Değerli okuyucu;
İslâm Alemi iki asırdır Dünya siyasetinde tamamen etkisiz durumda. Bundan hep şikâyet ediliyor, ancak bunun sebepleri hakkında ilmî ve ciddi olarak düşünüldüğü pek söylenemez.
Aslında bu zafiyetin kolayca anlaşılacak bir temel sebebi var. O da şu ki:
Dünyada gerçek anlamda İslâm Ülkesi mevcut değil.
Osmanlı Devleti’ nin;
Dînî ve İçtimai hayatın, din istismarcısı cemaat, tarikat, tekke, zaviye vs. hizipler eliyle son dönemde büyük ölçüde yozlaştırılmış olması sebebiyle yıkılıp; yerine, Dînin siyasî ve sosyal tarafının beşerî hayattan uzaklaştırılmasını amir, Batı Kültürü’ ne dayalı bir devletin kurulmuş olması ve hilafetin de kaldırılması sebebiyle İslâm Dünyası’ nın etkisizliğinin temel sebebi olarak gözükmektedir.
Bu suretle; İslâm Alemi başsız ve devletsiz kalmıştır.
Başak bir İslâm Ülkesi’ nde; İslâm’ ın siyaseti yasak olursa, İslâm Alemi’ nin siyasette etkili olması söz konusu olabilir mi? Siyaset’ in konusu ve amacı olan “İslâm Ahkâmına dayalı Devlet” ten söz edilebilir mi?
Değerli okuyucu şu gerçeğin altını çizmek mecburiyeti vardır ki:
Ülkemiz’ de Müslümanlığa yüklenen anlam şudur; Müslüman, ibadetlerini yapacak, hayrî faaliyetlerde bulunacak başka bir şeye karışmayacaktır!
Bu anlayış; Bir sosyal sistemde muteber olması gereken “Normlar Hiyerarşisi” nin göz ardı edilmesi anlamına gelmektedir.
İslâm’ ın şartları olarak bilinen Namaz, Oruç, (Zenginlere hasredilmiş olan) Hac ve Zekât ile Kelime-i Şahadet sadece ibadetlerin şartlarıdır!
Sayılan ibadet şartları yanında; Allah’ ın tüm emir ve yasakları İslâm’ ın şartlarıdır!
SIRF İBADET ŞARTLARININ, İSLÂM’ IN ŞARTLARI OLARAK ÖĞRETİLMİŞ VE ÖĞRETİLİYOR OLMASI; İSLÂM KÜLTÜRÜ YERİNE, TERCİH ETMİŞ OLDUĞUMUZ BATI KÜLTÜRÜ KAPSAMINDAKİ LÂİKLİK KAVRAMI GEREĞİDİR.
Oysa; İslâm’ ın sadece ibadete hasredilmiş olması, Akaid açısından asla makbul olmayan bir husustur. Zira, tek bir ayetin bile reddi, küfürdür!
Maalesef kendisini Müslüman olarak kabul eden Ülkemiz insanının büyük bir kısmı, İslâm ve lâikliğin bağdaşabilir olduğunu zannetmektedir. Allah’ tan ki bu inanç, adı üstünde zandan ibarettir. Bu nedenle de Allah-u Alem zanna dayalı bu inanç, şuurlu bir küfür niteliğinde sayılmaz, Küfr-ü cehlî dir. Elbet doğrusunu Allah bilir.
Devlet kurumları arasında yer almış bulunan Diyanet İşleri Başkanlığı da; bu anlayış dahilinde görev ifa etmektedir. D.İ.B. müntesiplerinin bireysel inanç ve düşünceleri ile bu konunun bir ilgisinin olmadığını burada belirtmek gerekiyor. Ancak; kurum olarak Diyanet İşleri Başkanlığı gibi değil, “İbadet İşleri Başkanlığı gibi” hareket etmektedir. Esasen kuruluş yasası da esasen bu istikamettedir.
D.İ.B. dan yasalara aykırı bir fonksiyon ifa etmesi de beklenmemeli. Yasa’ nın; yetki ve görev sınırlarını belirleyip verdiği görevi hakkıyla ve lâyıkıyla yerine getirmeye çalışmasıdır. Bu noktada İslâm’ ın siyasetinin; amelde tedricilik içerdiğini de ifade etmemiz gerekiyor.
Bu noktada dikkatle göz önünde tutulması gereken husus; İslâm’ ın ibadetten ibaret olmadığı hususunun her Müslüman’ ın idrakinde olması ve bu şuurun yerleşip, derinleşmesidir.
Öte yandan; İbadetten anlaşılan da; anlaşılması gerektiği gibi, hakkıyla ve lâyıkıyla değildir!
Güzel bir gelenekten ibaret olan; Mevlid ve kandil kutlamalarının, farzların, sünnetlerin, İcma ve Kıyas’ ın önüne çıkarıldığına şahit oluyoruz.
Bir çok insanımız; Kandil kutlamalarına şu veya bu şekilde katılmakla, yahut Din yerine, şahıslara teveccüh ederek, Müslümanlık görevlerini bihakkın yerine getirdiğini zannetmektedir.
Uygulamadaki bu ifrat; Bir yandan; “Allah bize yeter!” derken, öte yandan Rabbimiz’ in: “Allah’ a ve Rasulü’ ne itaat ediniz! “ emrini göz ardı ederek, Sünnet dahil tüm Dînî kaynakları reddeden sapık bir anlayışa vücut vererek tefrite de neden olmaktadır.
Oysa: Allah’ ın ilk emri “Oku” ikinci emri de: “-…Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve Uyar! “ mealindeki Âyet’ tir.
Rasulullah’ ın (S.A.S.) ve Ashabı’ nın; Hicret’ e kadar 13 yıl boyunca; Hiddete, şiddete, hakarete, işkenceye, zulme rağmen sabretmeleri, Bedir, Uhud ve Hendek’ te canlarını ve mallarını ortaya koymaları, Hudeybiye’ de sulh imzalamaları, Mekke’ nin fethinde; emsalsiz bir sevgi, saygı, şefkat ve merhametle Tarihin, kimsenin burnu kanamadan bir şehrin fethini gerçekleştirmiş olmaları, Medine Devleti’ nde Müslüman, Hristiyan, Yahudi, Mecusi ve müşrik tebaanın tam bir Din ve Vicdan Hürriyeti ikliminde bir arada yaşatılmış olmaları;
9 senelik Medine döneminde; tüm Arabistan’ ın kafililer halinde gelip, kendiliğinden Müslüman olması;
İşte bu: “-…Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve Uyar! “ Emri gereğince hareket etmenin neticesidir.
ÖZETLE: MÜSLÜMAN’ IN “UYAR” EMRİ DOĞRULTUSUNDA: ALLAH’ IN TÜM EMİRLERİ DOĞRULTUSUNDA BİR HAYAT YAŞAMA GİBİ SOSYAL VAZİFELERİ;
TEBLİĞ ETME, SABRETME, CİHAT ETME, İNSANA SEVGİ, SAYGI, ŞEFKAT VE MERHAMETLE DAVRANMA, DİN VE VİCDAN HÜRRİYETİNE SAYGILI DEVLET KURMA GİBİ SİYASÎ VAZİFELERİ DE VARDIR!
Bu vazife: Rasulullah S.A.S. Efendimiz’ in Riyasetindeki tedrici bir metodla yürütülmüş olan; “İslâm İnkılâp Hareketi” nin örnek alan siyasî bir hareketin; Yeniden İslâm İnkılap Hareketi’ nin başlatılıp Devlet’ le taçlandırılmasıdır!
Yeniden İslâm İnkılâp Hareket’ inde: Hiddet’ e, şiddet’ e, sevgisizliğe, saygısızlığa, haksızlığa, adaletsizliğe, merhametsizliğe, şefkatsizliğe, anlayışsızlığa, aşırılığa, Din ve Vicdan Hürriyetine, insan hak ve hürriyetine aykırılığa, saldırganlığa, edepsizliğe,
Hülasa; fıtrata aykırılığa asla yer yoktur!
MÜSLÜMAN; AÇIKLANMAYA ÇALIŞILAN ALLAH’ IN EMRİ VE PEYGAMBER S.A.S. EFENDİMİZ’ İN SÜNNETİ, İCMA VE KIYAS’ IN KENDİSİNE YÜKLEDİĞİ SİYASÎ GÖREVLER DE BAŞTA OLMAK ÜZERE, TÜM VAZİFELERİN İDRAKİNDE OLARAK: İBADET VE TAATLERİNİ YERİNE GETİRME NİYET VE SAİKİYLE HAREKET ETME MECBURİYETİNDEDİR Kİ, ANCAK BU SAYEDE İSLÂM ALEMİ BİRLİK OLSUN ve DÜNYADA ZULMÜN TAHAKKÜMÜNÜ YIKIP, HAK’ KIN HAKİMİYETİNİ KURABİLSİN!
Başka Değil! Allah’ a emanet olunuz. Selam ve dua ile.
Av. Mehmet AKTAN