Eskiden, “Yeşilçam Filmleri “ vardı. Televizyonlar tek kanal olduğunda, hatta televizyon yokken, filmlerin başrolünde bir “esas kız”, bir de “esas oğlan” olurdu. Bunların bazen biri zengin, biri fakir olurdu. Seyircilerin her biri, bu filmlerde kendini bulurdu .
Filmler o gün akşam yayınlanacaksa, gazeteler; gündüzden ve sabahtan ilan verir;”..bu akşam film var, mendillerinizi hazırlayın” diye manşet atardı. Zira Yeşilçam filmleri çok duygusaldı ve seyirciyi ya filmin sonunda ya ortasında ağlatırdı.
Filmin kahramanları da duygusallık rolünü iyi becerirdi. Film icabı “esas kız” kör olsa, duygusallığın hesabını yapan olamazdı. O zaman bütün komşular ve mahalleli seferber olur, kızın gözünün açılması için uğraşırdı. Burada yardımseverlik ve iyilik o kadar boyutlara ulaşır ki, kız sağlamken nasıl yaşayacaksa ona göre bir hayat kurmak için uğraşırdı kahramanlar...Kızın gözünün açılması O’na bir ışıktır. Görmesinin tek yolu gözünün açılmasıdır. Ama bu büyük bir ameliyatı gerektirir. Ameliyat da para demektir. O da, ne komşularda ve ne de yardım için koşuşturanlarda yoktur. Bu uğurda kahramanlar kızın gözünü açacak para için hırsızlık yapmayı ve zorla para almayı bile göze alırlar. Tıpkı “Üç Arkadaş ” filminde olduğu gibi..
Kadir İnanır, Halit Akçatepe ve Müşfik Kenter, sokakta bir kör kızın el yordamı ile yol aradığını görürler O’na acırlar. Yardım etmek isterler. Kör kız Hülya Koçyiğit, hayatın çilesini çekmektedir.Filmin gelişen sahnelerinde üç arkadaş, kör kızın gözlerini açtırmak için para toplarlar. Para yetmez. İşte o zaman, haraç ve hırsızlık devreye girer. Kör kız ameliyat edilir.Ameliyat odasında gözlerinin üzerindeki bant kaldırılınca; “görüyorum,görüyorum “ diye bağırır.. Herkesi bir sevinç kaplar. İşte o zaman, gazetenin yazdığı mendiller devreye girer, gözyaşlarını silmek için...
İleri sahnelerde kızın gözünün açıldığı gibi, şansı da açılır, ünlü bir ses sanatçısı olur. Şarkı söylediği müzikholün en ön sıralarında bütün mahalleli vardır...
Jose Saramago’nun ” Körlük” romanında körlüğün, kör olmanın başka bir cephesi anlatılıyor. Bir göz doktoru, akşam muayenehanesini kapatıp evine arabasıyla dönerken ve kırmızı trafik ışığının yeşile dönmesini beklerken, birden kör oluyor. Arkadaki arabaların geçmek için durumunu düşünün.. İnsanların gitmeyen arabaya ve şoförüne karşı neler dediklerini düşünün...O sırada bir adam geliyor. Durumu soruyor. Doktor kör olduğunu, onun için gidemediğini söylüyor. Adam ,direksiyona geçmeyi teklif ediyor ve geçiyor. Doktoru tarif edeceği duruma göre evine götüreceğini söylüyor .O’nu evin bulunduğu sokağa kadar getiriyor .Ve evin dış kapısında bırakıyor. Doktor evine kendi kendine çıkacağını söylüyor. Doktor el yordamı ile merdivenleri çıkıp evine geliyor. Kapıyı karısı açtığında “ben kör oldum” diyor. Karısı şaka sanıyor. Ondan sonra gerçeği anlayıp, hemen hastaneye gidelim” diyor. Aşağıya iniyorlar. Anahtar doktorda yok. Adam vermedi bana diyor. Kadın yukarı çıkıp yedek anahtarı alıyor. Sokağa gidiyor.Ama orada araba da yok. Getiren adam hırsızmış. Arabayı alıp gitmiş.
Doktor, kör olmuştur ama, her aydınlıktır. Körlerin dünyası karanlık derler. Burada körlük körün bir süt denizine düşmesi gibidir. Her şey beyaz görünmektedir. Beyazlar içinde hiçbir şeyi görememe..
Biraz sonra bir başka kör getirilir hastaneye.Az sonra bir başkası daha..Bunlardan birisi doktorun iki gün önce muayene ettiği bir hastadır.Bu körlük balaşıcımı yoksa derler.Körlük, nezle- grip mi ki, bolaşıcı olsun denirse de, korlüğün bulaşıcı olduğu yaygınlaşır.Hepsi de beyaz bir süt denizinin içinde imiş gibi olurlar. Hiç bir kör için karanlık yoktur.Beyazlar içindedirler ama, hiçbir şeyi göremezler.
Derken, körlerin sayısı artar.Biraz sonra bir otele bir adamla buluşmaya giden siyah gözlüklü bir kız tam adamla buluştuğu otel odasında kör olur. O da oraya getirilir.Biraz sonra doktorun arabasını çalan adam da kör olmuş, oraya gelmiştir.Kör olanların sayısı gittikçe ve hızlıca ortar.
Bütün körleri eski bir akıl hastanesinin kullanılmayan koğuşlarına yerleştirirler. Doktorun karısı kör değildir ama, ilk zamanlar bunu saklar .Herkes o’nu da kör zanneder.
Körlerin yerleştiği eski akıl hastanesini askerler korumakta ve idare etmektedir. Koğuşların hepsi kör insanlarla dolar.”..bulaşıcı körlük”bütün şehri sarmıştır.Askerler körlere savaşta esir alınmış düşman askerleri gibi bakar.Hoperlörlerden anons verilir: ”.yemekleriniz dış kapıda.. oradan alın ve yiyin”denir Ama zaten kör,dış kapı nerede,yemek tabağı nasıl bunu bilmez bile.. Asker bunu düşünmez. Küçük çapta nümayişler olsa asker, yaylım ateşi açıp rastgele körleri öldürür.Sonra ikinci bir anons ;”Bir çapa - kürek bulun, ölüleri gömün” derler.Gözü görmeyen,oraları bilmeyen insanların nasıl kürek ve çapa bulacağı, bahçenin neresine çukur açıp, cesetleri gömeceklerini kimse düşünmez .
Burada kimse kimseye yardım etmez. Doktorun koğuşunda 6-7 kişi birbirlerini gözetir. Bunlardan birisi doktor, birisi karısı, birisi kalın gözlüklü kız, birisi gözü bantlı adam. Birisi şaşı çocuk. Birisi ilk kördür. Bunlar birbirlerini seslerinden tanıdıkları arkadaşlarıdır. Bir de durmadan ağlayanların göz yaşlarını yalayan küçük sevimli köpekleri vardır yanlarında. Hiç birinin ismi yoktur. Doktorun ve karısının adını kimse merak etmemiştir. İlk körün adı nedir ?Gözü kalın bantlı adamın adı nedir?Siyah gözlükle kızın adı nedir?Hatta insanlara acıyıp, oların gözyaşlarını yalayarak silen küçük köpeğin adı da yoktur.Romanda insanlar bu şekilde belirlenmiştir. Doktor,ilk kör;siyah gözlüklü kız gibi..Zaten kitapta; “bu olay, bilinmeyen bir ülkenin bilinmeyen bir şehrinde oldu”denmektedir.
Askerlerin, düşmandan esir alınan askerler gibi baktığı yetmiyormuş, gibi, bir süre sonra, öteki koğuş körleri, bu koğuşun körlerini sanki esir alır. Onlara yemekleri para ile vermeye ve paraları da iç etmeye başlarlar.
Diğer koğuşun kör erkekleri biraz sonra, azgınlaşmaya başlarlar. Bu koğuştaki kör kadınlara tecavüze başlarlar. Hastanede açlık başlar. Yemekler zaptedilmiştir. Korsanlık almış yürümüştür. Zorbalık ve tecavüzler de.. Derken, eski akıl hastanesinde bir yangın çıkar. Herkes kendini sokağa atar.
Bu safhadan sonra körler için yeni bir dönem başlar.Sokaklar ölmüş insanlarla ve hayvanlarla doludur. Çöpler dağ gibidir.Bazı insan ölülerini aç köpekler yemiş, yaralı bir çok ölü vardır sokaklarda.Bütün şehir kör olduğu için kimse evinin nerede olduğunu bilemez. Herkes her yeri işgal etmiştir.Yiyecek bulmak için herkes rastgele evlere ve işyerlerine girmiştir.Körün ilk girdiği yer onun evi olmuştur. Orası ister ev olsun, ister işyeri olsun,orayı işgal edenler orada barınmakatadırlar.
(Roman, bu şekilde akıp gidiyor.Yazarın kitabı,Nobel Edebiyat Ödülü almış.Başarılı bir eser.Zaten öyle olmasa ödül alamazdı.Çeviri de başarılı sayılır.Ama küçük imla hataları var çeviride..Cümle bitince nokta yok,virgül var.Cümle sonu virgül.. Ondan sonraki cümle büyük harf ile başlıyor.Yani virgülden sonra büyük harf. Oysa cümle bitince nokta olur.Ondan sonra büyük harf olur.Cümle sonu virgül olunca, cümle bitmemiş gibi oluyor.Bu, bir- iki kere olmuş değil.335 sayfa kitap böyle yazılmış )
Derken, kör doktorun gözü kendiliğinden açılır.Sonra birisinin daha..Sona doğru,kör doktorla işbirliğinde bulunan 7 kişinin 4’ünün gözü açılır.Doktor,” ben onların gözünü ameliyat eder açarım” der.
(Yazı çok uzadı.Ben romanı bitirdiğimde kalanların da gözü belki açılmıştır) İyi günleriniz olsun.