Siz ne düşünürsünüz bilmem, bana göre dünyada en yoğun gündemi siyaset olan ve siyasetle meşgul olan milletlerden biriyiz. Hususi sohbetlerde konuşulan ilk konu futbol ya da siyaset… Yerel seçimlere az bir zaman kala biz de bu sohbete ister istemez dâhil oluyoruz.
Malumun ilamı olsun. Siyaset, toplumu daha mutlu, daha müreffeh, daha huzurlu kılma inancı, iddiası, isteği, hayali ve gayretidir. İstisnaları hariç, faydacı bir yaklaşımla, siyasetçinin amacına ulaşması için şartların gerektirdiği biçimde, karşısındakinin hoşuna gidecek tarzda davranarak işini yürütmesi olarak anlaşılıp hayata geçirilmesi bir başka yaklaşım. Bir yanda işin teoriği, diğer yanda pratiği… Bütün mesele, ortaya konan işleyiş ile uygulamaların istenen amacı yansıtabilmesindedir. Hiçbir uygulama, kendisini belirleyen hedef ve anlayışları tam olarak yansıtmaz veya yansıtamaz.
Elbette her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Ancak, farklı uygulamaların ortaya çıkardığı, siyasetin doğasından kaynaklanan rekabet ve muhalefet tavrı zamanla görüşler, düşünceler, anlayışlar arasında derin ayrışmalara yol açarak beklenmedik tartışmalara, didişmelere, kavgalara, bölünmelere sebep olabilir.
İsterseniz, biz bugün siyaseti ve siyasetin zihnimizde çağrıştırdığı anlamı üzerinde konuşalım. Siyaset, sosyolojik bir gerçekliktir ve bütün canlılarda olduğu gibi, topluluk halinde yaşayan insanlar hayatın bütün aşamalarında ya yöneten ya da yönetilen olarak bulunurlar. Yöneten ile yönetilenler arasındaki ilişkiler için mutlak değerlendirmeler yapmak, belirli sınırlar ve ölçüler koymak sanılandan daha zor ve karmaşıktır.
Herhangi bir iş için iki kişinin bir araya geldiği durumlarda birinin yönetici, diğerinin ise ona tabi olması gerekir. Hiçbir kurum, grup, hizip, örgüt, parti ya da toplulukta aynı yetki ve görev sahibi iki ya da ikiden fazla kişi olamaz. Olursa da kaçınılmaz yetki karmaşası yaşanır. Bakmayın siz, günümüzde uydurulan eş başkan ya da onursal başkan safsatalarına. Geçelim…
Yönetim anlayışı, yönetene de yönetilene de ciddi görevler ile birlikte ağır sorumluluklar yükler. Küçük bir tespit olsun: Bu görev ve sorumluluk, yöneten kişilere sonsuz yetkiler tanımadığı gibi; yönetilen kişilere de yöneticiye, kayıtsız şartsız itaat şartı önermez. Tecrübe ile sabittir ki, yönetmek yönetilmekten daha zordur. Yönetici, tevhid inancının ortaya koyduğu kuralları, ilkeleri, önerileri, öngörüleri; insanlığın değişik devirlerde ortaya koyduğu birikimleri, tecrübeleri esas alarak akılla, insafla, adaletle, merhametle ve üstün bir gayretle topluluğu yön veren yöntem gösteren insandır.
Siyasetin temelinde çok önemli bir ilke daha vardır ki, o da her alanda olduğu gibi, kamuyu ilgilendiren işlerin yürütülmesinde emanetin, makam ile yetkinin, ehline verilmesi ve ‘adalet’ ve ‘istişare’nin hayata geçirilmesidir. Emanet ve ehliyet, bir bütünün iki parçasıdır. Emanet, sahibi için ne kadar önemli ise, teslim alacak kişi için de o kadar önemli sayılmalıdır. Emanet, ancak güvenilir bir kişiye teslim edilir. Emanetin asıl sahibi, ihanet edebilecek kişiye emaneti teslim etmeyecek feraset ve şuura sahip olmalıdır.
Gelelim, adalet ve istişareye. Adaleti ayakta tutmak, aslında herkesin ama özellikle siyasetçinin asli görevidir. Daha bitmedi. Yöneticinin sosyal hayat içinde, hiçbir ayrım yapmadan adaletin tecellisi için çalışması; başka görüşleri, düşünceleri itibara alması, söylemlerinin, eylemlerinin halkın rızasını elde etmeye yönelik olması şarttır.
Adı ve şekli ne olursa olsun, adaleti ve istişareyi hafife alan bir yönetim tarzı insanlığı adalet, barış, huzur, gelişmeye taşıyamadığı gibi; kanın ve gözyaşının akmasına sebep olarak yokluklar, kıtlıklar içinde insanı yaşamaya mahkûm eder.
Siyaseti dünyevi bir çıkar değil; bir hizmet aracı olarak görenler için insana hizmet, bir ibadet mesabesindedir. Ne güzel söylenmiştir: “Halka hizmet Hakk’a hizmettir!” . Siyaseti, süfli gayelerinin, pespaye arzularının, hadsiz hudutsuz heveslerinin emrine amade kılanlar ve dahi nefsi, şahsi hesapları uğruna siyaset yapanlar hepten kaybetmişlerdir. Üstelik bu kayıp sadece maddi değil, manevi kayba da yol açar. Allah korusun, insanın dünyası harap, ahreti berbat olur.
Netice itibariyle inancımızın, ahlaki değerlerimizin ve elbette derin tarihi tecrübemizin ortaya koyduğu siyaset yöntem ve tekniklerini yeniden hayata geçirmek gerektir. Hedef, bütün insani ilişkilerde olduğu gibi; hakkaniyetin, adaletin esas alındığı ve bu alanda hiçbir kimseye ayrıcalığın tanımadığı bir siyasi anlayış ve hayat tarzıdır.
Lafı uzatmayalım. Olan oldu, geçen geçti. Bundan böyle siyaset, Rabbimizin emri, Allah Resulü’nün arzusu; özelde milletin, genelde ümmetin ve insanlığın hayrı, huzuru için yapılmalıdır. Yoksa insanlık, fasit bir daire içinde, acı ile kıvranarak başını taştan taşa vurmaktan kurtulamaz.
İdris DOĞAN