Giriş
Krizler içinde boğuşan tüm insanlığın barışı ve mutluluğu için ne yapılabilir? Bu soru tüm insanlığı ilgilendiriyor gibi görünse de, gerçekte birileri için hiç dert değil, onların keyfi yerinde. İnsanlık piramidinin en tepesindeki çok zengin bir avuç sermaye ve siyaset seçkini, her tür zevklerini tatmin ederek yaşantısını sürdürüyor. Zaman zaman iki ayaklı insan kılıklı(!) paryalar, protesto-yürüyüş-anarşi-isyan olaylarıyla bu seçkinlerin canlarını biraz sıksa da, çok önemli değil. Nasıl olsa gelip geçici; nasıl olsa onların büyük duvar ve demir parmaklıklarla çevrili ve muhafızlarca korunan köşkler, sarayları var. Tabi bu zenginlik, kıskançlık içindeki(!) tüm küçük adamların gözüne battığı için, ara sıra insanlığın büyük problemlerini çözmek için çalıştıklarını gösterecek, bir takım işler de yapmak gerekiyor. Birleşmiş milletler gibi pek çok uluslararası kurum; yoksullukla mücadele, hastalıklarla mücadele, işsizlikle mücadele… gibi programlar hazırlanıp fonlar oluşturuluyor ama 2. dünya savaşından beri geçen yaklaşık seksen yılda alınan mesafe neredeyse sıfır. Beş büyük devletin işine gelmeyen hiçbir karar uygulanamıyor. Ukrayna’da 2 yılı geçen bir Rus işgal savaşını durduran yok. Filistin’de 8 aya ulaşan ve 40 binden fazla insan ve islam oğlunun öldürüldüğü Siyonist İsrail katliamını durdurmak için, kınama ötesinde yapılan, uluslararası bir girişim yok. BM organı olduğu halde, sözde devletleri yargılayan Uluslararası Adalet Divanı da, kişileri yargılayan Uluslararası Ceza Mahkemesi de, ellerinde yaptırım gücü olmayan, katil İsrail’in katil Başbakanı Netenyahu’nun bile dikkate almadığı içi boş kukla kurumlar. Haklı olanın değil güçlü olanın sözü geçiyor. Eskilerin deyimiyle “kellim kellim lâ yenfa! ”, yani “konuş konuş, yararsız boş! ”. Savaş tamtamlarının sesi geliyor…
Silahlı savaş gibi çok tehlikeli durumlar hariç, konuşarak daha kolay çözülebilecek problemler bile yıllardır, birkaç dilek ve temenninin ötesinde bir çözüme kavuşamıyor. Bunlardan birisi de “Küresel Isınma”. En son 30 Kasım-12 Aralık 2023 arasında Dubai, Birleşik Arap Emirlikleri’nde Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Konferansı (COP28) için bir araya geldi, yine boş ve uygulanmayacak kararlar alındı.
İlk defa bir COP metninde “fosil yakıtlar” ifadesine yer verilse de, fosil yakıtlardan somut bir çıkış çağrısı yapmadığı için yetersiz olmakla eleştirildi. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin, küresel ısınmadan dolayı yaşadıkları kayıp ve zararlarının 100- 580 milyar ABD doları arasında olduğu tahmin ediliyor ama tazmin edilmesi için oluşturulmuş “Kayıp ve Zarar Fonu” için toplanan para, 720 milyon ABD doları. Yani tam bir komedi.[1]
COP28'de su ve sağlık gibi sektörlerde uyum politikası süreci için, zamana bağlı küresel hedefler üzerinde anlaşmaya varılmıştır. Ancak hedefler sayısallaştırılmamış, gelişmekte olan ülkeler için mali ve diğer destekler yok, COP28 sonuçları, finans konularının çoğunu Azerbaycan COP29'a bırakmıştır…
Yine de gıdanın iklim çabalarının merkezinde yer almaya başladığı COP olarak tarihe geçmiş, "iklime dirençli gıda ve tarımsal üretim ile gıda tedariki ve dağıtımı" hedefini ortaya koymuştur [2]. 39 ülke 'Hidrojen Niyet Beyanı'nı imzalamıştır. Böylece hidrojen sertifikasyon programlarının tanınması ve hidrojen potansiyelinin dünya genelinde kullanılmasında işbirliğinin önünün açılması amaçlanmıştır. Ayrıca 50'den fazla petrol ve doğal gaz şirketi ise Petrol ve Gaz Dekarbonizasyon Şartı'na (OGDC) bağlılığını açıkladı. OGDC, 2050'ye kadar net sıfır karbon operasyona ulaşmak gibi iddialı hedefler ortaya koydu ama herhangi bir yaptırım yok, üstelik bunu söyleyenler de petrol ve doğal gaz şirketleri[3]... “2030 yılına kadar küresel yenilenebilir enerji kapasitesinin üç katına çıkarmak ve enerji verimliliğinde küresel yıllık iyileşme oranının iki katına çıkarmak.” Hedeflerden biri ve her türlü fosil yakıttan çıkış, COP28 nihai anlaşmasının en önemli sonucu, ama geldiğimiz noktada, Yemen’den Suriye’ye, Ukrayna’dan Somali’ye, Keşmir’den Filistin’e derin insani kriz bölgelerinde, diplomasi mekanizmaları çözüm üretemiyor[4].
Birçok katılımcı ve temsilci, fosil yakıtların ve kömürlü termik santrallerin aşamalı olarak kullanımdan kaldırılmasına ilişkin net bir atıf yapılmamasını, kömür ve metanın zayıf bir şekilde dile getirilmesini kınadı[5]...
Politik ve ekonomik devler havanda su dövmeye devam ederken, 2011-2020 on yılı, sanayi öncesine(1850-1900) göre ortalama 1,09 °C ısındı. Yüzey sıcaklıkları her on yılda yaklaşık 0,2 °C artmakta[6]. Aşağıdaki grafikten görüleceği gibi 0,2 °C artış hızı belki 0,3 °C olacak. Buna göre 2100 yılı sıcaklık artışı, en az 2,69 °C olarak net 2 dereceyi bile çok aşacak. Hiçbir ceza mekanizması kurulmadan verilen taahhütlerin yaptırım gücünün olmadığı gün gibi açık. Bu nedenle 2030 için konan hedefler tamamen yetersiz… Dünya'da küresel ısınmaya halen en çok etki eden ülkeler; Çin (yüzde 29.34), ABD (13.77), Avrupa Birliği ülkeleri (9.57), Hindistan (6.62), Rusya (4.76) ve Japonya (3.56). Paris Antlaşması'nın öngördüğü, küresel sıcaklık artışının 21. Yüzyıl sonunda 1.5 derecenin altında kalması için şart olan, sera gazları emisyonlarındaki azalma, bir türlü gerçekleşmiyor.
Büyük Okyanus’taki Hawaii’de dünya çapında ölçümler yapan Mauna Loa Gözlemevi’nden alınan yukarıdaki grafikten anlaşılacağı gibi, atmosferdeki CO2 miktarında azalma yok, sürekli artış var ve halen (Nisan 2024) 426.57 ppm. Buna CH4, N2O, SF6 gibi diğer sera gazlarını da kattığınızda rakam, 523 ppm CO2 eşdeğer miktarına ulaşıyor. Yani dünya iklimi açısından geri döndürülemez pik noktayı aşmak üzereyiz ya da aştık. İnsanoğlu kendi hazırladığı felaketine doğru hızla gidiyor. Bir yanda kuraklık artarken, bir yanda da aşırı seller artıyor. Bir yanda buzulların erimesi hızlanırken, bir yanda yükselen deniz okyanus adalarını yutmaya başlıyor. Primitif, basit, ucuz, dostlar alışverişte görsün kabilinden kararların ötesinde, kökten çözüm henüz ortaya konmuş değil. Dünya beşten büyük ama beşler, keyiflerini hiç de bozmuyor...
Bilimsel kılıflı iddialarla dünyaya nizamât vermeye çalışan sosyalist sistem, yirminci yüzyılda kapitalist sistem karşısında hiçbir savaş olmadan, tek kurşun atılmadan çöktü. SSCB sosyalist düzeninin çarpık bacaklarını, zaten kahraman Afgan mücahitleri kırmışlardı. Şimdi ise en kalabalık sosyalist devlet Çin, oldu en kapitalist köleci devlet… Bir teorinin ne kadar sistematik ve ne kadar akılcı olursa olsun gerçek olup olmadığı, ancak pratikte yani uygulamada ortaya çıkar. Ne kadar bilimsel allama-pullama, ne kadar demogojik tantana yapılmış olsa da, sosyalist sistem ve düşünce pratikte çöktü. Bizim kopyacı sosyalistler, hala üç maymunu oynamaya devam ediyor…
Artık uzunca bir girişten sonra gelelim çözüme ve asıl maksadımıza. Ne insan icadı ideolojiler ne de, daha önce umut iken daha sonra haham ve papazların bozdukları tahrif edilmiş dinler, insanlığa her hangi bir umut vadetmiyor. İnsanlığa kılavuz olarak kala kala, tahrif edilememiş, bozulamamış tek bir İslam dini ve düşüncesi kaldı. Ne yazık ki onun da yeryüzünde elle tutulur bir temsilcisi halen yok. Sadece korumasını Allah’ın kendi üstüne aldığı yüce, temiz, çelişkisiz kitabı Kur’an var. Kitabın fatihi, açıcısı anlamına gelen Fatiha suresinden sonra gelen, ilk surenin ilk ayetlerinde Kur’an kendisini tanımlıyor: “O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (Allah’tan sakınanlar ) için bir yol göstericidir. Onlar (o müttakîler) gayba (görünmez aleme) inanırlar, namazı kılarlar ve kendilerine verdiğimiz mallardan da Allah yolunda harcarlar. Yine onlar, sana indirilene de ve senden önce indirilenlere de iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar.” ( Bakara 2,3,4).
Rasûlullah Muhammed (a.s.) vahyi alırken tertemiz, çelişkisiz, şüphesiz bir yol gösterici olan bu kitab, onun vefatından sonra kısmen de olsa tahrif edilmiş olabilir mi? Teorik olarak ihtimal dışı değil. Zira bir zamanlar Tevrat, Zebur, İncil de “tertemiz, çelişkisiz, şüphesiz” olarak indirilmişti ama, din adamı kılıklı şeytanlar bu ilahi kitapları bozmuşlardı. Fakat Kur’an son kitap olduğu için, bütün bozma girişimlerine rağmen Allah kitabını korumayı, özellikle kendi üzerine almıştır: “Hiç şüphesiz zikri(Kur'an'ı) biz indirdik ve onun koruyucuları da gerçekten biziz”(Hicr 9). Eğer Allah(c.c.) kitabın korunmasını bizzat üzerine almasaydı, hiç şüpheniz olmasın, insanlar onu da bozacaklardı. Eskiler de yeniler de aynı karakterde aynı insan, şimdikilerin bir ayrıcalığı yok. Çok şükür ki, kitabını indiren Rabbimiz, onu koruyarak bugüne kadar bize de bozulmadan ulaştırdı. Şu halde en başta sorduğumuz “tüm insanlığın barışı ve mutluluğu için ne yapılabilir?” sorusunun cevabını da bu kitapta aramak zorundayız. Önce hidayet, sonra da tüm insanlığın selameti için, hepimizin görevi olan “Yeryüzü hilafeliği” ödevini yerine getirmek için gayret, yani maddi-manevi cihad…
Peygamberin Görevleri Neydi?
Biz peygamberimiz Muhammed (a.s.)’ın takipçileri olduğumuza göre, O’nun görevi, misyonu, yolu neyse, biz de onu takip edeceğiz hiç kuşkusuz. Bakalım bize Kur’an bu konuda ne diyor? “Andolsun ki, Resûlullah’ta sizin için, güzel bir örnek (üsvetün hasenetün)vardır, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için ” (Ahzâb 21). Ayette geçen “üsvetün hasenetün” ifadesi, (Mümtehine 4,6) ayetlerinde, aynen İbrahim (a.s.) ve onunla beraber olanlar için de kullanılıyor. Buradan anlaşılıyor ki Kur’an-u Kerim’ de geçen tüm elçiler, hatta onlarla birlikte bulunanlar bile, bizim için birer örnektir. Ancak bize en yakın ve hayatı tüm detayları ile bilinen son elçi Muhammed (a.s.)’ın örnekliğini esas alarak, konuyu işlemeye çalışacağız.
DİB Kuran Yolu tefsirinde, Ahzâb 21 ayeti bölümünde, şöyle bir bilgi var: “İlgili kaynaklarda onun yaptıklarını yapmanın, izinden gitmenin hükmü üzerinde durulmuş, ortaya üç görüş çıkmıştır: 1. Onu örnek almak farzdır, aksine bir delil bulunmadıkça her yaptığı yapılmalıdır. 2. Onun örnekliği, aksine bir delil bulunmadıkça müstehaptır (tavsiye edilmiştir). 3. Dinî konularda birincisi, dünya işlerinde ikincisi doğrudur”.
Tartışmaya girilirse, bu şıklar daha da arttırılabilir ama, buradaki birinci şıkkın yanlışlığı açıktır. Bu konuda pek çok örnek varsa da sadece bir örnekle konuyu işleyeceğiz. Peygamber efendimiz; Medine hurmalarının aşılanmasına karşı çıkması sonrasında hurma veriminin kötü olması sonucu, diğer kaynaklara girmeden sadece Müslim’de geçen üç ayrı hadiste, sahabelerine şöyle tavsiyede bulunuyor: 1.“Bu onlara bir fayda temin ediyorsa bunu yapsınlar. Ben sadece bir zannımı (kanaatimi) ifade ettim, beni zannımdan dolayı muaheze etmeyin. Ancak size Allah adına konuştuğumda onu alınız/tutunuz, zira ben O 'na asIa yalan isnad etmem”. 2.“Dininizle alakalı size bir şey bildirdiğimde onu alınız. Ancak kendi görüşüme dayanarak size bir şey emrettiğim zaman şunu biliniz ki ben de bir beşerim". 3. “Siz dünyanızın işini daha iyi bilirsiniz”. [7] Her ne kadar lafzi ittifak olmasa da manaca üç hadisin ittifak ettiği şey, özellikle dünya işlerinde peygamberimizin dedikleri veya yaptıklarının, mutlaka Müslümanlar tarafından yapılmasının şart olmadığıdır. Duruma göre yapılabilir de yapılmayabilir de. Tabi buna karar vereceklerin, Müslümanların imamları, emirleri, âlimleri, fakihleri olduğu da açıktır.
Yukarıda Ahzâb 21 ayetin tefsiri ile ilgili sözü edilen, sadece tavsiyedir anlamındaki ikinci şıkka gelince; bu hal, Müslümanlar indinde peygamber efendimizin otoritesini sıfırlamaya kadar gider ki, asla kabul edilemez. O yürüten Kur’an’dır. Ayrıca “Allah ve Resûlü bir işe hükmettiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur “ (Ahzâb 36) ayeti ve benzeri diğer ayetler önümüzde dururken, nasıl “müstehaptır” denmiştir, doğrusu şaşılacak bir iştir.
Sonuç olarak elimizde üçüncü görüş kalmaktadır: Yukarıdaki Müslim rivayetlerinde geçtiği gibi, peygamberimizin Allah adına, din adına söylediklerini almak ve uygulamak. Hem hadisler hem de yukarıdaki ayet açıkça peygamber efendimizin mutlak otorite ve bize en güzel örnek olduğunu gösteriyor. Zaman zaman sahabiler, efendimize “Ya Rasûlallah, bu söylediğiniz vahiy mi rey mi”? diye sormuşlar ve kendileriyle müşavere yapılmışsa da, Rasûlallah son kararı verdikten sonra herkes itirazsız tabi olmuşlardır. Kitapsız gönderilen elçiler olmuşsa da, elçisiz gönderilen hiçbir kitab olmamıştır. Allah’ın elçileri kendilerine gönderilen kitabı okumuş, açıklamış, tefsir etmiş, uygulamış ve kendi hayatlarıyla da en güzel örnek olmuşlardır. Şimdi Peygamberimizin Kur’an’da belirtilen özelliklerine, görevlerine bakalım(Mücâhid gibi bazı isimler ayetde isim değil fiil formunda geçmekte ise de, yerine göre, isme çevirerek verdik) :
-
Şehîd: Hem ümmetin yaptıklarına şahit, hem de ümmetin kendine örnek olarak alıp bakacağı şahit (Bakara 143).
-
Mubelliğ: Vahyi insanlara tebliğ eden ulaştıran (Mâide 99, Nahl 82, Ahzâb 39, Cin 23).
-
Rahmet: (Enbiyâ 107).
-
Münzir: (Şuarâ 194, Müddessir 2, Naziât 45).
(Devam Edecek.....)
[7] (Yener ÖZTÜRK, 2003, Hurma Ağaçlarının Aşılanması İle İlgili Rivayetlere Farklı Bir Bakış, Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayfa 1-19)