Hayatın genel esprisi; canlı varlıkların erkek ve dişi olarak iki farklı cins olarak yaratılmış olmasıdır. Hatta bazı cansız varlıklarda da bu espri mevcuttur. Örneğin maddenin yapı taşı olan atomun yapısında da proton (+) yüklü ve elektron (-) elektrik yüklü olarak yaratılmıştır.
Bu genel değerlendirmeden sonra, yazımızın konusu olan kadın-erkek ilişkilerine gelmek istiyorum.
Nasıl ki, maddenin yapı taşı (en küçük ünitesi) atom eksi yüklü elektron ve artı yüklü protonlardan oluşuyorsa (Herhangi bir elektrik yükü bulunmayan nötron ve niteliği hakkında fazla bilgi sahibi olmadığımız pozitronlar da atomun yapısında mevcut bulunmaktadır), toplumun en küçük yapı taşı da erkek ve kadının birlikteliğinin oluşturduğu aileden meydana gelmektedir.
İlahi bir tecelli olsa gerektir ki; iki farklı yüklü elektron ve protonların birbirini cezbettiği, çektiği gibi, kadın ve erkek de birbirini cezbeder.
Aile, işte erkek ve kadın arasındaki fıtrattan gelen cazibeye dayalıdır. Düşününüz ki iki erkek ya da iki kadın arasında hayatlarının sonuna kadar bir birliktelik olsun! Bu elbette mümkün değildir. (Bazı ülkelerde böyle sapık bir birlikteliğe meşruiyet kazandırılmış olması bu gerçeği değiştirmez.)
Aile kurumunun hikmeti ve amacı nedir?
Yaratan, insanoğluna manevi yapısının gerekliliklerini yerine getirme hususiyetleriyle beraber, nefsinin ve neslinin devamı için gerekli özellikleri lütfetmiştir.
Nefsinin devamı için lütfedilen özellikler başka bir yazının konusu olacaktır İNŞAALLAH
Bu yazımızda neslinin devamı için insanoğluna lütfedilen özellikler üzerinde duracağız.
Kadın ve erkek yukarıda da arz edildiği gibi, karşılıklı olarak birbirlerini cezbederler. Gerek duygusal yönden ve gerekse cinsel yönden birbirlerini kuvvetli bir şekilde çekerler. Tarihte vuku bulup zamanımıza kadar gelen aşk ve sevda hikayeleri, zamanımızda bizzat şahit olduğumuz aşk, sevda ve sevgiye dair hadiseler herkesin malumudur.
Özetle kadın-erkek ilişkilerine dair yaşanan ve bilinen ne varsa, işte Yaratan’ ın insanlara neslin idamesi kanunu kapsamında lütfettiği karşılıklı çekimin bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır.
İki cins arasındaki bu çekim ailenin temelini, varlık sebebini oluşturur.
Aile bir defa kurulduktan sonra dünyaya bebeklerin gelmesiyle eş sevgisine bu defa çocuk sevgisi de eklenir.
İnsanlar artık eş ve çocukları için özetle aileleri için yaşamaya, çalışıp kazanmaya, onların her türlü ihtiyaçlarını karşılamaya, olumsuz tabiat şartlarından ve dış etkilerden korumaya, çocuklar büyüyüp onlar da kendi yuvalarını kuruncaya kadar her türlü fedakârlıklarda bulunmaya özen gösterirler.
İnsanları böyle davranmaya iten, Allah vergisi cinsel çekicilik, cinsel zevk, eş ve çocuk sevgisidir.
Hiçbir kimseyi cinsel zevk olmadan eş ve çocuk sevgisi olmadan bir aile kurmaya çocuk yetiştirmeye ikna edemezsiniz.
Bu nedenle; aralarında sevgi ve karı-koca ilişkisi kalmayan eşler boşanırlar. O nedenle hiç kimse kendinden olduğundan emin olmadığı bir çocuğa babalık etmek istemez. Soy bağının (Nesebin) reddi davası açar.
ÖZETLEMEK GEREKİRSE; Kadın-erkek ilişkilerine dair yaşanan ve bilinen ne varsa, işte Yaratan’ ın insanlara lütfettiği karşılıklı çekim, sevgi ve devamında çocuk sevgisi neslin idamesi kanunu kapsamındadır.
İnsanların aileleri için yaptıkları tüm fedakarlıklar, neslin idamesi kanunu gereği Yüce Allah’ ın kendilerine lütfettiği, karşı cinse olan çekim, cinsel zevk, eş sevgisi, çocuk sevgisi sayesindedir. Bunlar, Yüce Yaratan’ ın; neslini devam ettirmek için çekeceği zahmetlerin, fedakarlıkların çekilir hale gelmesi için insanoğluna verdiği ödüllerdir.
Ancak ne var ki; zamanımızda, insanoğlu, neslin idamesi görevini unutmuş gözüküyor. Allah’ ın kendilerine lütfettiği zevk ve sevgiyi kendilerinde, kendiliğinden var olan özellikler sanıp, sırf bu zevk ve sevgiyi yaşayıp, ancak neslin idamesi için gereken zahmet ve fedakarlıklara katlanmaya fazla istekli görünmüyor.
Evlilik olmaksızın birlikte yaşamak, çocuk yapmayı düşünmemek, cinsel çekiciliği tamamen başka amaçlarla kullanmak. Özellikle kadın vücudunu, değişik amaçlarla istismar etmek. Bu asıl yaratılış gayesinden uzaklaşma eğilimindeki anlayış, devrimizin çok ciddi bir sapmasıdır.
Tesettür ve mahremiyet bu nedenle fazla ciddiye alınmamaktadır. Halbuki, tesettür ve mahremiyetin olmadığı yerlerde, fıtratta bulunan kadın-erkek arasındaki çekicilik devreye girerek, aile dışı istenmeyen ilişkilerin temellerini atmakta, buna mukabil birçok ailenin de yıkımına neden olmaktadır.
Çünkü mevcut anlayışa göre; önemli olan hayatın zevk ve sefasından istifade etmek ancak sorumluluklarından kaçmaktır. Bu nedenle aileye verilen değer azalmış, bu nedenle neslin idamesi kanunu hiçe sayılmaktadır.
İnsanoğlu; Allah’ ın kendisine lütfettiği ödülü alıp, ödül karşılığında kendisine yüklenen sorumluluklardan kaçma eğilimindedir.
Allah sonumuzu hayır etsin İNŞAALLAH.
Av. Mehmet AKTAN