Değerli okuyucu;
Mensubu olmakla şükrettiğimiz Yüce Din’ imizi iyi anlamak, güzel anlatmak ve hakkıyla yaşamak zorundayız.
Bu zorunluluk Yüce Rabbimiz’ in Yüce Kitabı’ yla, Rasul’ ü Ekrem (S.A.S.) Efendimiz’ in Sünneti’ yle, İcma ve Kıyas ile bize yüklenen kaçınılmaz bir mükellefiyet’ tir.
Bu yükümlülüğümüzü efradını cami, ağyarına mâni bir mükemmeliyette idrak etmemiz için, dosdoğru, tertemiz, pırıl pınıl, dupduru ilk kaynağa (Edille-i Şer ’iye) başvurmamız gerekiyor.
Bu ilk kaynak bizim İslâm’ ı iyi anlamamızın kaçınılmaz, vazgeçilmez şartıdır.
İlk kaynaktan sonra zuhur eden ve ilk kaynağa uygun olmayan tüm inanç, fikir, düşünce, yaşayış biçimi vs. her türlü oluş;
Müslümanları, yolundan şaşırtıp, birbirinden ayıran, hatta birbirine düşman edip kırdıran, küffarı sevindiren, İslâm’ ın yayılıp, insanları; adalet, sıhhat, huzur, mutluluk ve sulha kavuşturmasını engelleyen nefsî, şeytanî duygu ve düşünce temelli, günah, bid’ at, şirk, sapma ve küfürlerdir.
Yüce Dîn’ imiz, asırlardan beri bu tür itikadi ve amelî saldırılarla karşı karşıya olmuş ve çok büyük yaralar almıştır. Müslümanların bu günkü zafiyet ve çaresizliğinin sebebi budur.
Değerli okuyucu;
Daha önceki bir yazımda da arz ettiğim gibi; “Bu konuyla ilgili yazı yazmak âlim titrini haiz olmayanların işi değildir! “ diye itirazlar olabilir.
Ancak; Cenabı Allah, “Kitab-ı Mübin, açıkça anlaşılabilen bir kitap” vasfındaki, Yüce Kitabımız’ da pek çok yerde: “…Halâ düşünmeyecek misiniz? Hiç akletmeyecek misiniz? Ne kadar az düşünüyorsunuz? Bu Kitabı, anlayasınız diye Arapça bir dille indirdik! “ gibi, Muhkem Âyetler’ le (Müteşabih Âyetler dışındaki) anlaşılır bir lisanla indirdiğini bildirmektedir.
Resul’ ü Ekrem Efendimiz’ in (S.A.S.) de ümmî olduğunu unutmamalıyız. Böyleyken Yüce Kitabımızı en iyi anladığına, yaşadığına ve uyguladığına imanımız tamdır.
Şu hâlde: Müslümanların da İslâm’ ı öğrenmek, anlamak, öğrendiği kadarını anlatmak, güzel yaşamak ve yaşatmak gibi yükümlülükleri vardır.
Bu yükümlülüklerin yerine getirilmesi hadsizlik değil, tam tersine tebliğ mükellefiyetidir. Bu durumda bu mükellefiyetin ifası acizane bu kardeşinize düşmüş oluyor.
Bu konuda hata ve yanlışa düştüğümüz hususlar olursa uyarılmayı memnuniyetle karşılayacağımızı samimiyetle ifade etmek istiyorum.
Yine de İslam’ ı iyi anlamak konusunu keşke de alimlerimiz dile ve gündeme getirmiş olsalardı. Esasen matlup olan da budur. Ne var ki bu konuda zamanın şartlarına uygun, efradını cami, ağyarına mâni bir tebliğin bulunmadığını üzülerek ifade etmeliyim.
Değerli okuyucu;
İSLÂM DİNİ’ NİN TEMEL ESASLARINDAN SÖZ EDERSEK:
1- İslâm ile yaratılış birbiriyle % 100 örtüşür. Fıtratın Dinimiz’ le çelişen en küçük bir noktası yoktur. Zira Yaratan; yarattığının ihtiyaçlarını en iyi bilen olarak insan ve topluma lazım olan tüm hükümleri eksiksiz olarak Yüce Kitabı’ yla lütfetmiştir. Resulullah (S.A.S.) Efendimiz de Sünneti’ yle Dinimizi yaşanır hale getirmiştir. İcma ve Kıyas ile Kur’ an ve Sünnet ışığında temel teferruata ilişkin meseleler vuzuha kavuşturulmuştur.
Edille-i Şer’ iye olarak isimlendirilen bu dört kaynak (Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas) İslâm’ ın temel esaslarını teşkil etmektedir. En başta Kur’ an, sonra Sünnet, ondan sonra İcma ve nihayet Kıyas; bir sonraki, bir öncekine aykırı olmayacak hükümler ihtiva etmek suretiyle hukukta “Normlar hiyerarşisi” diye tabir edilen bir intizamı oluşturur.
Amel, imandan bir cüz değildir. Ancak amellerdeki eksiklik ve hatalar imanın gücünü zayıflatıcı bir etkiyi haizdir.
Edille-i Şer’ iye dışında; Hint Mistisizminden mülhem bir felsefe olan tasavvuf, tasavvuftan neşet eden ve Din’ i, şeyhlerin şahıslarına istinat ettiren onlarca tarikatı, itikadi ve ameli kabulleriyle, Edille’ i Şer’ iye ışında değerlendirmeye tâbi tutmak, Din’ in yozlaştırılmaması yönünden elzemdir.
Elbette sapık mezheplerin günümüzdeki uzantılarının da İslâm’ ın nuruyla eritilmesi İslâm Dünyası’ nın belli başlı vazifelerindendir.
2- İslâm; ırk, dil, cins, yaş, memleket gibi akla gelen, gelmeyen hiçbir konuda fark gözetilmeksizin, tüm insanlığın, sıhhat, huzur, mutluluk, sulh ve sükunu için Rabbimiz’ in lütfettiği, kıyamete kadar her zamanda ve her yerde yürürlükte olması gereken cihanşümul bir İlahî Nizamdır.
3- Din’ de zorlama yoktur, gönüllerin fethini. “Senin dinin sana, benim dinim bana” hükmünü esas almıştır. İslâm en güzel bir lisanla tebliğ edilir, ancak kabul etmeyen, kabul için zorlanmaz, cezalandırılmaz.
İnanmayanlara bile, “ilerde belki de Allah hidayet nasip edip Müslüman olacaktır” düşüncesiyle Yaratan’ dan ötürü sevgi ve saygıyla bakılır, haksızlık edilmez, adaletten şaşılmaz.
Düşmanlık etmeyene düşmanlık edilmez, saldırmayana saldırılmaz. Aman diyene kılıç çekilmez. Saldırı bertaraf edildikten sonra da aşırı gidilmez. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.
4- Sabır, şükür, kanaat, tevekkül, sevgi, saygı, samimiyet, hukuka saygı, hakka rıza, kadere rıza, dürüstlük, sadakat, çalışkanlık, temizlik, ilme ve alime saygı, hoşgörü, alçak gönüllülük, affedicilik, feragat, fedakârlık, yaptığı işi en güzel şekilde yapmak, ululemre itaat, nefsinin esiri olmamak, empati yapmak, iyi niyetli olmak, aşırı gitmemek, ılımlı (yumuşak tabiatlı olmak) hülasa güzel ahlâklı olmak,
Allah’ a, kendisine, ailesine, diğer insanlara topluma ve devlete karşı görevlerini yerine getirme gayreti, kendisine yapılan yardımın ve yardım edenin kadrini bilir, hakkı teslim eder. İslâm her cüzüyle bir bütündür, hayatta sadece bir ya da birkaç cüzün hayata geçirilmesiyle iktifa edilemez. Bölücü değil, birleştiricidir, gerektiğinde ittifak yapar.
Bu özellikler, Müslüman’ ın şiarlarındandır.
Gelecek yazımızda; İSLÂM’ IN TEBLİĞİ VE HAYAT HALİNE GELMESİYLE İLGİLİ KONULARDAKİ TEMEL ESASLARA DEĞİNECEĞİZ İNŞAALLAH.
Allah’ a emanet olunuz değerli okuyucularım. 14.02.2024
Av. Mehmet AKTAN