Türkiye yakın tarihinde zorlu süreçler geçirmiştir. 1970’lerden itibaren İslami söylemlerin temel içeriğini eleştirellik oluştururken, geleceğe doğru tarımdan eğitime, ekonomiden gündelik hayata kadar “büyük iddia”lar kendisini göstermekteydi.
1970’lerden itibaren tedrici olarak gelişmeye çalışan İslami entelektüalite (bu kavramsallaştırma ayrıca tartışma konusudur) 1990’larda az veya çok bir canlılık arz etmekteydi. Bunu dönemin İslami iddialı dergilerinde, yapılan tartışmalarda ve yayımlanan kitaplarda izlemek mümkündür.
Başörtüsü ve hatta cemaat konusu başta olmak üzere gündelik hayattaki İslamilik bir sorunsal olarak toplumsaldan siyaset düzlemine kadar yansımalarını bulmakta idi. Bu arada 90’ların ortalarından itibaren “28 Şubat” süreci ismi verilen dönem bu konuyu önemseyen kesimlerin ve hatta uzlaşma arayan kişilerin kendilerini ifade etmeye çalıştıkları bir zaman dilimiydi.
Bu dönemde bu dergiler, yayınlar çerçevesinde Türkiye’nin entelektüalitesi sorunları farklı düzlemlerde tartışmakta ve dillendirmekte idiler. Bu arada cemaatler başta olmak üzere sorunlardan mustarip kesimler de seslerini çıkaramamakta; ancak entelektüalitenin açmaya çalıştığı alanda manevra alanı yaratmakta idiler. Hatta bu entelektüellere teşekkür ediyorlardı.
Fakat 2000’lerden sonra en önemli değişim İslami/İslamcı entelektüalitenin zayıflaması oldu ve bugüne kadar tedrici biçimde ciddi olarak irtifa kaybetti. Bu iki yolla gerçekleşti. Birincisi, gerçekten 90’larda bile varolan entelektüel tartışmalar kayboldu ve gündelik hayatın getirileri çerçevesinde entelektüeller kendilerini konumlandırdılar.
Buna biz entelektüel ilgisizlik diyebiliriz. Nihayetinde bir şeyi tartışmanın ve entelektüelliğin çok fazla gündelik hayat getirisi olmaması ve çok da emek istemesi küreselleşme çağında insanların ilgilerinin kaybolmasına sebep olabilmektedir. Fakat bu entelektüel vazgeçişin bir sebebini de, çevreden merkeze doğru yürüyüş olarak da düşünebiliriz. Nihayetinde toplumun daha itibarlı sayılan alanlarına adım atmak böylece gerçekleşmiştir.