Koronavirüs felaketine uğradık. İnsanlık çaresiz. Tıp ve ilim dünyası çaresiz.
Virüsün ilacı yok tek çare; virüse yakalanmamak. Devlet bunun için ‘evde kal, dışarı çıkma’ formülünü buldu. Evdeyiz. Dışarı çıkmıyoruz.
Ama hayat dışarıda. İş dışarıda. Para kazanma ve geçinme yolları dışarıda. Hepsinden vazgeçtik. Zira hastalığa yakalanırsak; işin, işyerinin ve bundan sonraki hayatın anlamı kalmayacak.
Eskiden mevzi salgınlar, hastalıklar ve ölümler olurmuş. Ama mevzi.. Bir yere has. Sadece o bölgeyi etkilermiş. Sınırları aşıp, şehir şehir ve ülke ülke gezmezmiş o hastalık. Bu, sınır tanımıyor. Şu an bütün dünya tehlike altında. Sorun bir bölgenin, bir şehrin sorunu değil. Bütün dünya birlikte çare arıyor.
Devletlerin ‘Evde kal’ çağrısı yerinde. Zira gezmeler, seyahatler ve dolaşmalar serbest olsa, hastalığın yayılma ihtimali daha fazla. İslam dünyası 1500 yıldır görmediği sıkıntıyı gördü. Kendi devletleri husumetten değil, tedbir niyetine camiye gitmeyi, hatta Kâbe’yi tavaf etmeyi bile yasakladı. Demek ki tehlike çok büyük. Nasıl ölümün çaresi yoksa, bugün için bunun da çaresi yok
Bu, Allah’ın ikazıdır, gazabıdır diyelim. Peki herkes mi suçlu da herkes tehdit altında? Şüphesiz değil. Allah’ın ihtarı olabileceklerin ihtarıdır. Deprem olduğunda bir şehir yok oluyor. Herkes mi suçlu da bir şehir yok oluyor? Kur’an’da ; ‘‘İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi de helak eder misin Allah’ım ? ‘’ yazıyor. Önemli olan herkesin bu olaydan bir hisse kapmasıdır.
Şimdi herkes işini gücünü, eğitimini bırakıp canının derdine düştü. Tıpkı mahşer meydanında ana-babaların evlatlarından evlatların da ana-babalarından, eşlerin ve kardeşlerin birbirinden kaçacağı o dehşetli günü anımsatıyor.
Gözle görülmeyecek kadar küçük bir virüs, yeryüzünde kibirle yürüyen insanoğluna nasıl da korku salıyor.
İnsanoğlu zaman zaman salgınlarla mevzi ve özel dertlere düştü, ölümler oldu. Herkes üzüldü. Malı ve canı gitti. Sabretti. Yeni çareler aradı. Ve buldu da. O zaman kaybettiklerine yandı sadece. Yani tehlikeyi atlattı. Beklemeyi ve sabretmeyi denemiş oldu.
İnsanlar bir bela geldiğinde daha öncekini atlattıkları gibi, yeni belayı da aynı şekilde atlatacağına inancını ifade etmek için; ‘’bu da geçer ya Hu’’ dedi. Sabrettik, direndik onu da atlattık. Bunu da atlatırız anlamında… Bu söz bir teselli sözüdür. Öbürlerini geçirdiğimiz gibi bunu da geçiririz diye insanlık bir umut aramaktadır. Şu an başka çare de yoktur.
Allah bu felaketten, kendimizi, ailemizi, milletimizi ve tüm insanlığı korusun…
NOT: ‘’Bu da geçer ya Hû ! ’’ sözü, Sultan I.Mahmud devrinde olmuş bir olay üzerine, Sultan’ın devamlı hatırlamak için yüzüğüne kazıttığı bir sözdür. Bir teselli gibi görünse de sözün asıl anlamı biraz değişiktir. (HÛ) Allah’ın isimlerindendir. Aslında bu söz başlı başına bir yazı konusudur. Belki başka bir makalede onu da yazarız. Selamlar…