Geçen hafta sonu bir davet için Burdur’a gittik. Davet dediğim, her yıl Burdur liselilerin yaptığı geleneksel toplantı..
Eski sınıf arkadaşlarımızla, beraber okuduğumuz ve yatılı okulun pansiyonundaki havayı birlikte soluduğumuz arkadaşlarımızla toplanıyoruz. Toplantıların demirbaşları var. Ara sıra gelenler var.
Tabii simalar değişmiş .Çoğu 70’ geçmiş. Bazısını birden tanıyamıyorsunuz . Bu, sitemkar şakalara sebep oluyor..
En iyisi, eski hatıraları yad etmek. Bir birlerimizin hatırını sormak. Sevilenler için vakit ayırıp buluşmak. Bir vefa duygusu bu. Geçmişi yad etmek. Eski günleri anmak. Yad-ı cemil yani.. Ortak duyguları kabartmak.Bu, kendiliğinden gerçekleşiyor. Arkadaşların ellerini sıkarken; gözlerindeki ışıltıyı ve sevinci seçmemek mümkün değildi. Bir fincan kahvenin hatırı gibi bir şey .. Geçmişteki iyiliklerin toplamı bu.. Bizimki bir fincanın 40 yıllık hatırından fazla. Okulu bitireli tam 53 yıl olmuş. Bir de bunun orta okula başlama tarihi var. Tam 60 sene. Bizim kahvenin hatırı tam 60 senelik..
Toplantı Burdur’da bir otelde iki gece üç gün sürdü. Biz, sadece cumartesi günkü kahvaltıya katıldık.
Özlem gidermeye yetti bu kadar zaman bana. Kahvaltı.. Ondan sonra, kahve- sohbet faslı. Bütün masaları dolaştık. Müdavimleri de gördük, yeni katılanları da..
Burdur, bizim gözlerimizin açıldığı yer. İlk defa memleketten ayrıldık. Okumak için Burdur’a geldik. Lisenin parasız yatılılar için ayrılmış binasına yerleştik. Burada disiplinli bir hayat öğrendik. Sabah kahvaltı. Kahvaltıdan önce bir saat mütalaa(şimdi etüd diyorlar) ondan sonra okul. Daha sonra öğle yemeği için pansiyona dönüş. Ondan sonra tekrar dersler..Akşam yemeği..Ondan sonra iki saat gene mütalaa. Böyle disiplinli bir hayat. Üç öğün yemek. Biz köylü Çocukları için bulunmaz imkan..Disiplin içinde mutlu yaşadık..
Yıllar geçti Burdur’u ve orada edindiğimiz arkadaşları unutamadık.
Toplantıdan ayrıldıktan sonra gençliğimizi geçirdiğimiz şehrin eskiden gezdiğim sokaklarını bir daha dolaşmak istedim. Önce eski bir tanıdık hatırlamaya çalıştım. Bir alt sınıftan Adem Çakıcı’nın kırtasiye dükkanına gittim. Hoş-beşten sonra O ‘na eski arkadaşları ziyaret etmek istediğimi söyledim. Bir kaç arkadaşı aradı .Başka yerlere gitmişler. En sonunda ben,”.. çarşıları dolaşayım. Terzi İbrahim’e uğrayayım” dediğimde, Adem;” İbrahim abi öldü” demesin mi? Sanki yıkıldım. İbrahim sevdiğim bir arkadaştı. O’nunla emsaldik. Bana çok pantalon dikmiştir. Evine çok gitmişliğimiz vardır. Kızı,Erzincan depreminde, okuduğu okulun enkazı altında öldüğünde, İbrahim de mahvolmuştu. Bir kaç yıl önce İbrahim’i ziyaret etiğimde; “Benim hanım öldü” demişti. Hanımı öldükten sonra sanki bedenen olmasa bile İbrahim de ölmüştü. Terzi dükkanının mülkiyetini satın almıştı. Dükkanın asma katı vardı. Eşi öldükten sonra ara-sıra dükkanın orasında yatıp kalıyormuş. Bir gün kapıyı kapatıp yatmış. Bir iki gün gözden kaybolunca komşular merak etmiş. Kapıyı açmışlar, kokmaya başlamış cesedi ile karşılaşmışlar. Beni en fazla etkileyen ölümlerden biridir İbrahim’in ölümü..
Oradan kalkıp, Burdur’un cadde ve sokaklarını gezmek, eski günleri hatırlamak istedim. Bütün sokaklarını gezdim Burdur’un. Ulu Camiye çıkan yolları bir bir dolaştım. Sanki yukarıya dik dik çıkan sokaklar biraz alçalmış gibi geldi bana. Temiz keski taşlar döşenmiş sokaklar beni Ulu Cami’ye çıkardı. Ulu Cami, mavi halısıyla genişlemiş gibi bir izlenim verdi. Masmavi halı caminin içini değiştirmiş. Cami temiz ve bakımlı.. Burdur Belediye binasını da Ulu Cami’nin yanına taşımışlar. Sanki halkla iç-içe olmak içinmiş gibi geldi bana. Oralar 50 sene önce çok güzel değildi. Şimdi iç acıcı bir hali var Ulu Cami ve çevresinin..
Ulu Cami, 1300 yılında Hamitoğlu Dündar Bey tarafından yapılmış.1919 depreminde yıkılmış. Ama aslına uygun olarak yeniden yapılmış. Burdur, Hamitoğullarının önemli bir merkezi idi.Dündar bey Burdur’dan ilerisini almak istemedi .Ama kardeşleri ,özellikle kardeşi Yakup Bey;” Teke’yi de alalım” dedi. Yani Antalya’yı.. Dündar Bey, ısrarlar karşısında Tekeyi de aldı .Ancak burasının yönetimini kardeşi Yakup’a bıraktı. Bir süre sonra Yakup ve oğulları, Hamitoğullarının bir kolu olarak Teke’nin bütün bölgelerine hakim oldular. Isparta, Burdur,Acıpayam, Çameli ,Muğla- Köyceğiz’e kadar olan yerlere Teke Yöresi dendi. Teke Yöresi bir yörük yerleşkesidir. Teke, Antalya’nın eski adıdır.1925’lere kadar Antalya, Teke diye anılırdı. Teke Limanı Antalya limanı idi. Isparta’nın adı da Hamit idi. Tüm bölgenin yönetimini, belli bir süreden sonra Teke yönetimi devraldı. Bölgeye de Teke Yöresi dendi. Teke Yöresi’nin kültürü, müziği ve adetleri aynıdır.
Burdur’un girişinde “Gadın Burdur’a hoş geldiniz” diye bir tabela vardı. Buradaki “gadın”,kıymetli, tatlı, sevgili anlamındadır. Gadın (g ) ile yazılır (k)ile değil. Bundan türemiş ve tüm Teke Yöresinde söylenen hitaplar vardır. “Gadın gızım”,”gadın oğlum”,”,gadın anam”,”gadın bıllam” gibi. Bunlar Teke Yöresi’nin hoşluklarıdır.
Ulu Cami’den aşağı inerken, bütün sokakları gene geçtik. Uzun Çarşı’yı, Bakırcılar Arastası’nı bir uçtan bir uca geçtim. Biz talebe iken Okullar Pazarı ve Boyacıoğlu Kitap-kırtasiye diye yerler vardı. Onların önünden geçtim. Yerinde başka dükkanlar var. Vakıf İş Han’ının altındaki pasajdan geçtim. Orada eskiden besicilerin toplandığı bir kahvehane vardı. O da yok. Yerinde başka bir şey var. Ulu Cami’ye çıkarken yolun çatal yerinde, Lisede coğrafya öğretmenimiz Yücel Bulgur’un ağabeyinin kuyumcu dükkanı vardı. Orada bir kuyumcu var gene ama, alakası var mı bilemedim.
Bütün sokakları gezdim. Hiç tanıdık birine rastlamadım. Zaten sokaklar boş. Alış- verişe gelmiş veya gezmeye gelmiş olsa bile kimse yok sokaklarda. İn-cin top oynuyor derler ya, öyle bir şey. Tanıdık bir yer bulamamak ve hiçbir yeri kendime yakın bulamamak karşısında kendimi Ashab-ı Kehf gibi hissettim. Her şey değişmiş, kimseyi de tanımıyorum çünkü .
Bende her gün 10.000 adım atma alışkanlığı var. Baktım. Bilet aldığım otobüsün hareketine daha var. “Sabah, sarı taksi ile geldiğim yeri yaya olarak gitmiş olsam, kaç adım atarım” diye düşüdüm.Sabahtan beri daha 4.000 adım atmışım. ”.. Burdur’a gelmişken, Burdur şiş yemeden gidilmez” deyip, karnımı doyurup, garaja kadar şehrin içinde yürümeye karar verdim. Böylece adımımı da 10.000’in üzerine çıkaracaktım.
Şehrin dış kısmı da, şehrin eskiden en dışı olan Şirinevler de değişmiş. Yeni evler yapılmış .Çatalpınar mevkiindeki keçi heykelini bir daha gördüm. Mezarlığın yanından geçip yürüdüm.
Garaja vardığımda adımlarımın sayısı 17.000 olmuştu .Biraz bekledim. Otobüs geldi. Daha akşam olmamıştı. Aracın sol tarafındaki tekli koltuğa oturmuştum. Uzaktan Burdur Gölü, çok daha ileride Süleyman Demirel Hava Limanı gözüküyordu. Göl, ne kadar çekilmiş? Havaalanı ile gölün arasında büyük tarlalar oluşmuş. ”Göl kurumasın” diyenlere ben de katıldım. “Burdur Gölü kurumasın”dedim
Biraz sonra yorgunluktan uyuya kalmışım.
Şen olasın “Gadın Burdur” umuz..