Hal-i hazırda Türkiye’ miz içerde ve dışarda çok önemli başarılara imza attı. Yöneticilerimizden Allah razı olsun.
İçerde; maliye-ekonomi alanında fert başına düşen milli gelir 3.000 dolardan 11.000 dolar civarına yükseldi. Vatandaşın gelir düzeyinin artmasının sonuçlarını hayat şartlarımızdaki iyileşmeden açık seçik görebiliyoruz. Devletimiz her fırsatta vatandaşa seyyanen destek ve zamlar veriyor. Dış ticaret açığımız gittikçe azalıyor. Mamul madde İhracatımız artıyor. Bütçemiz sağlam adımlarla ilerliyor. MB rezervlerimiz yeterli.
Çağın düyun-u umumiyesi olan IMF’ den kurtulalı yıllar oldu hamdolsun.
40 yıldır baş belamız olan terörden Allah’ ın izniyle tamamen kurtulmak üzereyiz.
Savunma sanayii, ulaşım, iletişim, sıhhat, enerji gibi Devlet hizmet ve yatırımları göğüs kabartacak seviyede.
Dış siyasette dostu sevindirip, düşmanı üzecek ve kara kara düşündürecek atılımlar yapıyoruz.
Hülasa; Sorumsuz, hatta düşmanca bir tavırla yürütülmekte olan muhalefete rağmen, geçtiğimiz iki asırdan bu yana yüzü gülmeyen insanımızın yüzü gülüyor. Hamdolsun.
Tüm bu sevindirici durum tespitlerinden sonra fark etmemiz gereken tehlike tohumlarına dikkat etmemiz gerekiyor.
Osmanlı Devleti’ nin zirveye ulaştığı Kanuni Sultan Süleyman döneminde, duraklama döneminin tohumlarının atıldığı tarihçilerimiz tarafından ifade edilir.
Rüşvet, iltimas, torpil gibi devlet idaresinin ehliyetsiz ve liyakatsiz insanların eline geçmesine neden olan afetlerin Kanuni Dönemi’ nin sonlarına doğru yaygınlaştığı bilinir.
Padişah’ ın istişare meclisi olan Divan mensuplarının bu meclisin gerektirdiği ehliyet ve liyakatten uzak oldukları, neticede; böyle bir meclisle yapılan istişarenin en doğru fikirlerin ortaya çıkmasına yaramadığı anlaşılmaktadır.
Aynı şekilde askeri-sivil yönetimde yer alan kişiler de ehliyetsiz ve liyakatsiz kişiler olmaya başlamıştır.
Bu olumsuz hal, giderek halka da sirayet etmiş, böylece idare eden ve edilenler olarak üç kıtaya hükmetmekte olan koca bir devlet malum sona doğru, artan bir hızla ilerlemeye başlamıştır.
Bu çöküş öyle bir hal almıştır ki; feraset, basiret ve ince zekasıyla ün yapmış bulunan 2. Abdülhamit Han bile çöküşü 33 sene geciktirebilmiş, ancak maalesef durduramamıştır!
Değerli okuyucu;
İnsanoğlu, yaratılışından bu yana; nefis ve şeytan ikilisine karşı, inanç ve aklın yol göstericiliğinde iradesiyle mücadele etmek durumundadır.
Bu mücadelenin neticesi manevi medeniyete vücut verir.
Maliye, ekonomi, teknoloji gibi maddi refahı etkileyen unsurlar da maddi medeniyeti oluşturur.
Asr-ı Saadet Toplumu’ nun yüksek ahlak seviyesi, yüksek manevi medeniyete en güzel örnektir.
Elektronik, mekanik, kimya, ekonomi vs. bilimler de İçinde yaşadığımız uzay çağına vücut verir ve yüksek maddi medeniyeti oluşturur.
Devletimizin şu dönemde yukarıda nakletmeye çalıştığım başarıları maddi medeniyet bahsiyle ilgilidir.
Ne var ki; Ülkemiz’ in manevi medeniyetle ilgili kayda değer bir başarısının olmadığını görüyoruz. Sosyal hayatımızda, toplumumuzun ortalama ahlak seviyesi maalesef yükselmemekte, gittikçe daha da aşağıya inmektedir.
Geleceğe umutla bakmamız, maddi medeniyet konusunda yüksek seviyelerde olmamızdan önce, manevi medeniyet konusunda yüksek seviyelerde olmamıza bağlıdır.
Bu nedenle; Maddi medeniyet konusunda kaydettiğimiz gelişme gözümüzü kamaştırmamalı, manevi medeniyetteki seviyemizi yükseltme çabası içinde olmalıyız!
Sabır, şükür, kanaat, sevgi, saygı, tevekkül, adalet, samimiyet, diğerkâmlık, dürüstlük, çalışkanlık, temizlik, müsamaha, anlayış, kadere ve hakka rıza gibi pırlanta değerlerimizin topluma mal edilebilmesi vazgeçilmez emellerimiz olmalıdır.
Maddi medeniyet sahasında gelişirken; manevi medeniyet alanında, toplumumuza nefis ve şeytan marifetiyle atılmış ayrık otu tohumlarını görmezden gelmemeliyiz!
Onları daha fazla büyüyüp kökleşmeden söküp atmalıyız ki, geleceğimizi sarmalayıp karartmasınlar!
Allah’ a emanet olunuz. 08.02.2021
Av. Mehmet AKTAN