O yılarda, bizim köyün muhtarı Kara Mehmet idi. Kara Mehmet, uyanık, cin fikirli ama her şeyi şaka yollu izah eden, problemlere pratik çözümler bulan bir adamdı. Okuması yazması yoktu. O okuması yazması olmayan adam, köyde 17 yıl muhtarlık yaptı.
Bizim çocukluğumuzda yetişkin insanların çoğunun okuması yazması olmazdı. Okuması yazması olan yetişkinlerin çoğu da 3’ten terkti. Koyunları ve keçileri güdecek adama ihtiyaç var diye ve adını yazıp çözecek kadar okuyabilsin yeter diye, ilk okulun 3.sınıfına kadar okuyabilmiş okur yazar sayılanlar(!)…Onun için bir kişinin muhtar olmasında okur yazar olma şartı yoktu. Hatta bizim yan köyün muhtarı Süllü Dayı da okur yazar değildi.
Kara Mehmet, okur yazar değildi ama, iş yapabilen bir adamdı. Zaten devletin de aradığı bu idi.Kara Mehmet saygı gören ve biraz da saygı gördüğü zaman kofalanan bir adamdı. Kızı Elif Ablayı köyün gençlerinden Muhsin Abiye verdi. Muhsin Abi, civan gibi bir gençti. Sigara içerdi .Kara Mehmet ise her şeyi içerdi…
Köyün üst tarafında Kaş’a giden yolun bizim köyün içine giden yol ile kesiştiğinde bir üç yol kavşağı oluşuyordu. Oraya köylüler Makas derdi. Makas’ta; bakkal , kahvehaneler ve bir şeyler satılan yerler vardı. Herkes akşam üzeri Makas’a gider, biraz eş- dost görür, çay- kahve içip akşam olduğunda eve dönerdi. Muhsin Abi, Makas’tan köyün içindeki evlerine giderken, Kara Mehmet de Makas’ a çıkıyormuş. İleriden Muhsin Abi, Kara Mehmet’i görmüş ağzındaki sigarayı müstakbel kayınpedere saygısızlık olmasın diye hemen atmış. Kara Mehmet, Muhsin abinin sigara attığını görmemiş gibi yapmış. Selamlaşıp yollarına devam etmişler.
Kara Mehmet bizim eve geldiğinde babama: “benim damat çok saygılı. Yanımda sigara içmemek için hemen sigarasını attı. Ben gördüm ama görmezimden geldim. O da görmedi sandı. Damat çok eyi çocuk canım..” dedi. Kofalandı.. O devirde büyüklerin yanında bacak bacak üstüne atılmaz ve onların yanında sigara içilmezdi.
Kara Mehmet’in muhtarlığın kaçıncı yılı idi bilmem, Fethiye’de deprem oldu. Yıl 1957 idi. Ben daha ilkokula girmemiştim. Kardeşim Abdurrahman o yıl doğmuştu..
Biz deprem nedir bilmiyoruz. Anam ile babam deprem olmuş dediler. Gene olur dediler. Deprem nedir? Yerin sarsılması, üzerindeki evlerin de yıkılması imiş. Hata yıkıntı altında kalan bazı insanların ölmesi veya yaralanması imiş.
Fethiye Depremi, yani asıl yıkıcı deprem olmadan önce, gündüz hafif bir sarsıntı olmuş. Kaymakam “bunu devamı gelir “diye şehirde ilan yaptırmış: “bu gece kimse evlerine girmesin .Dışarılarda vakit geçirin ”demiş. Halk bu çağrıya büyük oranda uymuş. Uymayan 65 kişi gece daha büyük sarsıntıda yıkım altında kalmış. Şehrin de yüzde 75’i harap olmuş, bütün evler yıkılmış. Kaymakam bey ikaz etmese ölü sayısı belki binleri bulacakmış. Kaymakamı herkes tebrik etmiş. O kaymakam basiretli bir yönetici imiş. Daha sonra devlet, O’nu bir ile vali yapmış.
1957 depreminin merkezi Fethiye idi. Köylerde pek bir şey olmadı. Ama devamı gelir diye herkes heyecanlı ve endişeli idi.
Babam, hemen şimdi koca bir ağaç olan dut fidanının önüne bir “alacık” kurdu. Biz yörükler, çadırın küçüğüne “ alacık” deriz. Alacık büyük yörük çadırı gibi değildir. Evde yazgı olarak ne bulunursa kenarlara dikilmiş kazıklara bunların dolanması ile yapılır. Kilim, çul, ne varsa kazıklara sarılır.Küçük bir evcik olur. İçinde gene de 4-5 kişi yatar. Tabi çocuklara yeni bir olay, yeni bir heyecan, yeni bir yatacak yer diye biz alacıkı çok severdik.
Günlerce alacıkta yatıp- kalktık. Babamla anam buradan tarlaya gelip gittiler. Sonradan depremin etkisinin bittiğine dair kanaat getirince alacıktan çıkıp normal evimize girdik.
Muhtarımız Kara Mehmet de bütün köylülerin yanına gittiği gibi babama da uğradı. Geçmiş olsun dedi. Bir zarar var mı diye sordu.
O zaman biz çocuklar kendi aramızda konuşurken ;”. bu deprem de ne imiş ?Niye deprem olurmuş” diye konuştuğumuzda bir çocuk: Bir sarı öküz varmış. O başını sallarsa yer sarsılırmış. Deprem buna denirmiş” dedi. Fethiye depreminin etkisi geçince ; “ sarı öküz her halde buradan getti” dedi. Sonra biz radyodan başka yerlerde deprem olduğunu duyunca herhalde sarı öküz oralara gitti” dedik.
Yıllar geçip, ilkokula girdiğimizde, orta okulu bitirdiğinizde liseyi bitirdiğimizde; radyodan çok televizyonları dinlediğimizde ilmi eserleri okuduğumuzda, konunun uzmanlarını dinlediğimizde işin öyle olmadığını anladık. Meğerse, yerin altında fay kırıkları varmış. Fay kırıklarında büyük bir enerji birikmesi olurmuş. Fay hattının içinde biriken enerji ileride fayın taşıyamayacağı hale gelirmiş. Yani enerji birikmesi arttıkça artarmış. Böylelikle yükü kaldıramayan fay patlar, yer yarılır, yerin altındaki enerji dışarı çıkar, deprem dediğimiz şey olurmuş. Bunu öğrendik.
Depremin böyle olduğunu öğrendik ama, zararının en aza indirilmesini bakalım ne zaman öğreneceğiz.
(Devam edeceğim)