Anadolu Eğitim, Kültür ve Bilim Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Hayrullah Başer
Bütün Sorunlarımıza Medeniyet Temelinden Bakarak Çözüm Bulmalıyız
Bugünkü Türkiye’de geçmişten bugüne kazanılan değerler tek tek kayboldu, sekülerleşti ve uçtu. Yani millet diyordu, devlet diyordu, adalet diyordu, hak diyordu, helal haram diyordu filan diyordu. Suyu bile üfleyerek içen adamlar bugün hak, hukuk demiyor, ahlak demiyor, bürokratik ticari, siyasi birtakım hesaplar için bunların hepsini üflüyor geçiyor. İşte kaybolan değerleri hayat haline getirmek zorundayız. Yoksa milletin geleceği pek hayırlı değil. Bu bakımdan görevimiz önemli.
Aydın Şık
Ayizi: Hayrullah Bey bizi kabul ettiğiniz için öncelikle teşekkür ederiz. İlk olarak kısaca hayatınız hakkında bilgi verebilir misiniz?
H.Başer: : Hoşgeldiniz, böyle güzel bir dergicilik faaliyetinde bulunduğunuz ve derginizde şahsıma yer ayırdığınız için ben teşekkür ederim. Ayizi Dergisine yayın hayatında başarılar diliyorum. İnşallah güzel çalışmalar, verimli çalışmalar olacak inancındayım.
1947 yılında Yozgat Merkez Çolaklı köyünde, hayvancılık ve tarımla uğraşan bir ailenin çocuğu olarak doğdum. İlkokulu köyümde, ortaokulu Yozgat’ta okudum. Liseye Yozgat Taş Mektep’te devam ettim. Sonra Hava Harp Okulu’nu kazanmıştım ama bir ay kadar sonra Hukuk Fakültesi’ni kazandığım belli oldu. 1965 yılında İstanbul Hukuk Fakültesine geçmeyi tercih ettim, 1969 yılında da buradan mezun oldum.
Staj ve askerlik dönemleri sonrasında avukatlığa başladım. Askeri hâkimlik sınavını kazandım ama güvenlik soruşturması sebebi ile atamam olmadı. Bunun üzerine 1972 yılından itibaren Yozgat’ın Çekerek İlçesi’nde dört yıl, 1990 sonuna kadar da Yozgat’ta avukatlık yaptım. 1990 yılının sonunda Ankara’ya geldim. Halen Ankara barosuna kayıtlı avukatım.
Ayizi: Çocukluk ve gençlik dönemlerinizde sizde iz bırakan kimleri hatırlıyorsunuz?
H. Başer: Çocukluğumda bende ilk iz bırakan insan babamdır. Sonra da bizi okumaya teşvik eden Saim Koçak adlı ilkokul öğretmenimiz. Bir seferinde yolculukta karşılaştık. “Köyden ilk okuyan Hayrullah”tı, dedi, o kişinin ben olduğumu sonradan söyledim. Okuyan öğrencilerini takip ederdi..
Gençlik dönemimde aklıma ilkin beraber okuyup aynı evde kaldığımız rahmetli Selim Erkoç geliyor. Onunla hep beraber olduk. Bir de şu an Çankaya Üniversitesi Ceza Hukuku Profesörü Doğan Soyaslan. Biz aile olarak da birbirine yakın olduğumuz için çocukluğumuz beraber geçti. Bunun yanında lisenin sonlarına geldiğimizde, daha sonra siyasi hayatta isim yapmış olan Cemil Çiçek Bey gibi, milletvekilliği yapan Mehmet Çiçek Bey gibi arkadaşlar en temel arkadaşlarımdı. Tabii pek çok dost ve arkadaştan da ayrıca bahsedebilirim.
Ayizi: Çevrenizde sizi etkileyen kimler vardı o dönemde?
H.Başer: Okumama da vesile olan, imamlık yapan eniştem Mustafa Erkoç var. Astsubay okuluna göndermek istiyordu ilkokul hocam, ama O, “ben okutacağım” dedi. Şartları çok zor olduğu halde kardeşi Selim Erkoç ile beraber 8-10 yıl onun desteği ile beraber kaldık. Bizim için yaşayışıyla gerçekten bir modeldi. Halam ikinci annem, eniştem ikinci babam gibidir. Öte yandan, Hukuk Fakültesi’ni tercih etmemde lisede bizden iki dönem önce mezun olan Taha Akyol ve Cemil Çiçek Bey’le bu konularda yaptığımız konuşmaların da üzerimde etkisi olmuştur. O yıllarda fikirlerinden etkilendiğimiz hocalarımız vardı: Yılmaz Oyma, Mualla Ulusoy ilk aklıma gelenler.
Ayizi: Üniversite ile birlikte Yeniden Milli Mücadele Hareketi ile de tanışıyorsunuz…
H.Başer: Üniversiteye, İstanbul’a gittikten sonra değişik fikir hareketlerini, şahısları tanıma imkanı bulduk. O zamanlar meşhur olan İlhan Selçuk, İlhami Soysal, Çetin Altan gibi şahısların konferanslarına giderek tanımaya çalıştık. Daha sonra rahmetli Necip Fazıl’ı tanıma fırsatımız oldu. Alpaslan Türkeş gelmişti Hindistan’dan, onu dinledik. MTTB’ye İsmail Kahraman başkan seçilmişti. Bu organizasyonlara gidip gelerek araştırıyorduk.
Mücadele Birliği’ni kuran Aykut Bey’i, Yavuz Bey’i diğer arkadaşları tanıma imkânımız oldu. Bizden önce Taha Akyol, Mehmet Çiçek, Cemil Çiçek görüşmüşler, biz de Cemil Bey’le aynı yurtta kalıyorduk. O vesileyle kendileriyle tanıştık; Mücadele Birliği bize daha sempatik geldi. Bizim gelenek ve inançlarımıza daha yakın, daha tabii ve samimi geldi. O zaman yeni açılmıştı Mücadele Birliği, merkezi Konya’ydı. İstanbul Sancağı öğrenci yurdumuza da yakındı her okuldan çıkışta önce oraya uğrar verilen bir görev varsa onu yapar öyle yurda geçerdik.
Ayizi: Mücadele Birliği’nin size kazandırdıkları hakkında neler söylersiniz?
H. Başer: 60’lı yıllar fikri hareketlerin yoğun olduğu, Türkiye’nin çoğulcu demokrasiye geçtiği sancılı yıllardır. Ancak ithal fikirlerle doluydu aydınların dünyası. Solda bir tercüme furyası vardı. Che Guevara, Lenin’den Marks’a, Mao’ya uzanan eserleri tercüme ediliyordu. Bunlara bağlı olarak gruplaşmalar, fikri bölünmeler mevcuttu. Aynı durum dini akımlar bakımından da farksızdı; Cemalettin Afgani’den Mevdudi’ye, Seyyid Kutub’tan Humeyni’ye, Hasan El Benna’ya kadar eserleri tercüme edilmiş yazarlara göre farklı ekoller gelişiyordu. Milli Mücadele Hareketi bunların dışında özgün bir hareketti. Yerli ve milli idi. Kökü, mayası, dili ve yorumu kendi geleneğimizden besleniyordu. Kitapçıklar halinde kalan ilm-i sağ, inkılap ilmi, Milli Mücadelemizin stratejileri böyle özgün, bir yabancı kaynaktan beslenmeyen, fikir haysiyetini önemseyen ve başka fikirlere de saygılı davranan net bir duruşu ve tavrı vardı. Reaksiyoner değildi. Her türlü emperyalizme karşı duruyordu. Siyonizm’i Emperyalizmin beyni gören bir hareketti.
Bunların yanında İslam dininin anlaşılmasında temel kitaplara eriştirdi bizi. Mesela şahsımda emeği büyük olan şahıs Mustafa Erkoç’tu, bir imamdı ama mealle, siyer ile İslam’ı okumaya bu hareketi tanıdıktan sonra başladım. Bunun yanında Yozgat’a döndükten sonra staj yaparken İmam Hatip’te siyer dersine girdim. İslam tarihi dersine girdim. Bu hareketten aldığım kazanımlarla öğretmenlik mesleğini icra edebildim. Böyle güzel şeyler kazandırmıştı.
Terörize etmedi mensuplarını, bu da önemli bir kazanımdır. Bundan dolayı o dönemlerde en az insan kaybı veren harekettir. Çok bir dalaşma olmamışsa kendilerine, olaylara müdahil olmadı, ekibini koruyup kollamıştır.
Belki arkadaşların bilgi birikimi olmayabilir ama bize, arkadaşlarımıza olayları ele alırken bütüncül bakma ve olayları dinamik tahlil etme kabiliyeti kazandırdı. Tarihi doğru okumayı, bugünü doğru okumayı geleceği projelendirip programlamak planlamak gibi gördük. Metot, üslup önemlidir. Bilgi bundan sonra da elde edilebilir. Biz bu değerlerimizi o yıllarda kazandık. Bugün de o çerçeve içinde devam ediyoruz.
Ayizi: Bu dönemde unutamadığınız ne vardı, desem?
H.Başer: Bizde sahabice kardeşlik anlayışı vardı. Paylaşım, fedakarlık vardı. Hepimizde savrulma dönemine kadar bu güzelliklerin yanında ekibin içerisinde güven duygusu vardı. O kardeşlik fedakârlık duygusu bizim en büyük kazanımlarımız olmuştur. İstanbul’da sayı olarak çok az bir topluluktuk ama 6. Filo geldiğinde gösterdiğimiz tavır ses getirmiştir. 40-50 arkadaş bütün İstanbul’a 6. filo aleyhinde ve nasıl Rusya ve Amerika tarafından istismar edildiğini bildiren broşürleri dağıttık. Bundan dolayı birtakım tehditler aldık. Biz dağıtmaya devam ettik. Daha fazlasını inşallah hatırlarımda anlatacağım.
Ayizi: Savrulma yaşadık dediniz. Bize bu süreçten bahsedebilir misiniz?
H.Başer: Hareketin kısa sürede yayılması önemlidir. Özgün oluşu, Anadolucu oluşu mensuplarının büyük bir çoğunluğunun taşrada oluşu bu süreçte önemlidir. Mensuplarının birçoğu köylüdür, üniversite mezunudur, okumuştur ama hayatı zor imkânlar ile taşımıştır. Mesela Celal Doğan’a 700 lira gelirdi bize 200 lira gelirdi. Celal Doğanın babası zengin biridir Antepli dolayısıyla çok zor şartlarda ıstırabı sıkıntıyı Türkiye’nin ıstırabını bilen geçiş toplumuyuzdur biz. Doğrudan sınıf geçtik diye seviniriz ama üç gün sonrasında ya mercimek tarlasında ya nohut tarlasında çalışırız. Bu da gittiğimiz yerlerde bize karşı sempati meydana getirdi.
Taha Bey yeni avukattı ben de stajyerdim gittiğimiz okullarda hemen organize olduk. Onlarla hemen haftalık “Vatan Bölme Faaliyetleri, Ermeni Faaliyetleri, Türkiye’deki Sıkıntılar Ekonomik, Kültür, Ahlak Buhranları” konusunda liseli öğrencilerle toplantılar yapıyorduk. Anadolu’da sempati ve karşılık bulduk. Karşılık bulunca başkaları da hareketimizle ilgilenmeye başladı. Bu dış dinamikler mücadele birliğinin gelişmesinden istifade etmek, kullanmak istediler. Bazıları için gelişen bu hareketin törpülenmesi gerekiyordu. Kimisi çekti gitti, kimi kaldı büyük sıkıntılar yaşadı, derken o güven duygusu zaafa uğradı. Şu an hüküm manasında bir şey söyleyemem; bizim de günahlarımız var, kusurlarımız var. Ama dış dünyanın da dinamiklerinde bizim üzerimize oyunları da oldu. Böyle bir savrulma yaşadık, Türkiye’nin önde gelen konuya hakim mülki ve askeri erkandan kişiler teslim eder ki, Türkiye için en büyük zararlarından birisi Mücadele Birliğinin gençlik hareketini durdurmaları, tırpanlamaları olmuştur. Tabi ülke için de kötü bir şey oldu. Bugün yeniden bu hareket nasıl bir katkı sağlayabilir diye hala düşünüyoruz.
Ayizi: İlk siyasi deneyiminiz olan Adalet Partisi’ne girişiniz ve yaşadıklarınız hakkında bilgi verebilir misiniz?
H.Başer: 1976 yılında Yozgat’a avukat olarak dönmüştüm. Yanında staj yaptığım avukat arkadaş Adalet Partisi il başkanı olmuştu. Yeniden Milli Mücadele ile Adalet Partisi arasında bir yakınlaşma ve ittifak oluşturma gayreti de vardı. Ve bunun neticesinde 1976 yılında Adalet Partisi Yozgat Merkez İlçe Başkanı olduk. Daha sonra Refah Partisinden Ak Parti’de 3 dönem milletvekilliği yapan Mehmet Çiçek’i 1977 seçimlerinde aday yaptık. Çok güzel bir çalışma yaptık. Gençtik, 30 yaşındaydık o zaman. 2 milletvekili çıkardık o çalışmalarla fakat adayımız olan Mehmet Bey seçilemedi. O dönem bizim Mehmet Bey için yapılan seçim çalışma yorumlarında; “Adama kapıyı kapatıyorsun, Camdan giriyor, camı kapatıyorsun Bacadan giriyor bu adamlar” diyerek bize olumlu geri dönüşlerde bulunuyorlardı.
İlk siyasete girişim bu şekilde oldu. 1978 yılında Adalet Partisi’nin büyük kongresi oldu. Temel meseleler komisyonuna taşradan 5 kişi seçmişlerdi biri bendim. 10 da parlamenter vardı.O komisyonda özellikle Türkiye’nin temel meseleleri hakkında verimli tartışmalar yaşandı.
1977’den itibaren Adalet Partisi’ni dik bir duruşla milli politikalar adına eleştirdik. Bizi 1979 yılında İhtilal öncesi partiden ihraç etmeye kalktılar. Biz de kendimiz istifa ettik. Böyle bir hikâyemiz vardır.
Kan uyuşmazlığı yaşandı yani. Çünkü liberal kapitalist, milli ve manevi değerleri aksesuar gibi gören, bir partiydi Adalet Partisi. İlham Aytekin diye Balıkesir milletvekili vardı. O dönem hacca gidip gelmiş, hacca gitmek biraz zor iş, maddi açıdan değil gönülden, zihniyet olarak zor bir dönemdi. Ama ona rağmen giden bir arkadaştı, bize geldi mücadeleyi beraber verelim dedi. Biz iki üç arkadaşı topladık. 4 saat kadar süren bir toplantı yaptık. Partiyi siz mi yönetiyorsunuz deyince? Partinin MKYK üyesiyisiz ama partiyi 4 kişi yönetiyor dedi. Demirel’le beraber 3 kişi, Demirel’e patron diyorlardı. O zaman bizi neden çağırıyorsunuz dedik ve orada bitirdik.
Ayizi: Islahatçı Demokrasi Partisi’ndeki görev ve çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Islahatçı Demokrasi Partisi, Yeniden Milli Mücadele’nin 80 ihtilali sonrasında kurulmuş siyasi kurumudur. Biz, partinin kuruluşu ile beraber görev aldık. 1987 yılına kadar il başkanlığı yaptım. Yozgat’taki teşkilatlanmasını tamamladım. Toplam 32 bin üyesi vardı Parti’nin bunun 5500’ü Yozgat’taydı. Yani öyle geniş bir çalışma yapmıştık; öyle güzel bir ekibimiz vardı. Aday da olduğum 1987 seçimlerinde bu çalışma sayesinde Yozgat Türkiye’de en çok oy aldığımız illerden oldu. 1988 yılında Yozgat Baro Başkanı oldum. Daha sonra Ankara’ya geldik ve çalışmalarımıza burada devam ettik. Ankara’da Genel Başkan Yardımcılığı görevi verildi; Teşkilatlanma ve Mali konulara baktım. Bu süreçte bir iki sefer milletvekilliği ve belediye başkanlığı adaylıklarım oldu.
Ayizi: Bu kapsamda “İttifak ve Ayrışma” süreçlerinden bahseder misiniz?
1991 yılına gelindiğinde, sürekli Meclis dışında kalan Refah Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisi ittifakı aralarında görüşmüş ama anlaşamamışlar. Sonra MHP Genel Sekreteri beni aradı. “Biz anlaşamadık birlikte olabilir miyiz” diyerek teklif sundu. Genel Başkanımızın da bilgisi dahilinde görüşmelerimizle bir komisyon oluşturduk. Süreç olgunlaşınca da Genel Başkan Aykut Bey’i davet ettik, Türkeş ile yaklaşık 4-5 sefer görüşüldü. Oğuzhan Asiltürk ile oturduk konuştuk. En son ittifakın oluşması neticelenmesi konusunda belirli hisseler oluştu.
Diğer illerden gelen arkadaşlarla bizim evde toplanıldı. Gece saat 4’te Melih (Gökçek) Bey aradı, Hasan Hüseyin Ceylan’la o gece konuştuk. Neticede ittifak o şekilde tamam dediler. Siyaset bizim cenahta, bir toplumun problemlerini tespit, hak hukuk aramanın ilmi ve sanatı olarak görülür. Biz sözümüzde durduk, ama onlar söylediklerini yerine getirmediler, mesela ben Yozgat 3. Sırada olacaktım ama göstermediler. Süreç tıkanma noktasına geldi. Bu iş bitsin artık, bir kaç arkadaşı koyalım dedik. Zaten seçimden sonra üç arkadaş geldi bizden, Sayın Türkeş’i bir iki sefer daha ziyaret ettik, ben de halen belgesi durur. Sürecin devam etmesi için imzalattığımız belge hususunda, nasip olurda hatıralarda yazarsak bunları detaylı bir şekilde kaleme alacağım. İttifakın fayda sağlayanı MHP ile Refah Partisi oldu. Süreç bizim hareketimizin de sıkıntı yaşamasına vesile oldu.
Ayizi: Yozgat Baro Başkanı olduğunuz dönemde önemsediğiniz, bizimle paylaşmak istediğiniz anılarınız nelerdir?
H.Başer: Ankara’ya gelmeden, 1988-90 yıllarında baro başkanlığı yaptım. O dönemle alakalı bir iki hatıramı sizlerle paylaşayım. Birisi, Türkiye’de başörtülülere ruhsat verilmiyordu. Başörtülülere ruhsat veren ilk baroyuz. Bununla ilgili Barolar Birliği’nin Giresun’da Kıyafet yönetmeliğiyle ilgili toplantısı oldu. Mahmut Özbay vardır arkadaşımız, vakfımızın mütevelli üyesidir. O dönemde Samsun’da avukattı. Giresun’a beraber gittik. Önder Sav’ın başkan olduğu toplantıdır. Divan Başkanı bize söz vermedi. Biz bağırdık, çağırdık ama sonra ben ruhsat vereceğim dedim ve verdim. Epeyce Anadolu’dan gelen, nereden gelirse gelsin evimizde misafir ettik ama başörtülülere ruhsatı verdik. İkametgâh bulduk, hâkimlerle görüştük. Yönetimle görüştük ama ruhsatı verdik.
İkinci anı ise Barolar Birliği’nde, Balıkesir Barosunun “yargı reformu” diye reform toplantısı oldu üç gün devam etti. Toplantı Ticaret Odası’nın salonundaydı. Çoğu soldan gelen insanlardı yani sağdan zaten pek birileri olmazdı, o zaman barolar birliğinde genelde sol hâkimdi yani Barolar Birliği başkanlar toplantısı olduğunda Ramazan ayında olduğunda ya iki ya üç kişi oruç tutardı. O zamanlar öyle bir yapıydı. Orada ben de, “Toplumda Hukuk” adında bir bildiri tebliğinde bulunmak istedim. Herkese de on beş dakika veriliyordu. Yargıtay Başkanı Ahmet Coşar vardı orada o zaman oturum başkanımız, o gün Doğu Perinçek de benden iki üç kişi önce konuşma yaptı ama katı bir laiklik yaklaşımıyla konuşmasını yaptı. Tabi ben tebliği bıraktım, ona cevap verdim. Biraz da dikenli bir alan sonuçta tartışılan alan. Tanıyabildiğim, bu olaylara tepki verebilecek orada sadece iki kişi var.
Biz daha çok eğitim, hukuk, ahlak eğitimi, hukuk eğitimi filan bir şeyle cevap vermeye çalıştım. Doğrusu konuşmam on dakika falan sürmüş, on beş dakika zaman hakkım vardı. Başkan zamanın kalmadı deyince Kayseri Barosu Başkanı benden sonra konuşacaktı, kalktı ve “Ben konuşmuyorum konuşma sözümü Başer’e veriyorum” deyince herkes ayağa kalktı ve bu hareketten dolayı alkışladı. Doğu Perinçek ile böyle bir atışmamız olmuştu.
Daha sonra Yozgat’a Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği 10.000-15.000 kişilik mülteci bölgesi yapmak istiyorlardı. Biz, bu durumun birtakım sakıncalarını gördük. Bazı dostlarımız rahatsız oldu o zaman ama biz tavır koyduk. Baro Başkanının baronun organizesinde Ankara’ya yirmi bin mektup gönderdik, şehirlerarası karayolunu yarım saat sembolik kapattık filan, o tip hatıralarımız, birtakım toplumsal tepkilerimiz oldu.
Ayizi: Bu süreçten süre gelen zaman diliminde çeşitli sivil toplum kuruluşlarında üyelik ve başkanlıklarınız var. Bu dönem ki çalışmalarınız ile ilgili bilgi verebilir misiniz?
H.Başer: Baştan itibaren dedik ya üniversite yıllarımızdan itibaren teşkilatlı hareket etmeyi öğrenmiş olduk. Daha çok STK üzerinden siyasi yönümüzden çok, STK üzerinden kültür sanat faaliyetleri üzerinde durduk. Sanat derneğini kurduk mesela Yozgat’ta. İstanbul sancağına üye olduk. Yozgat’ta Kızılay Derneği gibi birtakım çalışmalarımız oldu.
Ben 6-7 yıl Hukukçular Birliği Vakfı başkanlığı yaptım. Vakıf üyeliğim var. Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği diye 28 Şubat döneminde bir dernek kurduk. Yazarlar Birliği’nde üyeliğim vardır. Benzer birtakım çalışmalar da mesela, Araştırma Kültür Vakfı’nın Danışma Kurulu üyesiyimdir. Yani sivil toplum kuruluşlarıyla iç içeyiz hep.
Ayizi: Sizin ticari çalışmalarınız da olduğu biliniyor. Yer aldığınız ticari oluşumlardan bahsedebilir misiniz?
H.Başer: Ticarete mesleğimin 4.yılında başladım. Aslında ilk ticari faaliyetim avukatlık stajı yaparken sorunlara çözüm üretmek amacıyla ortaya çıktı. Birisi köyümdeki tuğla ocaklarının meselesiydi. Otuzun üzerinde tuğla üretimi yapan küçük ocak vardı. Ocakların olduğu yerde bizim tarlalarımız var. Bostan için gider gelirken onların sıkıntılarını görürdüm. Sıkıntılarını aşmak için bir yol önerdim; staj başladığı zaman otuz üç ocaktı herhalde, onları bir araya getirdim. Köyümüzün adıyla “Çolaklı Tuğlacılar Birliği”ni kurduk. Orada üç dört tane temel sorun vardı; kömür temin etmek, satış konusu, işçi alışverişi bir de kalıp olayı. Üretici hemşehrilerimin tüm bu sorunlarını bu yolla çözdük. Birincisi budur.
İkincisi de yine köyümüze yatırım amaçlı Köy Kooperatifler Birliği olarak tekstil yatırım teşviki vardı. Oraya epeyce bir yatırım yapıldı. Ziya Genç diye bir vatandaş ölünce illa sen başkan olacaksın dediler. Biz onu entegre et sanayiine dönüştürdük. Fakat tabii o dönemki siyasetçiler bizim o konuda biraz parlamaya başladığımızı görünce engel oldular. Özeti bu, o da epey geniş bir olay. Hayrullah Başer’in işi olmasın dediklerinde ben o zaman Adalet Partisinde Merkez İlçe Başkanıydım. Hem Adalet Partisinin hem de CHP’nin milletvekilleri bizim işimize engel oldular.
Ayizi: Ne gibi engeller çıkarıldı karşınıza?
H.Başer: Siyaseten. Mesela teşvik aldık devletten, bir kısım parayı aktardık ve devam edecek diye biz ihaleye hazırlanırken bizim paralara el koydurdular. Onun içindir ki devlet yönetimine güvenim sarsıldı. Nitekim 80 ihtilalinden sonra Cumhurbaşkanı Evren gelmişti, beni buldurup. “Bunu yapalım” falan dediğinde “Yeni bir Hayrullah Başer bulmanız lazım Sayın Cumhurbaşkanım, çünkü benim devlete güvenim bitti. Devlette bu anlayışla bir şey olmayacağı kanaatindeyim, siz de burada baki değilsiniz” demiştim. Biri odur, diğeri de Yozgat’ta bizim inşaat malzemesinde, toptan gıda da sonra dershanecilik gibi tuğla fabrikası gibi birçok arkadaşlarımızla birlikte koordine ettiğimiz iş lerimiz oldu. Hatta şuan, Kanal 7’yi biz kurduk Bayrak TV diye. Yozgat’ta epeyce yayın yaptıktan sonra Yimpaş’a sattık tuğla fabrikası ile birlikte. Mobilya fabrikası kurduk. Yozgat’ta bunları organize ettik, arkadaşlarımızla yaptık. Güzel şeyler yaptık yani. Ama daha sonra 1987 seçimlerinden sonra diğer illerdeki arkadaşlarımızın seçimlere katılmak için, memur olan arkadaşlar istifa edip geri dönemeyince, ben aşağı yukarı 13-14 ilde arkadaşlarımızı ticari yönde koordine ettim ve şirketler kurduk. Birçoğunda yönetim kurulu başkanlığı yaptım 3-4 yıl, sonra da kısmen katıldım. Sonra işleri oturtunca da “benim paramı ne tutuyorsa gönderin” dedim gönderdiler. Çoğu halen devam ediyor. Amasya, Çorum, Kayseri, Niğde, Nevşehir, Kırşehir, Kırıkkale, Çankırı, Kastamonu, Zonguldak, İstanbul, Ankara gibi illerde şirketler kurduk, diğer illere de fikir vermeye çalıştık, danışmanlık yaptık. Onların da şu an aynı şekilde devam eden şirketleri vardır. Ticari girişimlerimiz daha çok böyle karşımıza çıkan sorunları çözme amacıyla doğdu ve gelişti. Sonra Ankara’ya taşındıktan bir süre sonra burada bulunan arkadaşlarla Safir Organizasyon adıyla bir oluşuma girdik. Şu anda devam eden Esta diye aile şirketi’ni ondan sonra oluşturduk. Böyle. Yozgat’ta mobilya fabrikamız vardı onu sattık. Mağaza devam ediyor yeğenimle beraber. Ticaretin hep içinde olduk burada da devam ettiriyoruz.
AYÇ (Akademik Yeni Çizgi) Eğitim Model ve Okullaşma Modeli oluşturmak amacıyla arkadaşlarla YEDİVEREN şirketini kurduk.
Ayizi: Peki, bu ticari süreç içerisindeki hassasiyetleriniz, ilkeleriniz nelerdi?
H.Başer: İlkelerimizin birincisi problemleri çözmek, işleri kurtarmaktı, ikincisi arkadaşlarla beraber iş yapmaktı, böylece kendilerinin siyaset yapmalarını veya teşkilat çalışmalarına katkı sunmalarını temin etmekti. Birçoğu da öyledir.
Bugün aile girişimleri dışında, bir tek yeğenimle olan Yozgat’taki iş kaldı. Tamamından ayrıldım Ayrılırken temel ilkem şu oldu. Ayrılırken almam gereken payın hesabını hiçbirinde kendim yapmadım. Arkadaşlar yaptılar, ben onlara uydum. Öyle az verdin, çok verdin, nasıl ödeyeceksin derdim olmadı. Tespit de tercih de onlara ait oldu. İkinci genel durum ise şudur: Ben kazanmışsam arkadaşlarım da kazanmıştır. Arkadaşlarım zarar etmişse ben de mutlaka zarar etmişimdir. Ama eğer ben zarar etmişsem arkadaşlarım mutlaka zarar etmiş değildir. Etmemiş olabilir yani. Onlar etmişse zarar ben de etmişimdir ilkesi içerisinde ticari faaliyetlerimiz oldu.
Yaptığım arkadaşlara, çocuklarımıza iş edindirme amacına yönelik çalışmalardır. Yoksa ben avukat olarak bunların hepsini avukatlıktan kazandığım imkânlarımla yapmaya çalıştım zaten. Babadan anadan kalan büyük şeyler yok. Allah razı olsun bizi okutmuş olmaları, yetiştirmiş olmaları en büyük kazançtır.
Ayizi: Mücadele birliği hayatınızda birçok tecrübeleriniz oldu, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat gibi. Biraz bu süreçlerden bahseder misiniz?
H.Başer: Kısa kısa ifade edeyim. 12 Mart’ta ben yedek subay olarak askerdim. Polatlı’da. Askeri Hâkimliğe müracaat ettim. 7 kişi alıyorlardı 4. olarak kazandım. Ama cami cemaati sağcı bir teşkilatın üyesi olmak gerekçesiyle atamamı yapmadılar. 12 Martla ilgili böyle bir anımız vardır.
12 Eylül’de Çekerek’ten geldiğimde elimdeki parayı yatırdığım 65 kişilik bir pansiyonumuz vardı. Arkadaşlar gelince orada konaklardı. Tabi her türlü milli etkinliği yapıyorduk. Bizim oraya da arama kararı çıkartmışlar. Erken haber verdiler, biz orayı boşalttık. Para pul, hesap etmeden. 12 Eylül döneminde özellikle cezaevine giren birçok insanların avukatlığını yaptık.
28 Şubat döneminde ben Ankara’daydım. Hukukçular Birliği Vakfı Başkanıydım. Özellikle başörtüsü üzerinden fazlaca gidildiği için başörtülülerin üniversitelerde Doğan Atay, Ali Ay, Şahin Kostik gibi arkadaşlara nöbet tuttuk. İdari davalarına baktık, dava açtık. Hatta başörtüsü ile ilgili 2 tane kitapçık hazırladık. “İç hukuk açısından başörtüsü”, “Uluslararası hukuk açısından başörtüsü” diye Milli Güvenlik Kuruluna da verdik onu. Onlardan da tebrik aldık. Yani 28 şubat’ta da yaptığımız şeylerden birisi bu olmuştur.
Ayizi: Son dönemdeki hayri çalışmalarınızdan ve Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı’ndaki faaliyetlerinizden bahsedebilir misiniz?
H.Başer: Bizim için bunların hepsi hayri çalışmadır. Ben Gölbaşı’nda oturuyorum, bulunduğumuz bölgeye gittiğimizde arkadaş gruplarımız da var. Bu bölgede ezan, mescit yoktu. Bir mescit yapalım dedik, Allah nasip etti önce külliye yaptık. Sonra o derneği zaten geniş amaçlı tuttuğumuz için Gazi Üniversitesi’nin Gölbaşı kampüsünde Selçuklu modeli bir cami yaptırdık Dernek olarak. Sonra poliklinik yaptık, hastaneyi yetmiş yataklıdan yüz yetmiş yataklı hale getirdik. Bütün yataklarını, bütün aletlerini yeniden değiştirdik. Hatta ilçe tarım müdürlüğünü bile bizim dernek üzerinden yaptık. Ankara Üniversitesine bir mescit döşedik, İmam Hatib’e destek olduk.
Anadolu Vakfı ise1990 yılında oldukça zor şartlarda kuruldu. Önce yurdu açtık, yurdun malzemesiyle vakıf yaptık. Birçok arkadaşın emeği var. O dönem hâkimden tasvip onay alacağız, hâkim vermiyor. Bizim Yozgat’ta beraber çalıştığımız arkadaş en sonunda dedi ki, “Vakıflar Müdürlüğünden yazı getir, ben kararı vereceğim.” Adalet Partisi döneminden tanıdığım Kastamonu Milletvekili Başmüşavirmiş; görünce beni ne arıyorsun diye sordu. Ben de böyle böyle diye anlattım. “Otur, bir çay içelim” dedi; Allah’a yaptıracaksın işini! Öylece aldık getirdik, vakfın kuruluşunu böyle tesis ettik. Aslında arkadaşlar bir hayli sıkıntı çekiyordu. O zaman Yozgat’taydım ben, haftanın iki üç günü yurda gelir, orda yatardık.
Özellikle 11 yıllık süreçte yaptığımız bir tespit var. Zamanımın bana göre belki burada az kalıyorum ama ben tamamı, zamanımın yüzde doksanı vakıf çalışmalarına yönelik, işte değişik akademisyen arkadaş ziyareti, yargıdaki birtakım şeyler faaliyetleri organize ediyorduk. Diğer STK’larla, diğer bizim geçmişteki yine hep beraber olduğumuz, şuan emekli olan bürokrat siyasetçi akademisyen arkadaşlarla buluşma, onlarla çalışmalar yapma işte mütevellinin yarısını yeniledik o arkadaşları kazandırdık. Mütevelli açısından bakacak olursak, birileri parası var ama birilerinin de temsili var anlatabiliyor muyum? Olaya geniş ufukla bakmamız lazım. Dışarı açılmamız lazım yüzlerimiz güzel Allah razı olsun. Bunları yapacağız, bu da Türkiye’nin, İslam dünyasının, insanlığının kurtuluşu yeni bir medeniyet inşasından geçiyor. Bütün sorunlarımızın çözümünü medeniyet davası temelinde ele alarak aramamız lazım. Bugünkü çizdiğiniz sıkıntıları da yeni bir inşaya, medeniyet inşasının ortasına oturtmazsak başkası özellikle küresel güçler ülkemizin toplumumuzun üzerinden proje üretiyor ve uyguluyorlar. Altmış beşli yıllardan gelişe bakın. Devlet bizim toplum bizim. Ama onların öncüleri değerleri, seçimle ilgili diyorum ki CHP’ye, siz o yüzde yirmilik bir tabanınız var katı laik, bu laik kesimi toplumun değerleriyle, milli ve insani manevi değerleriyle barıştırmadıkça bir de diğerlerini lokal olarak kazanabilirsiniz ama Türkiye partisi olamazsınız. Önce bu meseleyi sizin çözmeniz lazım veya iktidar edenlere de diyorum ki siz iktidar olabilirsiniz ama böyle dün topyekûn çabalayarak size iktidar etmeye çalışan insanlar bugün bir başkasını görmeyip daha beterinden korktukları için gelip sana oy veriyor. Senin önce nerede yanlış yapıyorum diye sorgulaman lazım. Dini hayat, eğitim hayat, kültür hayatı gibi şeylerde kendini bir test edip, hukuk zenginliğinde adalet zenginliğinde birlik zenginliğinde nasıl teşhis edeceksin yani bugünkü iktidarların veya siyasi kurumların görevi birliği nasıl tazeleyeceğiz kardeşliği barışı nasıl sağlayacağız? Sosyal projeler üretmeli ahlaki projeler üretmeli yani gelişmenin manevi zemini bu. O bakımdan biz böyle bir çalışma Allah’a çok şükür ilkesel bazda devam ettirmeye çalışıyoruz.
Ayizi: Nedir bu ilkeler?
H. Başer: Ne diyoruz, bizim fikri manevi temelimiz medeniyet inşası hareketinde inanç, ibadet ve ahlaki değerler vahiy ve Risalet’in değerleri ölçeğine tabidir. Milli, kültürel değerler, tarihi değerler dediğimiz değerler saygı duyarız ama süzgeçten geçirdikten sonra onu sahipleniriz. Bu süzgece ayak değdiyse mutlaka yanlışlıkları vardır test edilecek elek bu elektir.
Bilim ve bilimsel düşünce bizim önemsediğimiz bu çalışmada önemsediğimiz bir konudur. Önemsediğimiz bir başka şey geçmiş gelenekleri aşarak inanç, ilke, hedef beraberliğimiz olan insanlarla beraber olabilmektir. Kimseyi ötekileştirmeden takiyye yapmadan, kimseyi kutsamadan. Sorgulayabilen, eleştirebilen, genel kültürü gelişen kardeşlik ve birlik dilini hürriyet dilini kullanabilecek bir nesil gelmeden bu dediklerimiz olmaz.
Bugünkü Türkiye’de geçmişten bugüne kazanılan değerler tek tek kayboldu, sekülerleşti ve uçtu. Yani millet diyordu, devlet diyordu, adalet diyordu, hak diyordu, helal haram diyordu filan diyordu. Suyu bile üfleyerek içen adamlar bugün hak, hukuk demiyor, ahlak demiyor, bürokratik ticari, siyasi birtakım hesaplar için bunların hepsini üflüyor geçiyor. İşte kaybolan değerleri hayat haline getirmek zorundayız. Yoksa milletin geleceği pek hayırlı değil. Bu bakımdan görevimiz önemli.
Ayizi: Ayizi dergisinin okurlarına, gençlere vereceğiniz mesajlar nelerdir?
H. Başer: Ayizi Dergisi, Vakfımızın Sanat Edebiyat Topluluğu’nun birikimlerini yansıttığı geliştirdiği bir dergidir. Dergiyi okurlarıyla, ticaret parayla, siyaset oyla ölçülüyor. Dergiler okunmakla, sahip çıkılmakla, yayılmakla ölçülür. Bu, böyle tarihi bir sürece talip olan bir dergi. Bu bakımdan arkadaşlarımız o manada hem okumalı hem okutmalı hem de yaymaya gayret etmeli. Bu çalışmalarımızda en önemli görev yüklenen, kitlelere mesajları iletecek olan bir vasıtadır, buna okurlar sahip çıkmalı. Diyeceğim bu.
Gençler de önce kendileri okumalı ve kendi arkadaşlarıyla oturup birlikte okumalı, onlara okutmanın yolunu aramalı. Yani bu işe sadece okurlar gibi yayma değil, kendileri orada bir şeyler katmaya çalışmalı. Yani bir yazı yazmalı, bir çizgi çizmeli, bir müzik, bir sanat, bir resim yani Ayizi’nin alanı geniştir. Onun neresine yapılabilecekse katkı sunmaya talip olmalıdır. Ayizi’nin kadrosuna dâhil olmak, onun mensubu olmak mutlaka o gençlerin olgunlaşmasına, fikri olgunluğuna, kendi alanındaki olgunluğuna, meslek olgunluğuna, hayat olgunluğuna katkı sunacağını bilmelidir. Sadece dergiye katkı gibi düşünmemeli, önce kendine katkı olacağını düşünmeli diye düşünüyorum. Çünkü bu dergi sanat için değil, inanç için onu estetize etmek için bir vasıta olarak görenlerin dergisi diye düşünüyorum. O bakımdan gençlere de bu manada büyük görev düşüyor.
Sorumlulara vereceğimiz mesaj, bu derginin devam etmesi, gelişmesi için ellerinden ne geliyorlarsa yapmak, yerlerini başkalarına gerektiğinde bırakarak, madden ve manen gerektiğinde. Ben de bazen arkadaşlara söylüyorum “ben çıkarım gerekirse o dergiyi sokakta satarım bundan dolayı hiç gocunmam olmaz.” Bu gençlere diyorum ki benimle elini taşın altına koyun. Bu dediklerimizi fikri hayat haline getirirken benim ile taş taşır mısınız? Hamallık yapar mısınız? Paketini aşağıya inip kargoya verir misiniz? Ben veririm. Gençler emek verdikçe yetişir. İmla kurallarını bile öğrenmemişse öğrenecek burada. Biz böyle öğrendik. Onun için Ayizi böyle bir vasıtadır. Sorumluluk sahibi bir ağabeyiniz, amcanız olarak da bu işi inşallah beraber yapacağız diyelim gençlere.
Ayizi: Bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz Hayrullah Bey.
H. Başer: Ben teşekkür ederim. Ayizi Dergisine emeği geçenleri kutlar, tekrar başarılar dilerim.