“Hakikat” kavramını ele aldığınızdan itibaren farklı tartışmaları beraberinde getirdiğinin farkındayız. Özellikle görelilik kavramını yükselten post/modern çağda hakikat aşılması gereken tarihsel bir tavır olarak da görülmekte, bunun insanın özgürlüğünü teşvik edeceği varsayılmaktadır.
Geçen yazımda “Hak(ikat)” şeklinde yazdığım kavram ile anlatmak istediğim külli bir arkaplan vardı. Ülkenin sürekli tartışılan gündelik konuları dururken, böyle bir konu üzerinde durmamı konformist olarak algılayanlar olabilir. Ancak belirtmeliyim ki, ağlayageldiğiniz sorunlar bir perspektif problemidir. Önce Tanrı ve insanla ilişkiyi sağlıklı kurmak gerekir. Toplum post/modernleşme sürecinde bunları kaybetti.
“Hak(ikat)” kavramının yazımında öncelikle dikkat çekmek istediğimiz “Hak” yani Allah’tır. Allah hakikat arayışında bizim hem nihai hem de başlangıç noktamızı oluşturmaktadır. Burada Tanrı’nın başlangıç noktası olması bir sabiteyi teşkil etmektedir. Tanrı Hak’tır; aynı zamanda tüm varlık ve bilginin kaynağıdır. Tam da bu sebeple mutlaklık taşımaktadır.
Burada bilinmesi gereken nokta; Tanrı’nın bir “Hak(ikat)” olarak insan tarafından tamamıyla kavranamayacağı ve kuşatılamayacağıdır. Çünkü insanın gücü buna yetmez. Esasen insanın kendisini kuşatan eşyanın hakikatini de tamamıyla kuşatması ve kavraması mümkün değildir. Fakat insanın hakikate bazı kısımlarıyla parçalı olarak ulaşması mümkündür. Zaten bunlardan bir kısmını Tanrı kendisi ifade eder. Diğerleri de insanın çok boyutlu (insan, tabiat vb.) ve farklı yöntemlerle arayışlarının; hiç bitmeyen arayışlarının konusudur. Üstelik hakikatin bütününe ulaşamayacağını bile bile insan bu arayışını devam ettirir. Dolayısıyla da zaten hakikati kuşatarak kavradığını iddia eden sahtekarın tekidir.