İslamda şefaat var mı, yok mu? Varsa nasıl anlaşılmalı?
MAKALE
Paylaş
15.03.2023 17:02
460 okunma
Dr. Hasan Eryılmaz

Sevgili Peygamber Efendimiz hayatta olsaydı da aklımıza takılan her şeyi O’na sorsaydık, ne kadar iyi, kolay, net ve tartışmasız olurdu değil mi? Ama böyle bir şansımız yok ve mecburen O’nun bize bıraktığı iki rehbere yani, kitabımız Kur’an’ı Kerim’e ve bu kitabın uygulaması olan Efendimizin sahih sünnetine başvuracağız. Ancak bu iki kaynakta her aradığımız konuyu, hap gibi bulup yutabileceğimiz şekilde hazırlayıp sunan, tek cümlelik “bu budur, şu şudur“ kalıbında hüküm cümleleri, ne yazık ki çoğunlukla yoktur. Bu nedenle 15 asırlık İslam düşünce serüveni içinde, her konu gibi “Şefaat” konusu da çok tartışılmış ama herkes kendi taraf olduğu akaid ve fıkıh ekolü açısından konuya yaklaştığı için; “şefaati tamamen inkâr” ile  “şefaati mutlak geçerli saymak” arasında pek çok farklı anlayış günümüze kadar süre gelmiştir. Öyle gözüküyor ki, bundan sonra da bu tartışmalar devam edecektir. Peki, bu çok mu kötü bir durum? Bizce hayır.  Müslüman aydınların zihni tembelliklerini önlemek, geçen yüzyıllar içinde zamanın ve zeminin değişimine bağlı olarak ortaya çıkacak yeni sorulara doyurucu cevaplar bulmak açısından son derece yararlıdır. Yeter ki, bu iki ana kaynak bozulmadan korunsun, yeter ki, Müslüman taraflar birbirlerine saygılı bir şekilde davransınlar ve söven–yeren-ısıran bir dil kullanmasınlar. En azından, kâfirlere karşı gösterdikleri hoşgörüyü, birbirlerine de göstersinler. Yeter ki, (Bakara 164)’de geçen “ihtilafil-leyli ven-nehar”,  yani “gece ve gündüzün ihtilafında” olduğu gibi; birbirinden gece-gündüz kadar farklı olsalar bile, birbirini destekleyen ve takip eden bir halde olmaya dikkat etsinler, birbirinin gözünü çıkaracak kadar bir farklılaşma ve fırkalaşma içine girmesinler. Nasıl gece ve gündüzün ihtilafı yeryüzüne merhamet ve düzen getiriyorsa, Müslüman düşünürlerin ihtilafları da İslam dünyasına alternatif çözümler getirir ve getirmelidir. Yani Efendimizin hadisinde geçtiği üzere, Müslümanlar birbirini yıkayan eller gibi olmalıdır, yoksa birbirini yıkan-yakan eller gibi değil!

İşte o zaman, herhangi bir konuya değişik açılardan bakmamızı sağlayan ihtilaflar; rahmet olur, zenginlik olur, yoksa zahmet olur, zulmet olur. Maalesef günümüzde olduğu gibi Müslümanlar arasında düşmanlık olur, katliamlar olur. Biz de bu yazıda  “Şefaat” konusunu, Müslümanlar arasında rahmet olsun diye inceleyecek ve incitmeyen bir dil kullanacağız,  inşallah! Öncelikle “var mı, yok mu?” dan önce, şefaatin ne olduğuna bakalım.

BİRİNCİ BÖLÜM

ŞEFAAT NEDİR?

Sözlük anlamıyla  “tek olan bir şeyi dengi veya benzeriyle çift hale getirmek, çiftlemek “ demek olan “ş f a”, Kur’an’da bir tek (Fecr, 3) ayetinde bu anlamda kullanılmıştır. “ Veş-şef'i  ve’l-vetri: And olsun çifte ve teke”. Burada çift ve tekin anlamı konusunda İmam Razi; “Âdem-Havva çifti ve Allah”, “çift ve tek rekâtlı namazlar”, “çift ve tek bütün mahlûkat”, “çift ve tek sayılar”, “sekiz cennet-yedi cehennem”, “Âdem-Havva çifti ve Meryem”, “iki secde ve bir rükû”, “iki dudak ve bir dil” gibi iki rakamıyla alakalı yirmi ayrı tefsir şekli zikretmiştir (Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb). Buraya “bütün evliler ve bütün bekârlar” veya “vücudun tüm çift ve tek organları” gibi başka şıklar da eklenebilir. Önemli olan, “doğrusu kesinlikle şudur” diye ısrar etmeden; fırkalaşma, bölünme ve düşmanlığa çevirmeden, bu tefsir-yorum ihtilaflarını bir zenginlik olarak değerlendirmektir.  Diğer ayetlerde bütün isim ve fiil türevleriyle şefâat; “suçunun bağışlanması veya dileğinin yerine getirilmesi için birine aracılık etme” manasında kullanılmıştır (TDV, İslam Ansiklopedisi, Şefaat). 

Dünyevi anlamda şefaat sadece, “ Kim güzel bir şefaatte bulunursa ondan kendisi için bir nasip olur; kim de kötü bir işe aracılık ederse onun da buna denk bir payı olur. Allah her şeyi koruyup hakkını verendir” (Nisâ, 85) ayetinde geçer. Âyet, hem tarihî hem de evrensel düzeyde şefaat konusunda, genel bir kural getirir:  Şefaat esas olarak kötü,  çirkin ve yasak değildir; ancak meşru, hukuka ve ahlâka uygun olmalı, iyi, başkası aleyhine haksızlık doğurmayacak bir sonucun hâsıl olması için yardım manası ve amacı taşımalıdır. Böyle olan şefaatin ecri vardır. Hâsıl olan iyilik ve ecirden şefaat sahibi (buna aracılık eden) kimseler de nasip alırlar”(DİB,Kur’an YoluTefsiri). Bu anlamda, yani mazlumun hakkını savunmak anlamında avukatlık kurumu tam bir şefaat uygulamasıdır. Geri kalan şefaat ayetleri, hep ahirette din günü olacak şefaatle ilgilidir.

Şefaat Anlayışları Üzerine Kısa Özet

1- Şefaat âyetlerinde hâkim fikrin, şirk inancının reddi ve tevhid inancının telkin edilmesi olduğunu söylemek mümkündür.

2- Genellikle olumsuz başlayan ayetlerde istisnalar yapılmak suretiyle, Allah’ın izni ve rızasına bağlı olarak, hakkı (tevhidi) benimseyenlere şefaatte bulunulacağı kaydedilmektedir.       

3- Hadislerde  “dünyada bir kimsenin meşrû işine yardımcı olmak” anlamındaki şefaate izin verildiğine ilişkin uygulamalardan söz edilmiş, ancak had cezası doğuran suçların cezasının kaldırılması yolunda şefaatte bulunulamayacağı bildirilmiştir (Buhârî).             

4- Hayatta bulunan sâlih kişilerden dünyevî bir ihtiyacın karşılanması veya günahların bağışlanması için dua etmeleri anlamındaki şefaatin câiz olduğunda âlimler ittifak etmiştir. Ashap yağmur yağması, ihtiyaçlarının giderilmesi için hayatta bulunan Resûlullah’tan dua etmesini istemiş, Resûl-i Ekrem’le tevessülde bulunmuştur (Muhammed, 19).              

5- Dünyadaki şefaatle ilgili olarak iki konuda farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bunlardan biri, dualarda  “Hz. Peygamber hakkı için, velîler-sâlihler hakkı için” şeklinde ifadelerin kullanılması ve diğeri de bir ölüden veya diriden şefaat istenmesidir.                 

6- Müteahhir dönemi Selefi âlimleriyle Vehhâbîler’e göre bunların ikisi de câiz değildir, böyle bir vesile-şefaat inancı ilk devir Müslümanlarında yoktur. Nitekim ashap yağmur dualarında, hayatta iken Resûl-i Ekrem’i vesile kıldığı halde, vefatından sonra onu değil, hayatta bulunan amcası Abbas b. Abdülmuttalib’i vesile edinmiştir.  Müslümanlara ölülerden yardım istemelerini tavsiye eden ve hadis diye nakledilen rivayet uydurmadır (İbn Teymiyye, İbn Kayyim, Âlûsî, Muhsin el-Emîn).                  

7- Sûfiyyenin çoğunluğuna, Eş‘arî ve Şiî âlimlerine göre ise, dualarda Hz. Peygamber’i, velî ve sâlih kişileri bir anlamda aracı kılmak, ayrıca diri veya ölü bir kişiden dünya ve âhirete ilişkin şefaat istemek meşrudur. Bir velînin kabri yanında adını anarak dua etmek, tapmak anlamına gelmez, müşriklerin putlara tapmasına benzetmek yanlıştır.                

8- Âlimler Hz. Peygamber’in, Âhirette mahşer meydanında uzun bekleyiş sıkıntısı içindeki insanların hesaba çekilmesini sağlamak, ayrıca müminlerin cennetteki derecelerini yükseltmek amacıyla Allah katında şefaat edeceği, buna karşılık kâfirler hakkında şefaatin gerçekleşmeyeceği hususunda ittifak etmiştir. (Kādî Abdülcebbâr).            

9- Âhirette gerçekleşecek şefaatle ilgili olan hadislerde, Allah’a ortak koşmamak şartıyla küçük-büyük günah işleyen herkesin, Resûl-i Ekrem’in şefaatinden yararlanacağı söylenmiştir. (Buhârî).                                                                             

10- Kur’an okuyan, oruç tutan kimseler hakkında bu ibadetlerin şefaatçi olacağı bildirilmiştir. (Buhârî).                     

11- Ahiretteki şefaat inancıyla ilgili tartışmalar I. Yüzyıldan itibaren ortaya çıkmış ve II. Yüzyılın ilk yarısından sonra, “mezheplerin ayırt edici esası” haline gelmiştir.  Konunun tartışılan yönü tövbe etmeden ölen, küçük-büyük günah işlemiş Müslümanlarla ilgilidir. Asıl ihtilâf, şefaatin bu günahkâr Müslümanları kapsayıp kapsamadığı konusunda ortaya çıkmıştır. Bu kişilere de şefaat edileceğini söyleyen Ehl-i sünnet ve Şîa’nın görüşü isabetli görünmektedir.  Mu‘tezili âlimlerin tövbe etmeden ölen müminlere fâsık demesi, onların mümin vasfını ortadan kaldırmaz.               

12- Âhirette şefaat, küçük günah işleyenler hakkında vuku bulacaktır. Mu‘tezili Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf bu görüştedir.               

13- Günah işleyip de tövbe etmeden ölen kimse fâsıktır, şefaatten mahrum kalır (Kādî Abdülcebbâr, Teftâzânî). Kur’an’da, âhirette zalimler için sözüne itibar edilen bir şefaatçinin bulunmayacağı, fâcirlerin cehennemden çıkmayacağı, izin verilen şefaatçilerin yalnızca, tövbe ederek ilâhî emirlere uymalarıyla, Allah’ın kendilerinden razı olduğu kimselere şefaat edeceği bildirilmiştir. Büyük günah işleyenlerin ise zalim, fâsık ve fâcir zümreler arasında bulunduğu açıktır.              

14- Hadislere göre, Hz. Peygamber,  geçimini haram mal satarak sağlayanlara, çalıştırdığı işçinin ücretini hakkıyla ödemeyenlere ve emanete hıyanet edenlere kıyamet günü düşman olacağını bildirmiş, sürekli içki içenlerin, fitne-fesat çıkaranların, haksız yere bir gayri Müslimi öldürenlerin cennete giremeyeceğini açıklamıştır. Aklî istidlâl açısından da ahiretteki şefaatin fâsıkları kapsamaması gerekir. Büyük günah işleyenlerin şefaat sayesinde affedileceğini söylemek, Müslümanları günah işlemeye teşvik eder. Mu’tezili âlimlerin büyük çoğunluğu ile Hâricîler ve çağdaş bazı araştırmacılar bu görüştedir (İbn Huzeyme, Kādî Abdülcebbâr, Râzî, Hasan el-Cevâhirî).                  

15-  Selefi, Mâtürîdi, Eş‘ari ve Şiî mezheplerine mensup âlimlere göre şefaat büyük günah işleyen ve tövbe etmeden ölen müminleri de kapsayacaktır, ayetlerde şefaat etme izni verdiği kullarının, razı olduğu ve şefaat edilmelerine izin verdiği kimseler hakkında şefaatçi olabilecekleri bildirilmektedir. İzin vereceği kulları; bütün peygamberler, melekler, sâlih ve müttaki müminlerdir. Resûlün, münafıkların cenaze namazını kılması ve haklarında istiğfar etmesinin ardından, bunun Allah tarafından onaylanmaması ve münafıkların bağışlanması talebinde bulunmaması emri (Tevbe 80, 84), şefaat etme yetkisinin yalnız Cenâb-ı Hakk’a ait olduğunu kanıtlar. Kur’an’da meleklerin günahkâr müminler için istiğfar ettiği bildirilmiş, Hz. Peygamber’e de müminlerin bağışlanması için dua etmesi emredilmiştir. Buna göre esasen Müslümanların bağışlanmasını isteyen Allah Teâlâ’dır, bunu dünyada dilediği gibi ahirette de dileyebilir. Allah’ın, tövbe ettikleri takdirde büyük günah işleyenleri lütuf ve keremiyle bağışlaması ile kullarından bazılarını şefaatçi kılarak bağışlaması arasında fark yoktur. (Halîmî, Nesefî, İbn Teymiyye, İbn Ebü’l-İz).          

16- Ahirette şefaatin olmayacağını ve zalimleri koruyan herhangi bir dost ve şefaatçinin bulunmayacağını bildiren ayetler kâfirler hakkındadır. Zira mutlak anlamda zalimler kâfirlerdir, ilgili ayetlerin bağlamı da bunu göstermektedir. (Râzî) Büyük günah işleyen Müslümanlar ilâhî emirlere aykırı davranmaları sebebiyle bir yönden fâsık olup ilâhî cezayı hak etmişlerse de, tevhide iman edip, güzel davranışlarda bulunmaları nedeniyle, kâfirlerle aynı konumda olamazlar. Kur’an’da Hz. Peygamber’in “Makām-ı Mahmûd”a çıkarılacağı ve bunun, müminlere şefaatçi kılınması anlamına geldiği sahih rivayetlerle nakledilmiştir. (Mâtürîdî, Nesefî, Râzî, Teftâzânî, Âlûsî).                

17- Âhiret şefaati, yalnızca Allah’a ait olup mahiyeti bilinemez. Esasen Kur’an’da ahirette şefaatin vuku bulacağına dair açık bir ayet yoktur. Şefaati Allah’ın iznine bağlayan istisna kaydı, vuku bulmayacağını kesin derecesinde ifade etme amacı taşıyan bir üslûp özelliği olabilir. Kötülük yapanları cezadan kurtarma anlamına gelen bir şefaatin ahirette olmayacağını kabul ederek, konunun kalan kısmını Allah’a havale, en doğru yoldur. Reşîd Rızâ, şefaatin geçtiği ilk âyetleri yorumlarken; bunların âhirette şefaatin olmayacağını ifade ettiğini ve Müslüman adı taşımanın, kişiyi cezadan kurtarmayacağını belirtirse de,  sonraki ayetlerin tefsirinde şefaatle ilgili hadislerin sahih olduğunu zikreder. (Tefsîrü’l-Menâr).             

18- Âlimlerin çoğunluğuna göre;  iyiler, şefaat etmeye yetkili kılınacaktır. Bunlar; peygamber, melek, sahâbî, âlim, velî, sıddîk, sâlih, şehid ve müttaki mümin kullardır. Resûl-i Ekrem en büyük şefaatçidir ve mahşer günü hesabın başlaması için tüm insanlara şefaat edecek, ardından ümmetinden birçok kişinin hesaba çekilmeden cennete girmesi, ayrıca günahları sebebiyle cehenneme girmesi gereken birçok müminin doğrudan cennete alınması için de şefaat edecektir.  Cennettekilerin derecelerinin yükseltilmesi, cehennemde bulunanlardan azabın hafifletilmesi ve büyük günah işleyen müminlerle tevhid ehlinden olanların cehennemden çıkarılması da, hadislere dayanan hükümlerdir. Şiî âlimler, Ehl-i beyt imamlarının da şefaat edeceğine özel bir vurgu yaparlar (İbn Huzeyme, Mâtürîdî, İbn Fûrek, Kādî İyâz, İbn Kesîr).              

19- Peygamberlerden başka hiç kimse mâsum değildir. Kur’ân’da peygamberlerden sonra özenilecek kişiler arasında sıddîklar, şehidler ve sâlih kullar zikredilmiştir (Nisâ 69). Tasavvufta ortaya çıkan bazı yanlış fikirler, âdeta mutlak kurtarıcı seviyesinde bir evliya telakkisi doğurmuşsa da, bu anlayış, gerek mutedil mutasavvıflar gerekse diğer âlimler tarafından reddedilmiştir.

Devam edecek…

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya