1965' in Ramazan ayının ortalarıydı. İlkokul üçüncü sınıfa gidiyordum. Son günlerde durumu iyice ağırlaşan en büyük amcamızın kızı Safiye bacımı Yozgat'taki hastaneye uğurlamaya annemin yanında ben de gitmiştim. Kamil dedenin evli iki oğlu babalarıyla aynı evde yaşıyorlardı. Aşağı mahallede köyün ortasından geçen iri çakıl kumlu yolun batısındaki evin geniş dış kapısından içeri girdik.
Hayata açılan ahır ve samanlığın kapıları yan yanaydı. Girişteki tandırlığın isli ocağının dumanları büyük siyah kazanın etrafını sarmıştı. Soldaki küçük pencereli odanın sedirinde el işlemeli beyaz uzun yastığa hafif yaslanmış Safiye bacımın gül oymalı yorganın dışındaki elini babası Hilmi Hocam tutmuş dua okuyordu.
Öğle namazı çıkışında kızını yolcu etmeye gelen hocam, tahta sandalyeye oturmuş; sırtı, yanan saman sobasına dönüktü.
Daha kırk yaşına adım atmamış büyük kızının solgun yüzüne, fersiz gözlerine bakarken avucunda tuttuğu damarları sayılan elin soğukluğunu yüreğinde hissetti.
Tek pencereli küçük odada Safiye bacımın büyük eltileri Emine abla, Mahi abla, görümcesi Nezime bibi, Necat Hocanın gelini Nezaket yenge ve Naciye annemle Muhlis amcamın hanımı Saliha yengem vardı.
Evin çocuklarının çoğu kapının önünde ve hayatta sağa sola koşuyorlardı.
Safiye bacımın küçük kaynı Azim emminin hanımı Neziha yengeyle, o zamanlar 13 -14 yaşlarında olan evin en büyük kızı Behiye tandırlıkta, Safiye bacımın kıyafetlerini tahta bavula yerleştiriyorlardı.
Yozgat'ta, hastane dışında, evlerinde kalabilecekleri Safiye bacımın dayısı greyderci Resul ağaya tandır ekmeğiyle peynir de koymuşlardı.
Dışardan bastonuna dayanarak seslenen kayınbabası Kamil dedeyi duyan Safiye bacım, babasının avucunda ısınmış elini çekti, yana düşmüş beyaz yaşmağını düzeltmeye çalıştı.
Ama kolunu, saçı sıfır numara traşlı başına götürmekte zorlandı. Gücü, iğne oyalı tülbendini çekmeye yetmedi. Yanındaki göz yaşlarını tutmakta zorlanan beyaz sakallı, beli bükülmüş, küçük boylu babası, kızının başörtüsünü düzeltti. Kirpiği ve kaşları dökülmüş ama hala güzel olan kahverengi gözlere sevgiyle ve umutla bir daha baktı.
Kamil dede içeri girmedi, kapıdan başını uzattı. Üzgün ve yorgun bir sesle hocama: "Hilmi Efendi hoş geldin" diyebildi.
İçerdeki kadınlar zaten çaput yer minderlerinin üstünde ayakta bekliyorlardı.
Dışardan Maksut eniştenin sesi duyuldu:
"Araba hazır, çıkalım. Kadılı Köyünden otobüsün geçeceği saate ancak yetişiriz"
Yüklükten sırtladığı küçük yün yatağı, Safiye bacımın kızı Behiye'den alan, Neziha yenge hayatın dış kapısındaki at arabasına koydu. Oğulları Aziz'le, Kenan'a son defa sıkıca sarılan iyice küçülmüş, bir avuç kalan Safiye bacımı, Maksut enişte sardığı yorganla birlikte arabadaki yatağa uzattı. Arabaya çıkan Behiye bacıyı kadınlar anasından zor ayırdılar. 5 yaşındaki en küçük oğlu Ercan'ı da Maksut enişte dizlerine yasladığı karısının yanına oturttu.
Kuyrukları düğümlü beyaz atların çektiği arabayı Azim emmi sürüyordu. Arabanın arkasından dökülen bir helke su, kış güneşinin gevşettiği karlara gömülen tekerleğin izine karışmıştı.
Kapının önündeki kalabalık, at arabası Çorak'ın tepeyi aştıktan sonra birer ikişer dağılmaya başladı.
&&&&&&&&&&&
O yıl, Kadir gecesi Ocak'ın 29'unda Cuma günüydü. Zemheri ayı olmasına rağmen hava güneşli ve sıcaktı. Karlar çoktan erimiş, köyün içinde çamur kalmamıştı. Geçen yıl sonbaharda kumlanmış Kadılı yolunda araba tozları bile yükseliyordu.
O yıllarda köye dolmuş, cip, kamyon arada bir uğrardı. Hele kışın gelen araba pek hayra yorulmazdı.
İkindi sonrasıydı. Güneş Küçükhöyük tarafında kendini batmaya hazırlıyordu. Yaklaşık on beş gün önce at arabasının tırmandığı tepeden inen dolmuşun sesi, köyün her tarafından duyuluyordu.
Yine o zamanlar köye gelen arabanın peşinden koşmak, biz, köy çocuklarının en büyük zevkiydi.
Aşağı köprünün yokuşundaki dolmuşun motor sesi yaklaştıkça Kamil dedenin evinin önündeki kalabalık da çoğalıyordu. O gün Hasan eniştenin koyu yeşil renkli, önü kesik Magirus marka dolmuşunun önüne hiçbir çocuk atlamadı. Yukarı köprünün düzlüğünde duran arabadan inen Maksut enişte ellerini dizlerine vurarak kalabalığa yaklaştı. Kadınlı erkekli büyükler, ağır ağır ilerleyen dolmuşun etrafını sarmışlardı.
Dolmuş şoförü Sarıkayalı Hasan enişte ön koltukta oturan küçük Ercan'ı, Davut abiye teslim etti. Orta kapısı açılan arabanın en arka koltuğunda beyaz yorgana sarılı Safiye bacı yavaşça, incitilmeden hayatın içine taşınırken sanki yer yüzündekiler figanlarını gökyüzüne ulaştırmaya çalışıyorlardı.
İftara az bir süre kalmıştı. 15 yıl önce de 20 yaşındaki tek oğlunu yine bir şubat soğuğunda yolcu eden ve bugün de göz yaşlarını içine gömen Hilmi hocam, köyden bazılarının; “Vakit geç oldu, yarına kalsın" teklifine:
-Böyle bir mübarek gün her kula nasip olmaz. Bu gece "bin aydan hayırlı Kadir gecesi” üstelik gündüzü cuma. Geç de olsa bugün, onu bizden daha çok seven yüce Mevla'nın huzuruna çıkaralım, dedi.
Kadınlar, bahçede yanan ateşte büyük kulplu kazanda ısıttıkları sıcak suları çarşaf ve kilimlerle kapattıkları hayatın yol kenarındaki alçak duvarından görülen köşesine taşıdılar.
Köyün erkekleri camiden getirdikleri uzun tahta sandığın üzerine yeşil namazlık örttüler.
Hava kararırken omuzlara alınan sandığın baş tarafında Safiye bacımın Yozgat'a giderken örttüğü iğne oyalı beyaz tülbendi bağlıydı.
Anasının peşinden koşan Behiye'nin koluna giren gözü yaşlı kadınların bir kısmı Kamil dedenin eve girdiler. Kapının önündeki çocukları da evlerine gönderdiler. Aşağı mahalledeki evimize gelirken hissettiğim toprak kokusu o kadar hoştu ki, yarım asır öncesinin o güzel kokusunu hala hatırlarım...
Genç yaşında dört yetim bırakan Safiye bacımı yeni evine yerleştirmek teravihe yakın bitmişti. O günün iftar ve sahurunda çoğu evlerin sofrasında sadece su ve ekmek vardı...
Nenemin " Bir vaktinde ağaçlar bile secdeye varır " dediği Kadir gecesinde köyümüzde yıldızların tek tek sayılabildiği mavi gökyüzü bulutsuzdu. Dolunayın ışığı gündüz gibiydi. Karlar erimiş, sokakların çamuru kurumuştu. Ama hava soğuktu. İnsanın yüzünü yakan kuru bir ayaz vardı. Köyün çoğu tek katlı toprak damlı kerpiç evlerinin bacalarındaki dumanla, küçük pencerelerindeki gaz lambaları sabah namazına kadar hiç sönmedi...
Cemil KILIÇARSLAN
Yozgat, Mayıs 2021