Akıl bir nimettir. Tabiat kanunları, deneyim, sağduyu ve vicdana dayanma anlamında akıl vahyin temelidir. Vahiy, insan aklını ve dilini kullanarak Allah’ın insana hitap etmesidir. Vahiyle akıl arasında mahiyet ve derece bakımından ciddi bir bağ vardır. Kur’an’da iman, aklın ve iradenin ortak bir aksiyonu olarak nitelenir. Aklın korunması ve kullanılması önemlidir.
Akıl hem bilgiyi geliştirip pekiştirir hem de bilginin yüklediği sorumlulukları yerine getirmesi ve ahlaki gelişmesi için insanın yolunu açıp ona yöntem gösterir. Ancak, yaratılış gereği aklın da bir yöneticiye ihtiyacı vardır ki, o da vahiydir.
Bizim kadim medeniyet anlayışımızda bilginin kaynağı üçtür:
1. Doğru haber, (vahiy ve risalet),
2. Akıl,
3. Sağduyu.
Bilgide öncelik akılda değil, vahiydedir. Okumadan, dinlemeden, araştırmadan, anlamadan, öğrenmeden kendi zannı, tahmini, fikri ile her iş ve konuda hüküm verenler büyük bir yanılgı ve aldanış içindedirler. İnsanın, daima başına toplaması gereken akıl ile ilgili o kadar çok şey söylenmiştir ki, burada onları dile getirmek bilinen tekrarı olur ve zaman kaybettirir.
Hani derler ya: Akılları pazara çıkarmışlar, herkes kendi aklını beğenmiş. Evet, aklımızı beğeneceğiz lakin arzu ve heveslerimizin onu kuşatıp esir almasına da müsaade etmeyeceğiz.
Biz, işi çığırından çıkaracak şeytani aklın değil; hayırlı ve yararlı davranışlar geliştirmemize vesile olacak rahmani akıl üzerine kafa yormalıyız. Zan, tahmin, kanaat, temenni bilgiye kaynaklık edemediği gibi, birer söylem, sayıklama, varsayımdan öte gidemez.
Elbette çok eskiden vardı -iletişimin sınır tanımayan imkanlarıyla son yıllarda daha da arttı- kendini akıllı zanneden pek çok Müslüman diğer dinlerin, özellikle Hıristiyan-Batı dünyasının ahlak anlayışının etkisi ve baskısı ile vahyi (nas) ve Allah Resulü’nün sünnetini yok sayıp hafife alarak kendi algı, anlayış ve düşünce yapısına göre bir farklı bir inanç sistemi oluşturma gayretine girmiş; ne yazık ki, böylesi insanlar, bilerek ya da bilmeyerek tarzlarını farz haline dönüştürmüşlerdir. Büyük bir savrulma ve dağılma girdabının ta kendisidir bu durum.
Birbiriyle anlaşamayan, uyuşamayan, çelişen hatta çatışan kökten farklı –izm’lerin ve –ist’lerin fink attığı bir çağda, kendi aklına ne kadar güvenirse güvensin, inandığını söyleyen erkek ve kadınlara açıkça hüküm verilen konularda keyiflerine göre seçim hakkı tanınmamıştır.
Ahzap suresinin 36. ayetinde Rabbimiz ne buyurur: “Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”
İslam âlimleri bu konuda görüşler ortaya koymuş ve aklını şeytana kiralayanlara uyarıda bulunmaktan asla uzak kalmamışlardır. Bunlardan biri de Mevdudi’dir ve der ki: “Bu ayetteki emir ve bildirim İslam anayasa hukukunun temel ilkesidir ve bütün İslami hayat sistemi için geçerlidir. Buna göre hiçbir Müslüman fert veya millet, kurum, mahkeme veya parlamento ya da devletin, Allah ve Resulünün hüküm verdiği bir konuda kendi isteğine göre seçme hakkı yoktur. Müslüman olmak, kendi düşünce, davranış ve seçme özgürlüğünü Allah’a ve Resulüne teslim etmek demektir. Hiçbir makul insan, iki karşıt davranışı birleştirmeye kalkmaz. Müslüman kalmak isteyen kimse, mutlaka Allah ve Resulünün emrine boyun eğmek zorundadır; boyun eğmeyi istemeyen kimse ise Müslüman olmadığını kabul etmelidir. Eğer bunu da kabul etmezse, ne kadar Müslüman olduğunu haykırsa da, hem Allah, hem de insanlar tarafından münafık olarak kabul edilecektir.
Kendi aklına güvenip onunla yetinen ve aklını kendi heva ve hevesinin emrine verenlerin sadece kendilerine değil, milletinin ve insanlığın başına aştığı belalar, tarihin tozlu sayfalarındadır. İşin özü; cehalet, şüphe, zan, hayal, vehim ve ilham bilginin kaynağı olamaz. Eğer olursa akıl rahmani değil, şeytanidir. Dikkat etmek gerek…
İdris Doğan
22 Mart 2022