İnsanın şerefi üzerine yazacağım da ‘onur’un obamız ve ocağımızdan şeref’i kapı dışarı etmesi geldi aklıma. Kapı dışarı edilen sadece şeref değil, elbet, ahlak ve maneviyatımızı oluşturan ne kadar kelime varsa hepsi… Ama biz bugün ‘şeref’ diyeceğiz.
Son yüzyılda moda halini alan uyduruk kelimelerin dilimizle birlikte manevi hayatımızda ne büyük tahribatlar yaptığını, ahlaki değerlerimizi ayaklara altına aldığını akıl ve irfan sahipleri dışında çok kimse fark etmedi.
Dilde sadeleşme üzerine bir sohbetinde: “Anadil bile kavga sebebi, bölünme sebebi yapıldıktan sonra millî birlik dediğimiz yaşama ve gelişme şansına ürpermeden bakmak elden gelir mi?” diye sorar, hemşerimiz Tarık Buğra ve: “Türkçe’nin bugün aldığı darbeler, yarının yaralarıdır” diye hayıflanır, hayır kahrolur. Ne yazık, merhumun farkına varmasak da ‘yarının yaraları’ dediği günlerdeyiz
Uzun zaman önce kendini dilde uzmanı sanan ve amansız sadeleşme taraftarı olan bir hocamla ‘şeref’ kelimesi üzerine konuşmuştuk. Kendisi, ‘onur’dan yana idi. Ben de: “Onur’un Türkçe ile hiçbir ilgisi olmadığını Fransızca onore’den dilimize geçtiğini söylemiştim. Mahcup olacağı yerde, canı sıkılan hocam: “Onur’u kullansak ne olur yani?” demişti. Ben de: “Şeref’imizi kaybederiz hocam, şerefimizi...” diye karşılık vermiştim. Hocam, ağır bir yenilgi almış komutan gibi, canı sıkkın biçimde geri çekilmişti.
Sonra da ‘Unuttuklarımız Kaybettiklerimizdir’ başlıklı yazımı kaleme almıştım. Nasip olursa o yazıyı yakın bir zamanda köşemize taşırız.
Dönelim en yüce değerlerin başında gelen şeref’e.
Şeref; akıl, sağduyu, izan, insaf, idrak, şuur, vicdan, şecaat, merhamet gibi, insanı insan yapan değerler bütünü ile var edilmiştir. Akli yönden yükselme, ruhi yönden olgunlaşma özelliği sadece insana aittir ve insan, eşref-i mahlûkat yani diğer yaratılmışlar arasında şeref sahibi kılınan tek varlıktır. Yeryüzünde diğer canlılar bu özelliğe sahip olmadığı gibi, onların tamamı insanın hizmetine sunulmuştur.
Yüce Allah, şeref bahşettiği insanın yeryüzünde halife olmasını dilemiş; onda belirlediği sınırlar dâhilinde kâinatın anahtarlarını, yeryüzünün imarını ve bunun için gereken gücü ve enerjiyi, bilgide ilerleme gücünü, işte gelişme yeteneğini de var etmiştir. Yüce Yaratıcı’nın insana emanet yüklemesi ne mübarek ne muhteşem bir kulluk muhataplığıdır. Hal böyle olunca insan, sahip olduğu değerlerin kaynağıyla bağını sağlamlaştırdıkça sağlıklı bir biçimde bu kaynağa başvurdukça gelişmiş, ilerlemiş ve yücelmiştir.
Şunu asla gözden kaçırmamak gerekir. Şeref, insanın diğer varlıklar karşısında sonsuz hak ve yetkiye sahip olduğu anlamına gelmez. İlahi iradenin önemli bir yönü, insanın hizmetine sunulan diğer varlıklar, eşya ve tabiat ile ilişkilerinde insanı mülkiyet değil, bir emanet sahibi olarak telakki eder. Şerefli olmak bir imtiyazdan öte bir mükellefiyettir. İnsan, ne zaman bu değerden koptu ise yapısındaki ve hayatındaki bilgi akımlarının ahengi bozulmuş, onu doğru yolda ilerletecek harika yönelişin istikameti değişmiştir.
Ne var ki, sınırsız beklentiler ile çıkarlar insanın kendisini olduğundan fazla önemsemesine yol açar ve bırakın başka varlıkları, diğer insanlardan bile kendini üstün ve vazgeçilmez görmeye başlar. Her şeyin insanın hizmetine verilip emrine sunulduğu anlayışı ve alışkanlığı büyük bir servet… Bozdur bozdur harca.
Diğer değerlerimiz gibi, pılını pırtısını toplayıp aramızdan ayrılan unutmamızdan dolayı kaybettiğimiz insani vasıflarımızın en önemlisi şeref, yeniden hayatımıza döndürülmelidir. Başkalarının nasıl becerip başardığını bilmem, lâkin bizim şeref yoksunu bir millet olarak yaşamamız mümkün değildir.
Haydi, gidiyoruz! Hep birlikte, ne pahasına olursa olsun, şeref’i bulup tekrar hayatımıza katmaya...
İdris DOĞAN