, Ankara 1996, s. 13-43.

[19] Kamer 54/1.

[20] Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an’daki İslam, İstanbul, 1997, s. 91

[21] Müddessir 74/26.

[22] Öztürk, Kur’an’daki İslam, s. 21.

[23] Emile  Boutroux, Tabiat Kanunlarının Zorunsuzluğu  Hakkında, Ter.Ziya Ülken, İstanbul 1988.

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya