Hadis Farklılıkları Karşısında Sahabe ve Büyük İmamların Tavrı
Sahabe döneminde efendimiz sağ iken olmayan bir problem, efendimizin vefatından sonra ortaya çıktı. Kur’an mutlak mütevatir tek kaynak olduğu için, hiç kimse itiraz etmediği halde, Resûlullâh’tan rivayet edilen bir söz veya davranış için, tabii olarak şahit-delil istenmeye başlandı. Resûlullâh’ın kavli ve fiili sünnetleri, sahabe sonrasında da tüm Müslümanlar için delili olduğundan, sözlü rivayetler kayıt altına alınarak çeşitli hadis kitapları haline getirildiler. Ancak uzun süren fitne ve kargaşa dönemleri nedeniyle, kitaplaştırma sahabe dönemi sonrasında gerçekleşebildi. Hadis âlimlerimizin ayıklama konusunda bütün titizliğine rağmen, ilk şahitler olan sahabenin yokluğu nedeniyle, “Mütevatir” yani “kesin” hadislerden, “mevzu” yani “uydurma” hadislere kadar birçok hadis kitapları kaleme alındı. İmam Buhari bile örnek olarak “el-câmiu’s-sahîh” kitabını hazırlarken topladığı 300 bin veya 600 bin hadis içinden tekrarlı sadece 7275 hadis seçti ki, tekrarsız rivayetlerin sayısı 4 bin küsurat kadardır. Tek başına bu bilgi bile, Buhari’nin topladığı hadis rivayetlerinin en az % 98 kadarını attığını %2 kadarını kitabına aldığını ve hadis âlimlerinin, gerekli senet ve metin tenkitlerini yapmadıkları iddialarının ne kadar asılsız olduklarını gösterir. Yine de unutmamak gerekir ki, Buhari de dâhil tüm âlimlerimizin yaptığı bu hadis elemeleri ve seçimleri, ictihadidir ve her ictihad gibi isabet etme ve etmeme özelliği taşırlar. Bu nedenle hatasızlık özelliği, % 100 mütevatir olması nedeniyle sadece Allah’ın kitabı Kur’an için geçerlidir. Zaten Türkçemize de kazandırılan Kettani'nin "Mütevatir Hadisler" isimli kitabındaki mütevatir hadislerin sayısı bile, üç yüz yirmiyi aşmaz. Geri kalan tüm hadis kitaplarındaki 20 bini aşan hadisler, ne kadar ”meşhur hadis” olurlarsa olsunlar, vahid veya ehad haberdirler, kesinlik taşımazlar ve bu nedenle, aynı bir konuda, farklı mezheplerde farklı fetvalar ortaya çıkmıştır ki, bu da son derece tabiidir. Allah rızası için olduktan sonra, verilen her fetva ve içtihad, isabet etmişse iki etmemişse bir sevap kazanacaktır. Bu nedenle seninki yanlış benimki doğru tartışmaları temelsizdir. Herkes biraz emek vererek doğru olduğuna inandığı fetvayı uygular geçer. Zaten uygulama da böyledir ve Hanefi fetva kitaplarında pek çok konuda; baş İmam Ebu Hanife’nin fetvası başka olsa da, öğrencileri İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed kastedilerek “fetva imameyne göredir” diye belirtilir. Eğer bireysel değil de tüm ümmeti ilgilendiren bir konu ise, son kararı da eğer varsa, “Müşavir Ulema Meclisi” ve “Ümmetin Reisi” verir. Bu konuyla ilgili aşağıdaki bilgiler, ( DİB, Hadislerle İslam, 1. Cilt) kitabından alınmış olup, sadece alıntı sayfaları verilecektir.
Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer belli bir konuda hüküm verirken, hadis rivayet edenden şahit ister, Hz. Ali de şahit ister yoksa yemin ettirirdi (s.67). Dört Râşit Halife döneminde sorulmayan ya da şüpheli durumlarda çok az sorulan şahit-delil-senet, özellikle sahabenin birbiriyle savaştığı Cemel ve Sıffin savaşları (Fitne dönemi) sonrası sorulmaya başlandı. En güzel bir örnek (usvetun hasenetun: Ahzâb 21) olan Resûlullâh’ın bu örnekliğinin, gelecek nesillere de aktarılması için Ömer b. Abdülaziz, ilk defa resmi olarak, hadis toplanması ve yazılması hareketini başlattı(s.71). Ancak ilk asırlar hadisler çoğunlukla yazılı değil sözlü olarak aktarıldığı için, aynı bir olay tabii olarak, Resûlullâh’tan farklı sözlerle aktarılıyordu. Mesela namazda oturulunca okunan teşehhüd duasını, Resûlullâh ayet öğretir gibi öğrettiği halde; sadece Buhari’nin Sahihinde, hepsi de Hz. Ömer (r.a.)’den olmak üzere, değişik lafızlarla gelen dokuz ayrı teşehhüd duası vardır(s.101). Hadisleri nakleden sahabilerin hafıza (hıfz) farklılıkları yanında, anlayış farklılıkları da vardı. Mesela Cuma günü mescide gelenlerin yıkanmasını emreden Resûlullâh’ın bu emrini kimileri (İbn Ömer) farz olarak, kimileri (İbn Abbas) da tavsiye olarak anlamıştır( s. 102). Her ikisi de Ebu Hureyre(r.a.)’den geldiği halde, Buhari hadisinde “ Kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır” şeklinde geçen ifade, Müslim hadisinde “Kadın kaburga kemiği gibidir, düzeltmeye kalkarsan onu kırarsın” şeklinde geçer(s.107). Bir söz farkı ile anlamın ne kadar değiştiği meydandadır. “İslam beş esas üzerine temellenmiştir” hadisi asla 6. 7. 8…. esasların olmadığı anlamına gelmez, sadece zikredilen beş esasın vazgeçilmez olduğunu gösterir(s. 110). Efendimizin ısrarla Berire’ye kocasından ayrılmaması tavsiyesine rağmen, Berire’nin “Bu bir emir mi?” sorusuna “Hayır, ben sadece aracıyım” deyince, Berire Efendimizi dinlemez ve eşinden ayrılır(s. 115). İslami hükümlerde tedricilik özelliği, hem ayetlerin hem de hadislerin esasıdır. Hz. Aişe annemiz “İnançlar güçlenmeden içki, zina… yasakları gelseydi, insanlar, ‘içkide içeriz, zina da ederiz’ derlerdi” diyor(s. 119). Ayrıca Efendimizin giyim-kuşam, saç-sakal şekilleri, yeme-içme gibi işlerine “zevaid sünnet” denir ki dini anlamda bağlayıcı değildir( s. 135). Mesela, aynı sofrada Resûlullâh (a.s.) yemediği halde, Hâlid b.Velid keler etini yemiş ve hiç kimse de onu kınamamıştır (s. 137).
Yukarıdaki örneklerde geçtiği gibi, hadislerdeki lafız ve anlayış farklılıklarını gören ve kendi ilim, mantık ve anlayış durumuna göre seçme yapan akâid ve fıkıh imamlarımızın hiçbiri, farklı seçimlerde bulunan diğer imamları küfürle, sapıklıkla suçlamamış, varsa hataları belirtmiş ya da kendi seçtikleri hadisin senet-metin-mana-üslup bakımından daha sağlam olduğunu söylemişlerdir. Ayrıca Berire hadisinde geçtiği gibi tavsiye anlamında gelen hadisleri bir imam uygularken, diğeri daha güçlü başka sebeplerden dolayı, uygulamamıştır.
Hz. Ömer Kendi Hilafeti Zamanında Bazı Ayetleri Bile Uygulamadı
Ne kadar güçlü olursa olsun bırakınız her hangi bir hadisi uygulamayı, Hz. Ömer (r.a.) kendi hilafeti zamanında, zekâttan “müellefet-ül-kulûb”a pay verilmesini, âyet emri ve Efendimizin sünneti olduğu halde uygulamamış, dönemin şartlarını gözeterek “emir-ül-müminin yetkisini” kullanmıştır. Yine ganimet arazilerin belli oranlarda gazilere dağıtılması bir âyet emri olduğu ve de Resûlullâh (a.s.) dağıttığı halde, Hz. Ömer (r.a.) fethedilen Irak topraklarını dağıtmamış, vergi karşılığı sahiplerine bırakmıştır. Ayetlere ve Efendimizin sünnetine rağmen yaptığı bu tarz uygulamalarından dolayı Hz. Ömer (r.a.), kimse tarafından küfürle, zındıklıkla, sapıklıkla suçlanmamıştır. Aklı başında olan hiç kimse, aynı suçlamaları, sonraki dönem akâid ve fıkıh imamlarımız için de yapmamıştır. Sadece onların karar ve fetvalarının isabetli olup olmayışı tartışılmıştır, o kadar… Bir Müslim hadisinde belirtildiği gibi, ”Hâkim ictihad eder, hükmeder ve isabet ederse iki sevap kazanır, hata ederse bir sevap” ( DİB, Hadislerle İslam, 1. Cilt, sayfa 427).
Sonuç:
Ümmet Vahdeti ve Dinimiz Sadece “İslam”
Müslümanların karşılaştıkları yeni problemleri çözmek ve Allah rızasını kazanmak şartıyla samimiyetle yapılmış, her tür cehd, cihad, ictihad ve iş, Efendimiz tarafından teşvik edilmiş, Allah yolunda makbul sayılmıştır. Mezhebi, mektebi, meşrebi ne olursa olsun İslâm için çalışan her imam, âlim, müctehid, müceddit, mücahid, mütefekkir… İslâm bayrağı altında toplanmış kardeşlerdir. Tüm Müslümanların dini “İSLÂM” ’dır. Her tür yeniliğe “Bidât !!!” diye karşı çıkan heyecanlı kardeşlerimiz bilmeli ki, Efendimizden sonraki zamanlarda, zaruretten dolayı ortaya çıkan her tür mezheb, mekteb, meşreb, tam anlamıyla birer ictihadi bidattır ama, hizmet için tabii ve mecburi olarak ortaya çıkmış birer “Bidat-ul-Hasene”dir yani güzel yeniliklerdir. Gerekirse değişiklikler yapılır ve hatta yenileri ortaya konur. Bunu yapacak olan da, samimi ve bilge bir ulemadan oluşan müşavere meclisidir, tıpkı Hulefai Raşidin döneminde olduğu gibi. Böyle bir durumda, içinde bulunulan şartlara göre, müşavere meclisinin kararından sonra, son otorite olan emir-ül-müminin; durumun illetine ve hikmetine uygun olarak, âyetlerden, hadislerden ve tüm mezheplerin önceki fetvalarından hangilerinin uygulanıp, hangilerinin de daha sonra değerlendirilmek üzere geçici olarak, kenara kaldırılıp uygulanmayacağına karar verir. Hulefai Raşidin döneminden sonra zaruret sonucu ortaya çıkan “ mütevatir, müttefikun aleyh, sahih, meşhur, vahit” gibi hadis türlerini de değerlendirecek olan yine bu “müşavir ulema meclisi ” olacaktır. Yukarıda geçen Hz. Ömer (r.a.) örneğinde olduğu gibi gerekirse en sağlam âyet bile uygulanmaz, ama gerekirse de en zayıf ehad (tekil) bir hadis, hatta ayet-hadislerde hiç bulunmayan en yeni bir bilgi-fikir bile dikkate alınır. Bu dini de olabilir siyasi de, ticari de, teknolojik de, hiç problem değildir. Nisâ 59 ayetinde “Ey iman edenler! Allah’a itaat ediniz ve resule itaat ediniz ve sizden olan ulu’l-emre de” şeklinde geçtiği gibi “Müslümanların vahdeti” Hulefai Râşidin döneminden sonra, kifayetsiz sultanlar döneminde siyasi ve dini otorite parçalanıp ayrışınca, tabii ve kaçınılmaz olarak ortalığı, eğri-doğru her tür mezheb, mekteb ve meşrebin cirit attığı bir curcuna kapladı. Böyle bir “vahdet ” ne zaman ve nasıl olur Allah bilir ama bunun olmayışı bile, gerçekte çok büyük bir problem değildir. Yeter ki birbirimizi İslâm kardeşliği içinde, yılan gibi sokmadan, katır gibi tepmeden, küfürle etiketlemeden, tatlı dille uyaralım ve Resûlullâh’ın sözü üzere, birbirini yakan- yıkan değil, birbirini yıkayan-temizleyen eller gibi olalım ve aramızda “sevgi-saygı-sabır” bağlarını güçlendirelim. O zaman aramızda var olan sövgüler bile övgüye, yergiler bile sevgiye dönüşecek inşallah. Kendini bilen Rabbini bilir demiş Yunus Emre, zaten kendini bilenlerde sövgü-yergi yok, “Allah hidayet versin, Allah affetsin, Allah rahmet etsin…” gibi övgü-sevgi duaları var. Problem ulemada değil cühelada, problem futbol takımı tutar gibi mezheb, mekteb, meşreb takımı tutan kalabalıklarda ve kendi gettosu içine kapanıp, dışarıdaki var olabilecek diğer güzelliklere bakamamakta, görememekte. Türkiye Reisi, diğer Müslüman ülkelere “ Benim dinim Şia değil, Ehli-sünnet değil, benim dinim İSLAM ” diye mesaj verdiyse de şimdilik duyan-uyan yok, inşallah zamanla olur. Rabbimiz kitabında “benden ümit kesmeyiniz” buyuruyor, biz de zaten daima ümit varız. Ne diyelim, Allah tüm ümmete hidayet-ıslahat nasib ede, akıl vere; cin-insan şeytanlarına da fırsat vermeye inşallah!!!