Hz Osman döneminin 6. yılından sonra günümüze kadar devam eden süreçte din siyaset ilişkisi hep dinin aleyhinde olmuştur. Hazreti Osman döneminde başlayan akraba devlet ilişkileri siyasetimizi maalesef olumsuz yönde etkilemiştir. Bu dönemde başlayan yanlış uygulamalar medeniyetimizin tıkanmasına neden olmuştur. Bundan daha önemlisi siyasetin gölgesinde yapılan içtihat ve yorumlar; Müslümanların temel istikametlerinin dinin ana kaynağı Kur'an'ın yörüngesinden çıkmasına ve ciddi anlamda istikamet sapmasına yol açmıştır. İktidar çatışmalarının din ekseninde meydana getirdiği kutuplaşmalar dinle cilalanarak Müslümanlar aldatılmaya çalışıldı. Hz Ali ile Muaviye taraftarları arasında cereyan eden iktidar çatışmalarında Kur'an sayfalarının mızrakların ucuna takılması dinin siyasete alet edilmesinin ve istismar edilmesinin başlangıcı olarak kabul edilir.
Muaviye'den itibaren devlet yönetiminin babadan oğula intikal ederek sürdürülmesi bizim milli tarimizi de fevkalade olumsuz etkileyerek Cumhuriyet'in kuruluşuna kadar bu yanlış uygulama varlığını sürdürerek gelmiştir. Bu yanlış uygulama dört halife dönemindeki uygulamalara ters düştüğü gibi günümüzde uygulanan demokratik anlayışa da ters düşmektedir. Bu kötü gidişat bizleri o kadar olumsuz etkiledi ki demokrasiye geçildikten sonra bile varlığını sürdürmüştür. Eski siyasetçilerin çocuklarının, damatlarının, kardeşlerinin, hanımlarının Türk siyasetinde varlık göstermesi bu konuda yapılan izahatı doğrulamaktadır.
Hz. Peygamber döneminden sonra siyaset Muhammed'i çizgiyi terk ederek tamamen egemenlik dürtüsünün etkisi altına girdi ve bir kıyma makinesine dönüştü. O dönemlerde yaşanan Sıffın ve Cemel savaşları bunun kanıtıdır. Bilindiği gibi Sıffın Savaşı'nda 70.000, Cemel Savaşı'nda 10.000 Müslümanın kanı döküldü. Bu savaşlar din savaşı değildi. Çünkü Müslümanlar, Müslümanların kanını döküyordu. Kur'an'ın ifadesine göre müminler ancak kardeşti. Kur'an bir insanın öldürülmesinin cezasını ebedi cehennemlik olarak gösteriyordu. O halde bu düşünceden hareketle bu savaşlara ancak iktidar savaşı diyebiliriz.
Bizim milli tarihimizde buna benzer olaylar da yaşandı. Kardeş katline cevaz veren fermanın kabul edilmesi yaşanan iktidar savaşının ne kadar tehlikeli olduğunu açıkça gösteriyor. Padişahlar kendi çocuklarının katledilmesine bile seyirci kalabiliyordu. Çok iyi yetíşmiş bir devlet adamı olan Şehzade Mustafa, çadırın arkasından "Baba beni öldürüyorlar." diye bağırıyor, ama ne yazık ki padişah ses çıkarmıyarak kendi çocuğunun öldürülmesine göz yumuyordu. Bu insanlık dışı ve dine ters düşen duruma seyirci kalıyordu. Böyle bir uygulamanın ne dinle ne insanlıkla alakası vardır. Buna ancak gücün ve iktidarın yöneticileri zehirlemesi diyebiliriz.
Özellikle Muaviye döneminden itibaren yapılan birçok íçtihat, siyasetin gölgesinde yapıldı. Burada amaç devlet adamlarının yaptıkları yanlışlara meşruiyet kazandırmaktı. İmamı Azam'ın hapse atılması ve burada zehirlenerek öldürülmesi yapılan izahın doğru olduğunu gösterir. Buna başka isimler de eklenebilir. Birtakım içtihatların Kur'an'a ters düşmesinin temel sebebi budur. Buhari bile İmami Azamı zındıklıkla suçlayacak kadar ileri gitmişti.
Ehlibeyt tarafı imamet meselesini itikat prensibi haline getirerek tamamen siyaseti Muhammed'i çizginin dışına çıkardı. Çünkü Hz. Peygamber kendisinden sonra yerine hiç kimseyi bırakmadı. Eğer Hazreti Peygamberin bu doğrultuda bir telkini olsaydı o zaman Hz. Ali'nin oğlu Hazreti Hasan, Muaviye'nin imametine razı olmaz ve buna şiddetle karşı çıkardı. Ehli Sünnet tarafı İslam inancının temel esaslarını ihtiva eden Ömer Nesefi'nin Akaid kitabına hilafet ve imamet meselesini koyarak iddialarını dinle cilaladılar. Halbuki hilafet ve imamet siyasetten ibaret olan bir konudur. Ítikat esaslarını ihtiva eden Akaid kitabına siyasetten ibaret olan hilafet ve imametin konulması burada çizginin Muhammed'i siyasetin dışına çıkarıldığını gösterir.
Egemenlik dürtüsü fevkalâde tehlike taşıyan bir dürtüdür. Yukarıda ifade edildiği üzere güç insanı zehirler. En büyük güç, devlettir. Tarihte bundan dolayı çok güçlü iktidar savaşları yaşandı. Ínsanların en fazla değer verdikleri kavram din kavramıdır. Dolayısıyla insanları yanlarına çekmenin en kestirme yolu olarak dini gördüler. Íktidar çatışmalarında taraf olanlar iddialarını dinle cilalayarak insanları aldatma yolunu seçtiler. Birileri Ehlibeyt, diğerleri de Ehli Sünnet dedi. Her iki taraf da merkeze Hz. Peygamberi koyarak iddialarını dinle cilaladılar. Halbuki ne Ehli Sünnet, ne de Ehlibeyt diye bir din vardır. Bunlar iktidar çatışmasının maskeleri idi.
Ne yazık ki günümüzde Hz. peygamberi dillerinden düşürmeyen siyasetçiler onun hırkası ile gelip hırkası ile gittiğini unuttular. Bir Müslümanın uygulayacağı siyasetin temel esasları; Kur'an'da ve Hazreti Peygamberin pratik uygulamalarında mevcuttur. Bunlar da bir elin parmaklarını geçmez.
1- Adalet.
2- Emaneti ehline vermek.
3- Íşlerini yaparken istişare ile yapmak.
4- Biat, yani yönetimin meşruiyetini tayin eden halk iradesine başvurmak.
5- Toplum için zararlı ve faydalı olan işleri ihtiva eden Maslahat.
Şimdi Allah için soralım: Türkiye'de Adalet uygulanıyor mu? Bu soruya sağlıklı cevap verebilmek için adaletin ne olduğunu bilmek gerekir. Adalet; herkese hakkını veren sürekli iradedir. Allah için konuşmak gerekirse Türkiye'de adaletin uygulandığını söylemek, bir gerçeği inkar etmektir. Güç zehirleyici etkisini gösteriyor. Íktidar gücünü elinde bulunduran siyasal irade maalesef ülke yönetiminde adaleti uygulamıyor. Her tarafta tam bir keyfilik hakimdir.
Türkiye'de emanet ehline veriliyor mu? Buna evet demek kesinlikle mümkün değildir. Partizanlık almış başını gidiyor. Devlet kadrolarında ve bürokraside iş bulmanın temel ölçüsü partili olmaktır. Hatta parti içerisinde bile taraf tutulmaktadır. Hangi grup parti içerisinde etkili ise onun taraftarları iş bulabilmektedir. Halbuki Hz. Peygamber, "Emaneti ehline veriniz, eğer emaneti ehline vermezseniz Kıyameti bekleyiniz." buyurmuştu. Burada kastedilen Kıyamet; toplumdaki sosyal çöküntüye işaret etmektedir.
Kur'an, işlerin istişare ile yapılarak ortak akla başvurulmasını emreder. Bilim de ortak aklı tavsiye eder. Çünkü tek akıl insanı yanlış yapmaya sürükler. Fakat ne hikmetse siyasetçiler istişare yerine buyurganlığa başvururlar. Bu durum, ne yazık k problemlerin daha da ağırlaşmasına ve içinden çıkılmaz hale gelmesine yol açıyor.
Biat, yönetimin meşruiyetini tayın eden önemli bir kavramdır. Yönetimin başına geçmesi tavsiye edilen kişinin toplum tarafından onaylanması gerekir. Toplumun onaylamadığı yönetimler meşru kabul edilmez. Günümüzdeki ifadesi ile buna seçim denir. Ama ne yazık ki günümüzdeki seçimler hep hilelidir. Hazine yardımları, baraj oyunları ve medya üzerinde egemen güçlerin desteğiyle kurulan hakimiyetle toplum istenilen yöne sürüklenebilmektedir. İşte bu durum, yönetimin meşruiyetini sabote etmektedir.
Maslahat, toplum için zararlı olan işleri yasaklamak, faydalı olan işleri yapmaktır. Günümüzde faydalı işlerin yapılmadığını söylemek bir gerçeği inkar etmektir. Yapılan yollar, köprüler, tüneller, hastaneler, hava alanları, demir yolları, savunma sanayii alanında göz kamaştırıcı gelişmeler çok iyi işlerin yapıldığını gösterir. Fakat toplum için zararlı olan işlere gelince zina, kumar, içki, faiz almış başını gidiyor. Karşılıklı rıza olduktan sonra zina serbestir. Adamların nikahlı karıları başkalarına kaçabiliyor ve hiç kimse ceza almıyor.
İşte bütün bunlar gösteriyor ki siyaset temel istikametini kaybederek dinin yörüngesinden çıkmıştır. Muhammedi siyaset, günümüzün en büyük ihtiyacı.