Coronavirüsü için bugün evdeyim. Yazmak isteyip de başaramadığım köşe yazısı için bu, büyük bir fırsat...
Bir hafta önce Hac suresini okumaya başlamıştım. Surenin mealinde on birinci ayete gelince müthiş irkildim, sarsıldım. Durdum, düşündüm, sanki bu uyarıyla ilk defa karşılaşıyordum, tekrar tekrar okudum. Evet, sanki ilk defa…
Ayet şöyleydi: “İnsanlardan kimisi Allah’a bir tereddütle ibadet eder. Eğer ona bir hayır gelirse, onunla sevinip mutlu olur. Yok, eğer bir belâ, imtihan gelirse, yüz üstü dönüp gider. Onun dünyası da, ahireti de perişan olmuştur. İşte bu apaçık bir kayıptır.”
Nasıl yani? Bazı insanlar, Allah’a ibadet edecek, ancak bunu hep tereddüt içinde yapacak öyle mi? Tereddüt içinde ibadet sözü üzerine yoğunlaştım. Bu, herhalde istemeye istemeye, ucundan kıyısında, yalan yanlış; lâf olsun kabilinden, gönülden değil sureten, başkaları kendisini ibadetle meşgul sansınlar diye…
Kalktım, evdeki diğer mealleri karıştırdım, tefsirlere baktım. Hayret, daha önce bu ayeti okumuş bazı meallerde satırların altını bile çizmiş; hatta Mevdudi’nin Tefhimu’l Kur’an tefsirinde o bölümün satırlarını çizmekle kalmamış sayfa yanına ayrı ayrı iki yıldız koymuşum. Bir solukta tekrar okudum.
Elbette her ayetin muhatabı, onu okuyan kişidir. Bu sabah o kişi de bendim. İçimden bir ses soruyor: “Acaba, bu tespit ve uyarının neresindesin sen?” Soru mıh gibi… “Evet, ben bu ayetin neresindeyim, neresinde?” Yaslandım geriye, kapadım gözlerimi. Öylece geçti dakikalar...
Sonra döndüm tefsire. Siz okurlarımla bu bölümü paylaşma düşüncesiyle suresinin ilk iki sayfasını tamamladım. Allah rahmet etsin Üstat Mevdudi bu ayeti aynen şöyle yorumlamış:
“Bu tip insanlar -yani Allah’a tereddütle ibadet edenler- zamana göre hareket eden ve kazanan tarafa geçmek için iman ile küfür arasındaki sınırda duran kimselerdir.
Bu tür bir insan, zayıf bir karaktere sahip olduğu ve İslam’la küfür arasında kararsızlıkla gidip geldiği için ‘nefs’inin bir kölesi olur. İslam’ı kişisel çıkarları için seçer. Bütün istekleri yerine gelir, kolay ve rahat bir hayat sürerse İslam’a bağlı kalır; Allah’tan razı olur ve imanında ‘sebat’ eder. Tam tersine, eğer ‘iman’ı ondan bazı fedakârlıklar ister veya bazı sıkıntılarla karşılaşır; Allah yolunda zorluk ve kayıplara katlanması gerekir yahut da istediklerine sahip olamazsa Allah’ın ilahlığı, Rasul’ün elçiliği hakkında tereddüt etmeye başlar ve ‘iman’ın her şeyinden şüphe duyan bir kimse olur. İşte o zaman bir kazanç elde edeceği veya bir kayıptan korunmasını sağlayacak olan her şeyin önünde boyun eğmeye hazır hale gelir.
Bu kapalı bir şekilde ifade edilmiş büyük bir gerçektir. Kararsız insan aslında, hem bu dünyada hem de ahirette ziyandadır ve bir kâfirden bile kötü durumdadır. Kâfir kendisini sadece bu dünyanın faydalarını kazanmaya ayarlar, az veya çok bunda başarılı olur. Çünkü o kendisine Allah korkusu, ahirette hesaba çekilme ve İlahi kanunun koyduğu yasaklar gibi sınır ve engeller koymaz. Aynı şekilde gerçek mümin de sabır ve sebatla Allah yolunda ilerler ve bu dünyada da başarı kazanması mümkündür. Fakat dünya malının hepsini kaybetse de, o ahirette kurtuluşa ereceğinden emindir.
Buna karşılık ‘Kararsız Müslüman’ hem bu dünyada, hem de ahirette ziyan içindedir. Çünkü o, şüphe ve kararsızlık içindedir ve iki dünyadan birini seçememektedir. O, Allah’ın ve ahiret hayatının varlığına karar veremediği için, kâfirin rahatlığı gibi bir kararlılıkla sadece dünya hayatına yönelemez. Allah’ı ve ahiret hayatını düşündüğünde ise, dünyanın çekiciliği ve ilahi davete cevap verdiğinde hayatta karşılaşması muhtemel olan güçlükler ve uymak zorunda kalacağı sınırlamaların korkusu onun sadece ahiret hayatı için yaşamasına izin vermez. Allah’a ibadet ile dünyaya tapma arasındaki çatışma onu hem bu dünyada, hem de ahirette hüsrana uğrayanlardan kılar.”
İşte böyle! Bu nefis tefsir üzerine benim söyleyecek ne sözüm olabilir? Şimdi oturup hangi yorumda bulunayım? En iyisi susmak ve iç muhasebeye yol açmak. Selam ve dua ile…