Kaç yabancı dil konuşuyorsunuz ?
Ya da Fransızca, Almanca, İngilizce... kaç kelime, kaç cümle biliyorsunuz ? Biliyorsanız ne kadarını okullarda öğrendiniz ?
1967 yılında Sarıkaya Ortaokulu'na kayıt olduğumuzda yabancı dilimiz Fransızca idi. Başka alternatif de yoktu zaten. Fransızca öğretmenimiz
Hasan Kantarcı uzun boylu yakışıklı, saçları yana taralı sarışın, kibar biriydi. Hem Türkçe'yi hem de Fransızca'yı güzel konuşurdu. Sınıfta çoğunlukla bizi Fransızca konuştururdu. Fransız filoloji mezunu olan hocamız iyi bir öğretmendi.
Biz onu, o da bizi severdi. Fransızca derslerine karşı sevgimiz ve sempatimiz de vardı.
"Je parle Français,: "je suis tombe la jarden" Ortaokulda en iyi hocalardan 3 yıl Fransızca okudum. Ama şu anda o dönemden hatırladıklarımı yukarı yazdım.
Yozgat Lisesi'ne geldik. O tarihlerde Yozgat ve çevresinin en kaliteli lisesi olarak bilinen bu okula öğrenciler Yozgat merkezi ve ilçelerinden gelirdi.
Leyl-i Meccani (parasız yatılı)bölümüne,Türkiye'nin her yerinden sınavı kazanan öğrenci alınırdı.
Sultan Abdülhamit'in yaptırdığı tarihi binası ve eğitiminin kalitesi ile Türkiye çapında bilinen bir okuldu.
Okulda Almanca, İngilizce ve Fransızca sınıfları vardı. Fransızca sınıfı genelde ilçelerden gelen öğrencilerden oluşurdu.
Yine kaliteli Fransızca hocalarımız vardı. Hasan bey, Tayyar Şafak bey gibi... Hele İngilizce okuyanlar, belki daha şanslıydı diyebilirim. Meşhur Muhteşem Şalvuz vardı. Muhteşem Hanım'dan dil öğrenemeyen öğrencinin, Türkiye'de başka bir hocadan, İngilizce öğreneceğini tahmin etmiyorum.
Lise bittiğinde konuşabildiğim Fransızca cümle, iki elin parmak sayısını geçmez. Ya da İngilizce okumuş arkadaşlarımızın, Londra'da bir adres sorabilecek dil seviyelerin olduğu iddia edilemez.
Konya Selçuk'ta Fransızca hocamız, eğitimini yurt dışında tamamlamış, Paris'te yaşamış; gayretli ve çalışkan Bulgaristan göçmeni bir hanımdı. Bize hatıralarını ve ailesinin çektiği eziyetleri, Türklük sevdası ve anavatan hasretini bazen göz yaşına boğularak anlatırdı.
Dersinde de başarılı bir öğretmendi. Bize bir fazla Fransızca kelime öğretmek için çırpınırdı. Fakat o da müfredatı yetiştirmek endişesini hissettirirdi.
Okul bitti, öğretmen olduk.
"Paris'te kendini bir hafta idare edecek kadar Fransızca bilgisi olan kaç öğretmen arkadaşımız var ?" Diye hala merak ederim.
Sonuç olarak her öğrenci yüksek okulda da en az 4 yıl yabancı dil okuyor.
Bazı bölümlerde hazırlık sınıfları var. Üniversitelerde dil eğitiminde çoğu yurt dışı eğitimli en az doktora yapmış öğretim üyeleri, doçentler, profesörler var. Buna rağmen
(bazı bölümleri hariç)
iki yüzün üzerindeki üniversitemizi bitirenlerin dil seviyesinin, kaçıncı kurda olduğunu
test etmek zor değil sanırım...
Her Türk gencinin eğitim hayatı boyunca dil öğrenme macerasında orta okul, lise ve yüksek okulda ortalama 10 yılı var.
Bu on yılın sonunda gelinen yabancı dil seviyesini, herkes kendisi biliyor.
Ben sadece bana ait kısmını anlattım.
1980'li yıllarda Çekerek Lisesinde okul müdürüyüm. Konyalı Fadime Mirza adında, çalışkan, gayretli bir İngilizce öğretmenimiz vardı. Öğrencilerden aldığım yakınmalar üzerine, odama geldiği bir günde münasip bir dille:
-Hoca Hanım, günlük hayatta lazım olan İngilizce ders yapsanız, daha iyi olmaz mı?
-Siz okul müdürü olarak izin verirseniz, göz yumarsanız, ben de müfredatın dışına çıkarsam olur.
-Ben gözlerimi sadece yummam, tamamen kapatırım, dedim. Her şekilde arkanızdayım.
O yıl, liseyi bitiren bir çok öğrencimiz, pat küt de olsa, kendilerini İngilizce ifade edebilir seviyeye gelmişlerdi.
1988 yılında Almanya'ya Türkçe öğretmeni olarak gittim. Milli Eğitim Bakanlığı Ankara Beşevler'deki "Başöğretmen Konferans Salonu”nda bir haftalık Almanca kursu verdi. Almanca'yı sular seller gibi öğrendik(!)
Daha sonra 6 yıl kaldığım Almanya'da ilk yıllarda devlet ve özel kurslardan aldığımız derslerle, Almanca'yı kendimi idare edecek kadar öğrenmiş oldum.
Özel Almanca kursuna giderken kurs arkadaşlarımız yabancılardı.
Cezayirli Abdullah sınıfta Arapça konuşmazdı, hep Fransızca konuşurdu. Kazakistanlı Mirza Rusça konuşurdu. Polonyalılar, Rus hakimiyetini kabul etmedikleri için Rusça konuşmaz, kendi dillerini konuşurlardı,
1993'de "Charer Gymnasium"da (Nürnberg'te bir Alman Lisesi) Türkçe ve Din dersine gelen iki Türk kızı vardı. Biri lise 12. sınıfta, adı Hülya Aslan ben ona büyük Hülya diyordum, derslere hep baş örtülü girerdi, dereceli kalın gözlüğü vardı, Eskişehirliydi.
Öteki 10. Sınıftaki
Hülya Teber, ya da küçük Hülya Kütahyalıydı, başı açıktı. Çok kitap okurlardı. İki Hülya da hem Almanca, hem Türkçe kitapları kısa zamanda bitirirlerdi... Benden aldıkları Türkçe kitapları ertesi hafta okumuş olurlardı. Okudukları kitaplarla ilgili bana sorular sorarlardı.
Bu çocuklarımızın anadil Türkçeleri; Yahya Kemal’i, Mehmet Akif’i , Ahmet Haşim’i... anlayabilecek seviyedeydi. Lise eğitimleri mecburen Almancaydı. Lisede yabancı dilleri İngilizce, seçmeli yabancı dilleri de Fransızcaydı. Bir de Fen bölümlerindeki Alman çocukların öğrenmeleri zorunlu olan "Medeniyet dili Latince" de okuyorlardı.
Toplamda, Türkçe dahil 5 dil eğitimi alıyorlardı.
Ben oradayken 13. Sınıfta Abitur (lise bitirme sınavları)
yapan Büyük Hülya tıp tahsiline karar vermişti. Küçük Hülya ise hukuk okumaya niyetliydi.
Bu çocuklarımız anne babalarının işçi olmasıyla ve anavatanları Türkiye ile hep gurur duyarlardı.
Bu kızlarımız Türkiye'deki müfredatla kaç dil öğrenebilirlerdi ?
Ya da Almanya'daki
her Türk bu kadar dil ile uğraşıyor mu ?
Almanya'da liselerde (Gymnasium) ağır bir yabancı dil eğitimi vardır. Hatta bir kaç dil öğretilir.
Diğer okullarda ise Temel yabancı dil bilgisi yeterli görülür. Genelde yabancı dil olarak; günlük, pratik kolay ve basit bir İngilizce okutulur. Onun için Alman turistlere ağzımız açık bakıyoruz; "İngilizce de biliyor" diye. Halbuki ihtiyacı kadar eğitim verilmiştir. Bizdeki gibi herkes, her şeyi bilmek ya da öğrenmek zorunda hissetmez kendini.
Uluslar arası işlerde görev yapacak biri ile;
fabrikada mesleğinde çalışacak kişiden aynı seviyede dil öğrenmesi beklenmez.
Biz de ise herkes ıslığın bile İngilizcesini çalmaya uğraşıyor...
Çok merak ediyorum.
Dünyada (İngiliz ve Fransız sömürgeleri hariç) bizim kadar devlet eliyle, devletin bütün imkanları ile devletin okullarında yabancı dil öğretmeye zaman ve emek ayıran başka bir ülke var mı ?
Yüksek öğretim dahil yaklaşık 25 milyon öğrencinin tamamına, mecburi İngilizce dayatmanın bir mantığı var mı ?
Zamana mı, masrafa mı, öğretemediğimize mi yanalım ?
(Belki kendi çaba ve gayretiyle öğrenebilene sözümüz yok.) Ama okullarımızda verilen eğitimle elde edilen sonuç ortada değil mi ?
Güzel bir kızı görücü usulde başka bir köye kocaya vermişler. Arkadaşları sormuşlar; "kocan nasıl ? "
O da; "hem çirkin, hem fakir" demiş.
Bizim dil eğitimimiz gibi...
(27 Aralık 1949 yılında Türkiye ve ABD hükümetleri arasında eğitim komisyonu kurulması hakkında bir anlaşma imzalanmış.
Türk eğitimini ABD kültürünün hizmetine sunan bu anlaşma, Marshall yardımı çerçevesinde "Fulbirght anlaşması" adıyla bilinmektedir.
Yarısı Türk, yarısı Amerikan 8 kişilik bir komisyon varmış. Başkanı ABD büyük elçisi imiş.
MEB müfredatını
bu komisyon şekillendiriyormuş. MEB politikalarına
bu komisyon yön veriyormuş...)
Zaman zaman basında, Fulbirght komisyonu hakkında bazı iddialar çıkıyor.
Acaba bizim yabancı dil müfredatı bu komisyonun marifeti mi ?
Ondan mı boşa kürek çekiyoruz ?
Böyle bir komisyon hala çalışıyor mu ?
Türk Milli Eğitimini
Fulbirght komisyonu mu idare ediyor ?
(Aynı konuya devam etmek dileğiyle...)
Cemil KILIÇARSLAN
04 Temmuz 2020