Bu kısa özetten sonra tüm varlığı üçe ayırabiliriz: 1) Yaratıcımız Allah, 2) Tüm kâinat (insanlık hariç) ve 3) Tüm İnsanlık… Yaratıcımız Allah(c.c.) altı uzun devirde önce cansız kâinatı yarattı, sonra tüm canlıları yarattı ve sonunda da, kâinatı emrine vereceği, amade kılacağı insanlığı yarattı. Yani bir Allah var, bir insanlık var, bir de alet ve vasıtadan ibaret, hizmetkâr bir kâinat var. Hizmetkâr kâinatı biraz arka plana çekersek, geri kalacak olan, Allah ve insanlıktır. Apaçık ki Rabbimiz kendine muhatab olarak insanlığı seçmiştir. Bu insanlar ki; akıllı, iradeli, iyi-kötü-doğru-yanlış nedir ayırabilen, tüm kâinatı inceleyerek hükümler ve hikmetler çıkaran, bu mükemmel kâinatın asla kendiliğinden olamayacağını anlayıp Allah’a ulaşan ve bilerek isteyerek O’na tabi olan Mümin-Müslüman kullarıdır. Allah onları sever, onlar da Yaratıcıları ve Rableri olan Allah’ı severler. Kitabında andığı, kendinin en yüce nitelikleri olan (El-esmaul-husna) ’sından akıl, irade, güç, sevgi gibi bir miktarını verdiği bu kullarını, hem bu dünyada muhatab almış, hem de ahirette muhatab alacaktır.
Ancak Allah’ın kendi kitabında “Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır”(Beyyine 8) diye andığı bu salih-iyi-takvalı kullar, yaratıldıkları bu dünyada, bu özelliklerini göstermek, Allah’a ispat etmek zorundadırlar. Cennet bedava ya da ucuz değildir. Ölüm sonrası hayatı kazanmak için çok çalışmak ve Allah’ın belirlediği dünya imtihanını başarı ile geçmek gerekmektedir. “Hanginizin daha iyi amel işlediğini denemek için ölümü ve hayatı yaratan O 'dur”(Mülk 2). Böylece, Allah’ın kulları ile şeytanın kulları birbirinden ayrılacaktır. Dünya sınavını iyi dereceyle verenlerle yarın ahirette de “dost, yâr, halil, habib” olacak, cennetlerinde misafir edecektir. Şekil olarak insan, fakat Allah’ı hakkıyla takdir edememiş, inkâr etmiş ve hayvanlardan da aşağı olmuş mahlûklar ise bunun cezasını, ebedi cehennemlik olarak çekeceklerdir… Ne yazık! ...
“Habibullah-Halilullah” ifadeleri yukarıda sözü geçen “dost, yâr, halil, habib” kelimelerinin açılımıdır. Habibullah Allah’ın sevgilisi, halilulah da Allah’ın dostu demektir ve hadis literatüründe pek çok yerde geçer. Ancak Kur’an-ı Kerim ‘de böyle isim şeklinde değil, fiil kalıpları halinde kullanılır:
“ Allah, iyilik edenleri sever”(Bakara 195). “ Allah takva sahiplerini sever” (Âl-i İmrân 76). “Allah, ihsanda bulunanları sever”( Âl-i İmrân 134). “Allah, sabredenleri sever” (Âl-i İmrân 146). “Allah, tevekkül edenleri sever” (Âl-i İmrân 159). “ Allah, adaletli davrananları sever”(Mâide 42). “Allah tertemiz olanları sever” (Tevbe 108). “ Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever” (Saff 4).
Her ne kadar ayetlerde “Habibullah” olarak kullanılmıyorsa da, “mümin-takvalı-iyi-sabreden-mütevekkil-adil-tertemiz-mücahit” kullarının, yani Allah’ın salıh kullarının, Allah’ın sevdiği kullar olduğu ayetlerde açıktır ve “Habibullah” olarak hadis ifadelerini destekler. Hadislerde özel olarak habibullah Muhammed(a.s.) için, halilullah İbrahim(a.s.) için kullanılır ancak, tüm mümin takvalı kulları da, ama az ama çok, bu sıfata layıktırlar.
Bu noktada, her ne kadar sıhhati tartışmalı da olsa, Kudsî hadis olarak rivâyet edilen, “Ben gizli bir hazîne idim. Bilinmemi murâd ettim de (bu) kâinatı yarattım…” ifâdesi (https://www.islam ve ihsan.com/insanin-yaratilis-gayesi-ve-hikmetleri.html) gündeme gelip oturuyor. Allah hiçbir şeye benzetilemeyeceğine göre, burada bilinmekten maksat, yaratılanlardan hareketle yaratana ulaşmak, şeksiz, şüphesiz O’nun varlığına inanmak ve kitabında sözünü ettiği (El-esmaul-husna: en güzel isimler, en güzel sıfatlar) yardımı ile O’nun vasıflarını, özelliklerini en doğru şekilde öğrenip, buna göre Rabbimize karşı kulluk görevlerini yerine getirmektir. Bunu hakkıyla yapacak olan da akıllı ve iradeli olan insanoğludur. El-esmaul-husna’nın aynası, tüm yaratılmış kâinattır; kâinatın en tepe noktası da, “ahseni takvim” olarak yaratılan insanlıktır. Yaratılan her şeyin insanın hizmetine sunulması ve yaratılışın son halkasında onun olması, yaratılışın gayesinde insanın olduğunun göstergesidir. Büyük tefsircimiz Fahreddin er-Râzî, “ben, gizli bir hazine idim; dolayısıyla bilinmek, tanınmak istedim” hadisinden hareketle, yaratılışın Rabbimiz açısından gayeliliğine vurgu yapar (Seyithan CAN, Mefâtihu’l-ğayb Ekseninde İnsanın Yaratılış Süreci, Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 5, Sayı 2, Aralık 2018, s.67-88). https://dergipark.org.tr/tr/pub/siirtilahiyat/issue/42140/507046
İnsan gibi bilinçli olmasa da, insan hariç geriye kalan tüm kâinat, Rabbimize karşı kulluk görevini yerine getirmektedir. İnsanın görevi de bu kâinat kervanına katılmaktır. “ insan, ibadet eden bir kâinatta bulunmaktadır… Ondan istenen iş, Allah’ın kendisine teshir ettiği nebatat ve hayvanatın amellerini tanzim etmekten, rahmetin eserlerinden istifade etmekten ve nihayetsiz fakr ve ihtiyacıyla beraber kendisine şu mevcudatı teshir eden Zata dua, iltica, sual, tazarru ve taabbüdden ibarettir. Onun makbul ilmi de, bütün bu teshirlerle onu şereflendiren ve ibadet ve saadet için teçhiz eden zatın marifetinden ibarettir. Bu ise, esması, sıfatları, celali ve kemaliyle Yaratıcısının marifetini netice verecek bir şekilde kâinatın hikmetini öğrenmeyle mümkün olur… Allah insanı sadece ibadet için marifet için ve sevgi için yaratmıştır… “ (Mehmet SARI, Kur’an Işığında İnsanın Yaratılış Gayesi, Yüksek Lisans Tezi, Erzurum, 2011) https://www.atauni.edu.tr/yuklemeler/d13556bd1b5ef4e 35b999b89c 210 cd95.pdf
Kâinatın ve insanın yaratılış hikmeti, yazısının sonucunu şöyle özetleyebiliriz: Allah kademe kademe, Kâinatı insan için, insanı da kendi için yarattı. Eksiği ve fazlasıyla şimdilik bu kadar. Önceleri sadece edebiyat şaheserlerimizden biri olarak gördüğüm Şeyh Galib ‘in (1757-1799) uzunca bir şiiri ve özellikle o şiirindeki nakarat beyiti, tüm yazdıklarımızı özetliyor ve hikmetin son noktasını koyuyor. Allah rahmet eyleye…
“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen; Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”
(Hoşça bak kendine ki, âlemin özüsün sen; Varlıkların gözbebeği olan âdemsin sen)