Köyde, gariban bir adamın 15 dekar bir tarlası var. Bu tarlanın etrafındaki tarlalar ise, komşu köyün ağasına ait.
Ağa, tarlalarının ortasındaki bu küçük tarlaya da göz diker. Tarlalarının ortasında bir çıban gibi duran bu küçük araziyi alabilmek için mahkemeye baş vurarak dava açar.
Gariban köylü kaygılı. Elindeki imkanlar kısıtlı. Karşı dava açma işi zor. Kendi ilçe merkezinde bir avukata baş vurur. Adam şanslıdır. İnsaf ve merhamet sahibi bir avukata rastlar.
Avukat, gariban adamı dinler. Dava taşınmazın kayıtlı olduğu ilçe hudutları dışında bir mahkemede açılmış. Zaten mahkemenin yetki alanı dışında oluşu bir avantaj.
Adamın garibanlığı, avukatlık ücreti ödeyemeyecek durumda olmasına rağmen, avukat davayı alır ve hudutlar içerisindeki ilçede karşı dava açılır. Yetki itirazı adı ile açılan dava kabul edilir. Dava yetkili mahkemeye getirilir.
Ağa davayı kazanmak için bütün gücü ile uğraşır. Davayı kaybedeceğini anlayınca, taşınmazdan vaz geçmek istiyor, başaramıyor. Zira, bir garibanın karşısında da davayı kaybetmek gururuna dokunuyor.
Dava gariban lehine sonuçlanır. Ağa davayı kaybeder ama, davayı takip eden rakip avukatla zamanla dost olurlar. Zamanla dostluk ilerler. Bir sohbet esnasında, hayat hikayesinin bir bölümünü avukat dostuna anlatır.
Ben de bu hikayeyi olduğu gibi size aktarmak istiyorum.
Ağa aynı zamanda köyünün değişmez muhtarı. Köylüsü artık ağadan da muhtarlığından da iyice bezgin. Ağa bu durumun farkında ama, hiç oralı değil.
Seçim zamanı gelip çatar. Köylü ağanın karşısına bir muhtar aday çıkarmak için uğraşır. Fakat, ağanın karşısına çıkmaya, aday olmaya kimse cesaret edemez.
Köylü günlerce köy odalarında bu konu üzerinde kafa yorar. Sonunda bir çıkış yolu bulurlar. Ağanın karşısına muhtar adayı olarak, ağanın kahyasını çıkarmaya karar verirler.
Kahya, bu gelişmeleri yakinen heyecanla takip etmekte. Eee kolay mı? Köylüsü onu ağa ile yarıştıracak.
Bu adaylık meselesi köyde yayılmaya başlayınca, Kahya bakmış ki iş ciddi. Ağanın kulağına varmadan koşmuş ağanın yanına. Kendi ağızı ila meseleyi anlatır. Bu konu ile alakasının ve dahlinin olmadığını yemin billah anlatır. Bütün suçu köylüye yüklemeye çalışır.
Ağa “Kaçın kurası”. “Köylü böyle düşündü ise, vardır bir bildiği.”
Kahya, “Nasıl yani.” Ağa, “Köylü böyle bir durumu laf olsun diye çıkarmaz. Senin ile ilgili, senin hakkında mutlaka bir bildikleri var.”
Kahya, “Valla ağa, bu köylü ne derse desin, eğer bende bir şey varsa bunun sebebi de sahibi de sensin. İyi ise de, kötü ise de sahibi sensin. Çünkü; senin yanında büyüdüm. Senin odanda, sana gelen eşrafa, misafirlere ikram eder, hizmetim aralığında mabeyinde oturur, sizleri izler, sizlere hizmet ederdim. Çay, kahve ikramından sonra el/pençe divan kapı yanında beklerdim. Çay, kahve bitince de boşları alır odadan çıkardım.”
Ağa, “Eee oğlum iyi de. Benim iki tane oğlum var. İki oğlum da odada, yanımda büyüdüler. Senden bana onlar daha yakın.”
Kahya, “valla ağa, ben onu söylerim de bana çok kızarsın.”
Ağa, “Bunun başka yolu yok. Anlatacak ve açıklayacaksın.”
Kahya, “Valla ağa, senin çocuklar odaya girmeye cesaret edemezlerdi. Mabeyinde otururlardı. İkram sonrası boşları almaya odaya gireceğim anda, oğullarından biri ceketimin bir ucundan, diğeri öbür ucundan çekerek, boşları toplarken sigaralardan aşır ve bize getir derlerdi. Ben de bardak ve fincanları toplarken, kaş/göz arasında ortalıkta bulunan sigaralardan aşırırdım. Topladığım sigaraları yarısını oğlunun biri, yarısını da öbürü alır, tutarsan tut artık senin bebeleri…”
Ağa, “Yani… Ne demek.”
Kahya, “Çocuklar aldıkları sigaraları açıkta içemeyeceklerine göre, doğru ahıra koşarlardı.”
Ağa, “Eee… sonra.” Kahya, “Valla ağa, bu işin esi.. mesi yok. Senin bebeler (oğullar) sigara keyfi eşliğinde ahırdakilerle büyüdüler. Ben ise, senin yanında, odada büyüdüm.”
Ağa, “Köylünün bildiği işte bu. Onun için seni benim karşıma çıkardılar. Bak oğlum; işin doğrusu buraya geldi dayandı. Demek ki bu millet doğruyu bilir. Bu milletin söylediği, düşündüğü her şeyde bir hikmet vardır. Bana da sen öğretmiş oldun. Teşekkür ederim.”
Hayatın gerçeklerine uyan bir anekdot. Gerçekte, ağanın çocuklarından “Ne köy olur ne kasaba” misali pek dişe dokunur özellikli bir yaşam görülmedi.