(BİRİNCİ BÖLÜM)
“Hükümdarlık çok iyi bir şeydir, fakat daha iyi olan hukuktur
Ve onu doğru tatbik etmek lâzımdır.” (Kutadgu Bilig)
GİRİŞ
İnsanoğlunun, hayatını sürdürebilmek ve bütün ihtiyaçlarını karşılayabilmek için toplum halinde yaşamak zorunda olduğu, birlikte yaşanılan her sosyal ortamda ise, bir yönetim mekanizmasının; yöneten ve yönetilen kesimlerden oluşan bir yapının bulunması gerektiği, bu sosyal yapının sürdürülebilir olması için, her iki kesimin de uymak zorunda oldukları kurum ve kuralların bulunduğu söylenebilir.
İyi tasarlanmış toplum ve devletin, rastgele oluşan bir topluluk olmadığı, belirli bir düzene sahip, estetik nitelik taşıyan adeta bir sanat eseri olduğu söylenmiştir.[1] Siyaset bilimci Alexis de Tocqueville de; insan topluluklarını yöneten kanunlar arasında, bütün ötekilerden daha açık görünen bir tanesinin toplum olarak bir araya gelme sanatı olduğunu, bu olmadıkça insanların medeni seviyeye ulaşamayacaklarını söyler.[2] Osmanlı tarihçisi ve devlet adamı Naima, siyasal bir otorite olarak sadece devletin var olmasını yeterli görmez. Ona göre bir devletin varlığının devamı ve devletteki düzenin sağlanması için önemli olan, adaletli kanun ve uygulamaların varlığıdır.[3]
Toplumun resmi ve hukuki bir görünümü olarak tanımlanan devlete,[4] estetik bir sanat eseri niteliği kazandıran şey, herhalde devletin, kuruluş amacına uygun olarak adalet, eşitlik, insan hakları ve onuru gibi değerlere bağlı kalmasıdır. Devleti bir araya gelme sanatı yapan şey, sıradan/rastgele bir araya gelme değil, insan onuruna dayalı hukuk sistemi etrafında bir araya gelmedir. Çünkü devleti kaba güçten ayıran şey, doğru/adil hukuk sistemidir. Bir devlet, ancak adil hukuk kurallarına bağlı olduğu sürece estetik bir sanat eseri olabilir. Aksi halde, devlet görüntüsü altında her türlü kötülüğün aracı olabilme ihtimali vardır. Gerçekte insan doğası, bir arada yaşamayı gerekli kılsa da, devlet ve siyaset felsefesi, sağlıklı olarak bir arada yaşama olgusunun rastgele ortaya çıkmadığını, bunun için hukuki ve ahlaki değerlerin bulunması gerektiğini göstermektedir.
Bütün bu değerlendirmeler bizi, devleti yöneten siyasal iktidarın hukuk ve ahlak kurallarıyla sınırlandırılması gerektiği sonucuna ulaştırmaktadır. Tarihsel süreç içinde, toplumsal hayatta barış ve düzeni sağlamakla görevli olduğu halde, birçok devlet yönetimlerinde görülen mutlak ve keyfi iktidarların, devlet adına çok defa ortaya koydukları zulümler, haksızlıklar ve eziyetler, düşünen insanların bu konuda yeni fikirler üretmesine, yeni çözümler aramasına neden olmuştur. En iptidai toplum ve devletlerde bile, yönetici kişilerin, iktidarı yardımcılarla birlikte belli kurallara göre yürüttüğü ve iktidarı onlarla paylaşarak bir anlamda sınırladığı bilinmektedir.
Tarihten günümüze, devlet tasavvuru konusunda hem teknik (yönetim biçimleri) hem de içerik (insan hakları) bakımından yaşanan büyük düşünsel gelişmelere rağmen, bugün devleti büyük ölçüde egemenlik temeli üzerine inşa eden modern devlet anlayışının doğurduğu ya da doğmasına zemin hazırladığı hukuk ve iktidar sorunlarının, temel etiksel nedenlerle modern düşünce çerçevesinde çözümlenemeyeceği söylenebilir. Bu nedenle devlet ve yönetim felsefesi alanında, insanlığın bugünkü mevcut birikimlerinden yararlanmak kaydıyla, konuya bugünkü modern düşüncenin dışından bakabilmemize imkân verecek kendi tarih ve kültürümüze dayalı bir kaynaktan söz etmek gerekir. Bu konuda şaheser olan Yusuf Has Hâcib’in Kutadgu Bilig kitabı, ciddi sorunlarla boğuşmakta olan modern uluslararası sistem ve dünya toplumları için bir nefes alma imkânı sağlayabilir. Hukuk, yönetim ve ahlak alanında, günümüz hukukçuları ve siyaset bilimcileri için bakir ve eşsiz bir kaynak olan Kutadgu Bilig’de, bugünkü modern hukuk ve siyaset anlayışına bile ışık tutacak ileri bir hukuk, devlet ve ahlak tasavvurunun izlerini görmek mümkündür.
Bu makalemizin birinci bölümünde, devlet ve hukuk felsefesi açısından genel olarak hukukun üstünlüğü ve siyasal iktidarın sınırlandırılması konuları ele alınacak, ikinci bölümünde ise, hukukun üstünlüğü, hukuka bağlı devlet ve siyasal iktidarın sınırlandırılması konularıyla ilgili Kutadgu Bilig’de yer alan mısralardan örnekler verilecektir.
I. GENEL OLARAK HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ VE İKTİDARIN SINIRLANDIRILMASI
A. Hukukun Üstünlüğü-Hukuk Devleti Kavramı
Hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti kavramları, dayandığı temel anlayış bakımından farklı felsefî arka planlara sahip olmakla birlikte çoğunlukla eşit anlamda kullanılmaktadır. Ancak evrensel hukuk ve siyaset literatürü esas alındığında, hukuk devleti için İngilizce’de “rule of law” teriminin kullanıldığı, bu ibarenin hukuk devleti olarak okunmasının mümkün olmadığı, Türk diline hukukun hâkimiyeti veya hukukun yönetimi/yönetmesi olarak çevrilebileceği ifade edilmiştir.[5] Bu görüşe göre, “rule of law” teriminin hukukun üstün olduğu fikrini çağrıştıran bir yanı olmayıp, daha çok kanun hâkimiyeti, dolayısıyla yasamanın üstünlüğü anlamına geldiği söylenebilir. Bu nedenle hukukun üstünlüğü kavramı tercih edilmelidir.
Günümüzde hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti kavramları modern devlet anlayışı ile özdeşleştirilmektedir. Modern devlette hukukun üstünlüğünün temelini atan kişinin John Locke olduğu söylenir. Locke, Tanrı tarafından insana doğuştan verilen üç temel hakkı olduğunu savunur. Bunlar hayat hakkı, mülkiyet hakkı ve özgürlüktür.[6] Ona göre, temel insan haklarını devlet bahşetmez, onlar insanlara doğuştan verilmiştir. Dolayısıyla o, bireyin devlete karşı özgür bir varlık olduğunu savunur. Dicey’e göre de hukukun üstünlüğü, siyaseti/iktidarı kontrol eden bir mekanizmadır. Hans Kelsen’e göre ise hukuk devleti, bir dış kontrol sistemi değildir.[7] Başka bir deyişle hukuk sisteminin meşruiyeti bizatihi kendisidir. Kelsen’in temsil ettiği hukuki pozitivist anlayışa göre, hâkim siyasi iradenin ortaya koyduğu bir yasanın sadece normatif yönü önemlidir, onun adil olup olmadığına bakılmaz. Dolayısıyla Kelsen’ci hukuk anlayışında hukukun üstünlüğü gibi bir kaygı söz konusu değildir.
Hukukun üstünlüğü ilkesi, her ne kadar Batı’da yaklaşık 100 yıl öncesinden Dicey tarafından modern anlamda formüle edilmiş ise de, bu kavramın tesis ve geliştirilmesinin sadece Batı toplumlarına has bir başarı olduğu söylenemez. Zira bundan 10-11 asır önce eski Türk devletlerinde, yazılı olmayan anayasa niteliği taşıyan ve başta hükümdar olmak üzere herkesin uymak zorunda olduğu töre’nin varlığı, önemli devlet işlerinin karara bağlandığı toy ya da kurultay isimli meclisin bulunması; İslam sonrası dönemde ise, mevcut kurumlar/kurallar daha da geliştirilerek ve bunlara adalet, liyakat ve meşveret gibi yönetim ilkelerinin ilave edilmesi; hukuka bağlı devlet ve siyasal iktidarın sınırlandırılması anlayışının erken dönemde çağları aşan ilk örnekleri olarak görülmektedir. Diğer taraftan hukukun üstünlüğü ilkesi, günümüzde Batı dışındaki demokratik ülkelerde de genel olarak ulaşılması gereken ideal bir hedef haline gelmiştir. Bu ülkeler farklı sistemlere sahip olsa da, bu ülke yönetimleri, hukukun üstünlüğüne bağlılıklarını ifade etmektedirler. Dolayısıyla, siyasal yönetimlerin meşruiyetinin evrensel ölçütü haline gelen hukukun üstünlüğü ilkesi, genel olarak ulaşılması istenen siyasal ve hukuksal bir ideal konumundadır.
Hukukun üstünlüğü ilkesiyle amaçlanan şey, öncelikle devleti yönetenlerin ve sonra da yönetilen kesimin hukuka uygun davranmalarını sağlamaktır. Kısaca ifade etmek gerekirse, hukukun üstünlüğü yönetenler ile yönetilenler arasındaki ilişkiler için geçerlidir. Başka bir deyişle hukukun üstünlüğü hem yöneticilerin hem de bireylerin hukuka uygun davranmalarıdır.[8] Ancak yöneticilerin, kamu gücünü kullanmaları nedeniyle bireylere göre daha güçlü konumda olduklarından, hukukun üstünlüğü ilkesi daha çok siyasal iktidarları sınırlandıran bir kavram olarak görülmektedir. Bu noktada hukukun üstünlüğü ilkesiyle insan hakları ve özgürlüklerinin korunması arasındaki ilişki kendini göstermektedir. Hukukun üstünlüğü ilkesiyle insan hak ve özgürlüklerinin korunması arasındaki yakın ilişki, devletin bazı toplumsal görevler üstlenmesini gerektirmektedir. Bu görevlerden en önemlisi, öncelikle yöneticilerin karar ve işlemlerinde hukuka bağlı davranmasıdır.
Siyasal iktidarların karar ve işlemlerinin hukuka uygun olması önemlidir. Çünkü hukuk, bireylerin can güvenliği başta olmak üzere, inanç, fikir, düşünce ve teşebbüs özgürlüğüne öngörülebilir bir ortam ve imkân sağlamaktadır. Bu olumlu ortam, bireylerin/vatandaşların hem devlete ve siyasi otoriteye itaatini sağlamakta, hem de toplumda her türlü fikri/zihni, sanatsal/estetik ve ekonomik gelişme için elverişli bir iklim hazırlamaktadır. Sonuç olarak, günümüzde hukukun üstünlüğü kavramı; her türlü karar, işlem ve eylemlerinde hukuka bağlı devleti ifade etmektedir. Bu nedenle hukuk kuralları siyasal iktidarı sınırlandıran en belirgin unsur olarak kabul edilmektedir.
Siyasi iktidarın kanunlarla sınırlandığı, yasalara uygunluk denetiminin bağımsız yargı ile gerçekleştirildiği bir ülkede, hukuk devleti alanında birinci aşamanın % 30-40 oranında gerçekleştiği söylenmiştir.[9] Bu açıdan bakıldığında kanun devletinin, hukuk devleti ya da hukukun üstünlüğü ilkesinin ilk basamağını oluşturduğu söylenebilir. Bu ilkenin sonraki basamağı ise, kanunların adil, maslahata uygun olması ve doğru uygulanmasıdır. Dolayısıyla sadece kanun hâkimiyeti anlamında yasalara bağlılığın keyfi yönetimi önlemek için yeterli olduğu şüphelidir.[10] O halde, bir ülkede kanun devleti aşamasından hukuk devleti aşamasına geçebilmek için sadece kanunların varlığı yeterli olmayıp bu kanunların içeriğinin hukukun temel ilkelerine uygun olması ve doğru uygulanması gerekmektedir. Hukukun temel ilkeleri ise; adalet, eşitlik ve insan hak ve özgürlükleridir. Ayrıca bu ilkelerin anayasa ve kanun metinlerinde yer almasının yanında onların işlevselliğini sağlayacak teknik güvencelerin de bulunması gerekmektedir.
Hukukun üstünlüğü kavramı, siyasal iktidarın, özellikle insan haklarına ve hürriyetlerine dayanan temel hukuk ilkelerinden ayrılamayacağı; adalet ve eşitlik gibi temel hukuk ilkelerine bağlı kalacağı bir toplum idealini ifade eder. Anayasamızda da hukuk devleti ile anlatılmak istenen şeyin hukuk üstünlüğü devleti olduğu açıkça belirtilmiştir.[11]
Hukukun üstünlüğü ilkesinin üç temel unsuru vardır:
1) Kanunilik Unsuru
Kanunilik ilkesine göre; suç, ceza ve güvenlik tedbirleri sadece kanunla konulabilir. Buna göre; suçlar, cezalar ve güvenlik tedbirleri sadece kanunla konulup kaldırılabilir. Bu nedenle kanunilik unsurunun, insan hak ve özgürlükleri için etkin bir güvence sağladığı söylenebilir.
2) Demokrasi Unsuru
Hukukun üstünlüğü; ister bir yönetici isterse vatandaş olsun, hiç kimsenin hukukun üstünde olmaması demektir. Bu anlayış, demokrasinin bir gereğidir. Demokratik sistemlerde bütün yetkiler hukuka dayanır ve siyasal iktidarlar da hukukun getirdiği sınırlamalara tabidir. Hukuk kuralları ise; herhangi bir sivil-askeri, dini, kültürel ve ekonomik güç odağının bireysel ihtiyaçlarına göre değil, toplumun genel ihtiyaçlarına göre oluşturulmalıdır. Hukukun üstünlüğü ilkesi, doğaldır ki, sadece demokratik sistemlerde tam anlamıyla hayata geçirilebilir.
3) İnsan Hakları Unsuru
Hukukun üstünlüğü, bireylerin bütün yöneticiler tarafından temel insan hak ve özgürlükleri, eşitlik ve insan onuruna uygun, öngörülebilir bir hukuk sisteminin varlığı ile mümkündür. Kısaca, bir ülkede temel insan haklarının gerçek anlamda var olması, ulaşılması istenen amaç ise, hukukun üstünlüğü ilkesi de o amaca ulaşmada en uygun bir araçtır. Hukuk sisteminde yer alan temel insan hak ve özgürlüklerinin toplumsal hayatta fiilen gerçekleşmesinin güvencesi ise, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı ilkeleridir. Joseph Raz, bir hukuk sisteminde bulunması gereken temel standartlar listesine; yargı bağımsızlığı, adalet, yargısal denetim ve yargıya erişim hakkını da eklemektedir.[12]
Hukuk devletinde önem taşıyan birinci husus, yasama organının kanun çıkarırken hukuka tabi olması ve anayasal denetim altında bulunmasıdır. Hukuk devletinde anayasal denetim, yasama organı tarafından kabul edilen kanunların, normlar hiyerarşisinin en üst basamağında yer alan anayasaya uygun olmasını sağlamaktadır. Bu yolla kanunların anayasaya aykırı hükümler içermesinin önüne geçilmektedir. Diğer önem taşıyan husus ise, anayasanın ve kanunların içeriğinin, hukukun temel ilkelerine uygun olmasını sağlamaktır. Hukukun üstünlüğü için kanunların anayasaya uygunluğunun denetlenmesi gerekli olsa da yeterli değildir. Zira eğer anayasa; adalete, insan hak ve özgürlüklerine yani hukukun temel ilkelerine aykırı hükümler içeriyorsa kanunların böyle bir anayasaya uygun olması, sadece görünüşte/şekli bir denetim sağlar. Bu nedenle anayasanın da hukukun temel ilkelerine uygun olması gerekmektedir.
Kanun devletinde, yönetimi elinde bulunduran siyasal iktidar, amaçladığı hedeflere ulaşmak için parlamento çoğunluğuna dayanarak istedikleri kanunları çıkarmak isteyebilirler. Bu tür devletlerde demokrasi tam olarak yerleşmediği için, yöneticiler güçlerini kanunlar üzerinden icra edebilirler. Bu tür siyasal iktidarlar, hukukun üstünlüğü ilkesiyle değil, toplum üzerinde üstünlük sağlamak ve kendilerine çıkar temin etmek için kanunların araç olarak kullanılması ile öne çıkarlar. Kanun devletinde en üstün değer iktidardır. Siyasal iktidar, hukukun hem yapıcısı, hem kaynağı hem de koruyucusudur. Devlet yöneticileri adeta tanrı olarak kabul edilir. Onların tanrıdan farkları ölümlü olmalarıdır.[13]
Demokratik ülkelerde parlamentoda çoğunluğa sahip olmak elbette ki, vazgeçilmez bir değerdir. Ancak kanunların, parlamento çoğunluğu tarafından kabul edilmesi, onların meşruiyeti bakımından gerekli olmakla birlikte yeterli değildir. Eğer kanunların meşruiyeti için sırf parlamento çoğunluğu yeterli olsaydı, parlamentoda kabul edilen her kanun hukuk niteliği kazanmış olurdu. Hâlbuki her kanun hukuk değildir. Bu durumda hangi kanun hukuk sayılır, sorusu önem arz etmektedir. Burada hukuk ve kanunun içeriği gündeme gelmektedir. Bu noktada en önemli unsur; yukarıda ifade ettiğimiz gibi anayasa ve kanunların adalet, eşitlik ve insan haklarına dayalı olması zorunluluğudur. Bir devlet bu ilkelere göre hareket etmedikçe yönetim şekli ne olursa olsun, kanunlar nasıl yapılırsa yapılsın, o devlet hukuka bağlı devlet olamaz. Hukuka bağlı devlette, tüm bireyler sırf insan olarak ele alındığından onlar arasında ayrım yapılmaz, temel hak ve özgürlükler anayasa ve yasalarda eksiksiz olarak yer alır ve doğru uygulanır. Hukukun üstünlüğü ilkesinin uygulandığı bir ülkede, yöneticiler başta olmak üzere bütün toplum bireyleri, hukukun temel ilkeleriyle bağlıdır. Bu durum, siyasal iktidarın sınırlandırılması meselesini gündeme getirmektedir.
B. SİYASAL İKTİDARIN SINIRLANDIRILMASI
Hukukun üstünlüğü ya da hukuk devleti kavramlarından söz edildiğinde, bununla doğrudan bağlantılı olan siyasal iktidarın sınırlandırılması meselesi zorunlu olarak gündeme gelmektedir. Çünkü sınırsız bir siyasal iktidarın geçerli olduğu bir yönetimde hukukun üstünlüğü ilkesinden söz edilemez.
Tarihte henüz insan hak ve özgürlükleri tam olarak ortaya çıkmadığı dönemlerde bile, devlet yönetim biçimi ne olursa olsun, siyasal iktidarın sınırsız olmayacağı ve keyfi olarak kullanılamayacağı düşüncesi, her toplumda farklı düzeylerde ileri sürülmüştür. Devlet iktidarını sınırlayan faktörler düşünüldüğünde; din, ahlak, insan hak ve özgürlükleri, siyasi partiler, baskı grupları gibi pek çok araçtan söz edilebilir.[14]
Siyasal iktidarın mutlak olmadığı, bazı sınırlamalara tabi olduğu, bu sınırlamaların kaynağının da insan hak ve özgürlükleri olduğu düşüncesi, tabii hukuk ekolüne dayandırılmaktadır. Hukukun üstünlüğü ya da hukuka bağlı devlet anlayışıyla siyasal iktidarın sınırlandırılması arasında sıkı bir ilişkinin olduğu belirtilmelidir. Bir ülkede hukukun üstünlüğünden ya da hukuka bağlı devletten söz edilebilmesi için siyasal iktidarın sınırlandırılması temel kıstas olarak karşımıza çıkmaktadır.
Siyasal iktidarın sınırlandırılması; kanun, anayasa ve hukuk ile sınırlama şeklinde üç düzeyde gelişebilir.
1) Kanunla sınırlama: Siyasal iktidarın, kendi kabul ettiği ya da toplumsal taleplerle kabul etmek zorunda kaldığı kanunlarla siyasal gücünü sınırlandırması, siyasal iktidarını başka güçlerle paylaşmasıdır. Kanunların yazılı olması, resmen ilan edilmesi gerekmektedir. Buna kanunların aleniyet ve açıklık ilkesi adı verilir.
Siyasal iktidarın kanunla sınırlandırılması için, sadece kanunların kabul edilmesi yeterli değildir. Bu kanunların uygulanmasında siyasal iktidarın kanunlara uygun işlem ve eylem yapmalarını sağlamak için bağımsız mahkemeler tarafından kanunlara uygunluk denetimi yapılmalıdır. Bu çerçevede iktidarın kanuna uygun işlem ve eylem yapmasını sağlamak için genel mahkemeler yanında ayrıca idari yargı organı bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır.
2) Anayasayla sınırlama: Hukukun üstünlüğünün en temel güvencelerinden birisinin anayasacılık olduğu söylenebilir. Hukuk açısından ele alındığında, kanunların bireylerin davranışları üzerine bir sınır koymasına benzer şekilde, anayasa da devletin faaliyetlerini sınırlandırır. Bu anlamda anayasa kanunların en üst olanıdır, kanunların anası ve kaynağıdır. Bir ülkede bir anayasanın bulunmaması durumunda, devletin karar ve davranışları, siyasal iktidarı kullananların keyfi tutumuna ve takdirine bağlı hale gelir. Anayasacılık; devletin, yürütme, yasama ve yargı yetkilerinin tanımlandığı temel kanunların bulunduğu anlamına gelir. Bu temel kanunlarda, devlet içinde hangi organların hangi yetkileri icra etmekle sorumlu olduğu ve bu yetkilerin nasıl kullanılacağı düzenlenir.[15] Anayasa, hukuk sisteminin temel yapısı ve kuralları hakkında düzenlemeler içermeli ve kimin hangi yetkileri nasıl kullanacağını söylemelidir. Böyle temel bir yasal çerçeve oluşturulmadığı takdirde, siyasal iktidarın, hukukun üstünlüğü ilkesine ne ölçüde bağlı kaldığını denetlemek mümkün olamaz.[16]
3) Hukukla sınırlama: Bir toplum için olması gereken ideal devlet ve hukuk düzeninde, temel insan hak ve özgürlüklerine ilişkin temel kuralların yer aldığı anayasayla ve yasalara ve anayasaya uygunluk denetimiyle, hukuka bağlı devlet anlayışı büyük ölçüde gerçekleşir. Ancak anayasaya uygunluk denetiminin var olduğu bir hukuk sisteminde; siyasal iktidarın yasama faaliyetiyle anayasa arasındaki aykırılıkları giderecek çözüm bulunmuş olmakla birlikte devletin, belli sayıda yüksek hâkimlerden oluşan Anayasa Mahkemesi tarafından belirlenmesi problemi, yani yargıçlar devleti veya yargıçlar tarafından yönetim ortaya çıkabilir. Anayasa mahkemesine böyle bir yetki tanınmadığında ise, bu defa devletin hukuka bağlı kalmasının nasıl sağlanacağı, hukuka uygunluk denetimini hangi organın yapacağı sorunu ortaya çıkacaktır.
Bu durumda, muhtemel sakıncaların ortaya çıkmasını önlemek için yapılması gereken, Anayasa Mahkemelerinde görev yapacak yüksek hâkimlerin her bakımdan yetkin ve üstün nitelikli olarak yetiştirilmelerine özen göstermektir. Kısaca, hukukun üstünlüğü ilkesine ya da hukuka bağlı devlet anlayışına ulaşılabilmesi için; anayasa ve yasaların adalet, eşitlik, insan hak ve özgürlükleri ilkelerine uygun hazırlanması, yargı bağımsızlığı, yetkin hukukçuların görev alacağı Anayasa Mahkemesi tarafından anayasaya uygunluk denetiminin yapılması, hâkim güvencesi gibi ilkelerin bulunması ve hâkimlerin iyi yetiştirilmesi gerekir.
Bugün hukuk ve siyaset felsefesi alanında insanlığın ulaştığı evrensel değerler olan hukukun üstünlüğü, adalet, eşitlik ve insan hakları ilkelerinin referans kaynağı olarak, tekelci bir yaklaşımla sadece batı düşüncesi gösterilmekte ise de, yaklaşık 10 asır önce kendi kültür kaynaklarımızda, hukukun üstünlüğü ve hukuka bağlı devlet anlayışını çağrıştıracak özgün fikirlere rastlamaktayız. Hukukun üstünlüğü ya da hukuka bağlı devlet tasavvurunun, oldukça erken dönemlerde kendi kültür ve medeniyet kaynaklarımızdaki izlerini, belirtilerini ve ışıltılarını, Karahanlılar döneminde Yusuf Has Hacip tarafından kaleme alınan ve Türk-İslam siyaset felsefesinin şaheseri Kutadgu Bilig’in mısralarında görmek mümkündür.
Makalemizin buraya kadarki birinci bölümünde; günümüz hukuk literatüründe hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti kavramlarının anlamları, toplumsal hayat ve insan hakları bakımından önemi, siyasal iktidarın sınırlandırılması konusunun hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağlantısı ortaya konulmaya çalışıldı.
Makalemizin ikinci bölümünde ise; Türk-İslam siyaset felsefesinin şaheseri olan Kutadgu Bilig’de yer alan, hukukun üstünlüğü ilkesinin temel taşlarını oluşturan, hukuka bağlı devlet düşüncesini hatırlatan ve siyasal iktidarı sınırlandıran kurum ve araçlara işaret eden mısralar üzerinden değerlendirme yapılacaktır.
Not: Makalenin devamı gelecek ‘ikinci’ bölümde yayınlanacaktır.
[1] Cengiz Aydoğdu, Yusuf Has Hâcib’in Doğumunun 1000. Yılında Kutadgu Bilig-Türk Dünya Görüşünün Şaheseri Uluslararası Sempozyumu Bildiriler, İstanbul-Aralık 2016.
[2] Cengiz Aydoğdu, Yusuf Has Hâcib’in Doğumunun 1000. Yılında Kutadgu Bilig-Türk Dünya Görüşünün Şaheseri Uluslararası Sempozyumu Bildiriler, Aralık-İstanbul 2016.
[3] Nejdet Durak - Bilgehan Bengü Tortuk, Naima’nın Toplum ve Siyaset Düşüncesi, I. Türk İslam Siyasi Düşüncesi Kongresi Bildiriler Kitabı, 8-10 Ekim-2015 Aksaray.
[4] Münci Kapani, Politika Bilimine Giriş, Ankara Üniversitesi Hukuk Fak.Yay., Ankara, 1975, s.15.
[5] Mustafa Erdoğan, Hukuk Devleti ve Hukukun Üstünlüğü, https://www.sosyalbilimler.org/hukuk-devleti-ve-hukukun-ustunlugu.
[6] Mustafa Yaylalı, Hukuk Devleti ve Hukukun Üstünlüğü Kavramları, Liberal Düşünce Dergisi, Yıl: 23, Sayı: 91-92, Yaz-Güz 2018, ss. 93-109.
[7] Mustafa Yaylalı, Hukuk Devleti ve Hukukun Üstünlüğü Kavramları, Liberal Düşünce Dergisi, Yıl: 23, Sayı: 91-92, Yaz-Güz 2018, ss. 93-109.
[8] Türkiye Barolar Birliği, Hukukun Üstünlüğü-Politikacılar İçin Kılavuz, s.7, Ocak 2015, Ankara.
[9] Yaşar Karayalçın, Hukukun Üstünlüğü-Kavram/Bazı Problemler, A.Ü. SBF Dergisi, sayı:03, 1992.
[10] Mustafa Erdoğan, Hukuk Devleti ve Hukukun Üstünlüğü, https://www.sosyalbilimler.org/hukuk-devleti-ve-hukukun-ustunlugu.
[11] Esen, s. 314; aktaran: Karayalçın, Hukukun Üstünlüğü, A.Ü. SBF Dergisi, sayı:03, 1992.
[12] Mustafa Erdoğan, Hukuk Devleti ve Hukukun Üstünlüğü, https://www.sosyalbilimler.org/hukuk-devleti-ve-hukukun-ustunlugu.
[13] Kemal Macit Hisar, Hukuk Devleti ve Yasa Devleti, http://ahmetsaltik.net.
[14] Münci Kapani, 1993, s.250.
[15] Atilla Yayla, Anayasacılık, Anayasal Demokrasi ve İdeolojiler, https://dergipark.org.tr.
[16] Hukukun Üstünlüğü-Politikacılar İçin Kılavuz, Türkiye Barolar Birliği Yayınları: 272, Ocak 2015, Ankara.