Pandeminin insanları henüz ev hapsine mahkum etmediği günlerdeydik. Hanımın Dayısı İstanbul'dan aradı;
"Cemil 3. torunun oldu gözün aydın olsun. Devlet teşvik veriyor, badem ağacı dikelim seninle. Torunlarımıza bırakabileceğimiz en güzel miras olur."
Şener Dayı 75 yaşında emekli elektrik yüksek mühendisi, ODTÜ mezunu, iş adamı girişimci, memleket sevdalısı. Kışın İstanbul'da, yazın Yozgat'ta oturuyor.
Şener Dayıya ;
-Güzel bir miras bence de, dedim.Dededen toruna badem ağaçlarını bırakabilmek. Fikir güzel, hoşuma gitti.
Köyümüz Domarca'da dededen değilse, babadan kalma toprak olduğuna göre yedi sülaleye yetecek kadar badem yetiştirebiliriz diye düşündüm.
Araştırdım; uygun fidan bulmak, dikmek bakmak işleri hepsi halledilebilir, 5-6 yıl içinde de bademleri çuvallayabiliriz.
Ancak, verim elde edebilmek için yılda bir kaç kez de olsa fidanların suya ihtiyacı olabilirmiş.
Aralığın son haftası. Yozgat'a bağlı Sarıkaya ilçesinin Domarca köyüne badem fidanlarını dikebileceğimiz tarla bakmaya gittim.
Arabayı Sarıkaya'da Aziz ağabeyimin evinin önüne park ettim. Kara Çalı yolundan yürüyerek Domarca'ya gitmeye karar verdim.
Kızılırmakın bir kolu olan Kanak çayını besleyen ve Ilısu, Kadılı ve Domarca köylerinin sularının ana kaynağının çıktığı Kurugöle geldim. Bir de ne göreyim; Kurugölün çayırlarına Sarıkaya Belediyesi bol taş döşemeli bir piknik alanı yapmış. Suyun çıktığı üç göze vardı. Orta okula gidip gelirken yere uzanıp su içtiğimiz gözelerin hepsi beşgen parke taşlarla kaplanmıştı.
Kurugöl'de su bulamayınca yolumu değiştirdim. Büyük Özü takip ederek yürümeye başladım. Topsöğüt'deki gözelere baktım, su yoktu. Bozüyük'e indim. Nazım Emminin su bendi yıkılmış, içi kurumuş milek kaplıydı. Büyükçayır'daki buz gibi akan çifte gözeler de kurumuştu. Hadi Dayımın sırtında kürekle değirmene su getirmek için haftada en az 2-3 kez gittiği Rasim Efendi'nin kavakların dibindeki su bendine baktım, yerinde yeller esiyordu. Hem Yukarıöz , hem Aşağıöz kurumuştu.
Çocukken çimdiğimiz "Beyzetin Göl" de yıkılmış, içinde topraklar kumlar savruluyordu. Göldeki kumlara basarken;
gözümde ilk okuldaki coğrafya dersi canlandı. Sabit öğretmen
Türkiye'nin göllerini sorduğunda bazı öğrenciler sırasıyla :
"Van gölü, Tuz gölü... Beyzetin gölü " diye saymıştı.
Köyün içinden geçen Yukarıöz'de 2 değirmenlik su akardı. Hadi Dayımın su değirmeni vardı.
Daha önceki yıllarda Fakılı Boğazı'nda işleyen Ali Efendinin değirmenin kalıntıları son zamana kadar duruyordu.
Köyün suyu o kadar boldu ki Hüyük'te yazın bile camızlar suda yatardı. Bazı yıllarda sel Hüyük tarafından, bazı yıllar Kurugölden gelirdi. Dereler dolar taşardı.
Yılın birinde Kurugölden gelen sel suları köyün içine kadar yükselmişti.
Çorak, Kadılı ve Ilısu'ya giden kumlanmış toprak yolda Aşağı ve Yukarı öz üzerine 1960 'li yıllarda YSE tarafından yüksek 2 köprü yapılmıştı. Köprüler yerinde duruyordu, ama altından su akmıyordu. Artık kuru köprü olmuşlar.
Genelde köyün bostanlarının alt başlarına kendir ekilirdi. Çadırı andırırdı boyları, kendirin çedenesi kavurga ve hediğe katılırdı. Saplarından da çuval ve kilim dokurdu "culfalık" tezgahlarında kadınlar kış boyu...
Köyün bahçelerinin, alt tarafına sıklık denirmiş. Suyun içi uzun sazlıklarla kaplıymış, Fakili Boğazından Kurugöl'e kadarki sazlıklardan toplanan cillerden de, kış mevsiminde, bağ bahçe işinden kurtulan kadınlar hasır dokurlardı.
Cevahir nenem anlatırdı: -Köye pınarlar gelmeden önce, içme suyunu kadınlar, askılıklı helke ve güğümlerle omuzlarında, Polat'ın bahçesinin altındaki Sıklıktaki gözelerden taşırmış.
1950 den sonra, köy halkı İmece usulüyle Hüyükten suyu, Vahide Ablanın babası Çağlayanlı Mükremin Ustaya getirtip 3 tane çeşme yaptırmışlar.
1970 ten sonra her evin önünde tulumba modası başladı. 5 metreden su çıkıyordu köyün içinden . Hatta pancar tarlaları da artezyen kuyulardan sulanmaya başlanmıştı.
Sonraki yıllarda mezarlığın yanında harman yerine kule biçimindeki su deposu yapıldı, her eve terkos geldi. Omuzda askılıkla içme suyu çeken, arkta elle bulaşık yıkayan, özde tokaçla çamaşır döven DOMARCA nın kadınları büyük bir çileden kurtulmuşlardı.
Aşağı bostanları da dolaşarak eve geldim, Aydın'ı çağırdım: "Bahçe boş kalmış, bostanlara kangaldan girilmiyor, ağaçlar da sulanmamış. Aşağı bostanlardaki yonca da kurumuştur. Hayırdır kardaşım, bu ne hal" dedim.
Aydın, kahredercesine;
- Sen ne diyorsun Ağabey, ben ahırdaki ineklere su bulamıyorum evdeki terkos olmasa...!
İstanbul'daki girişimci Şener Dayıyı aradım:
- Yozgat'ın köyleri de Domarca gibiyse , torunlara ancak çöl bırakırız.
Cemil KILIÇARSLAN
Yozgat, ...Ocak 2021