NATO Liderler Zirvesi’nde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Joe Biden arasında gerçekleşen görüşmeyle birlikte Türkiye-ABD ilişkileri hiç kimsenin beklemediği şekilde olumlu bir aşamaya taşındı. Bunda aslında her iki liderin kişisel diplomatik maharetleri ve gerçekçi yaklaşımlarının payı inkâr edilemez. Tabii olayı daha ziyade Türkiye’den Afganistan’da beklenen rolle ilişkilendirenler de çok oldu. Bazıları olayı haberleştiren metinlerde “Afganistan’da ABD sonrası misyon için en güvenilir ülke Türkiye” diye yansıyan ifadeleri doğrudan “ABD’nin taşeronluğuna talip olan Türkiye” şeklinde tercüme etme yoluna bile gitti.
Bu ifade Türkiye’nin Afganistan’da veya Suriye, Libya, Somali gibi ülkelerdeki rolünü, misyon ve vizyonunu kavramaktan tek kelimeyle çok nasipsiz bir ifade. Aslında bütün bu bölgelerde Türkiye’nin oynadığı rolü bu ifadelerin sahipleri hep yaftalayacak bir şey buluyor. Tabii ki “buluyor” dediğimiz şey “uyduruyor” kelimesiyle daha iyi ifade edilebilir bir şey. Türkiye’ye hiçbir şekilde kendi vizyonunu ve misyonunu yakıştırmayan, bunu layık görmeyen bir yaklaşımın, Türkiye’ye karşı hep bir suizan besleyen bu yaklaşımın en iyi ihtimalle biraz rehabilitasyona ve yeni Türkiye tanıtımına ihtiyacı olduğu açık.
Bütün bu operasyonlara baştan itibaren yakıştırılan yaftalara rağmen Türkiye Libya’da da Suriye’de de Somali’de de başka bütün dış operasyonlarında da artık sadece kendi vizyonuna sahip bir aktördür. Tam da bu yüzden sık sık başka aktörlerle, mesela ABD ile, Fransa ile İsrail ile, Körfez’in taşeronlarıyla karşı karşıya kalıyor. Bu aktörlerin üzerimize saldıkları vekilleriyle, PKK-PYD ile FETÖ ile DAEŞ ile çetin savaşlar vermek durumunda kalıyoruz.