En son Kırmızı Pazartesi’yi okudum. Gabriel Garcia Marqunez’in kitabı Nobel Edebiyat Ödülü almış.
Kitap aslında ;işleneceği kesin olan bir cinayeti herkesin bilmesine rağmen ,kimsenin bunu önlemek için çaba harcamamasını anlatıyor.
Kitap başarılı. Değilse, zaten Nobel Ödülü alamazdı. Ancak ben, cinayeti ve etrafındaki insanları anlatacak değilim. Yani kitap analizi yapmayacağım.
Bazen bir iş olur, insanın kanına dokunur. Vatanseverlik ve milliyetçilik duygularına ağır gelir olanlar.
Burada ülkenin bir evladı olarak içiniz kanar. Ancak bir yazı yazarak içinizin soğuyacağını sanırsınız.Bu, tek tesellinizdir. Çünkü gereğini yapacaklar başkalarıdır.
Kırmızı Pazartesi’nde Latin Amerika’da herkeste genel bir kanaat haline gelmiş bir söz varmış: Kötü bir iş olduğunda; ”Bunu Türkler yapmıştır ” denirmiş. Bu ifade, kitapta bir kaç yerde geçti.
Yazarın anlattığına göre; “..bu kötü işleri yapanlar Türklerdir” dedikleri Türkler,” El Turko”lar imiş.
El Turko’lar, yıllar önce Osmanlı bakiyesi ülkelerden Latin Amerika’ya göçmüş insanlar. Çoğu insanlıktan ve müslümanlıktan çıkmış, Katolik olmuş ,kendini inkar etmiş, evrensel kurallara da adapte olamamış insanlar bunlar.. Bulundukları ülkelere uyum sağlayanlar da var tabii. İyileri tenzih ediyoruz. Ama, böyle kötü bir imaj yaygınsa, kötüler çoğunlukta demektir.
İnsan, bulunduğu yeri temsil etmeli. Mensup olduğu milleti, kültürü ve medeniyeti..Bu, aynı zamanda asaletini korumaktır. Bir insan kendi ülkesini ve kendi kültürünü temsil edemiyorsa dejenere olmuş demektir. İnsan kendine;”.bak bunlar Türk. Türkler mert, iyiliksever ve temiz insanlardır. Herkese yardım etmek bunların şiarıdır. Dürüst, kimseye kötülük düşünmeyen, hakkı tutan, hakkı yerine getiren insanlardır Türkler” dedirtebilmeli..
Ama bakıyoruz, Latin Amerika’da bizi kimler temsil etmiş? Veya, kimlerin bizi temsil ettiği sanılmış?
Hariciyenin bunda kusuru yok mu? Türk denince El Turko’lar hatırlanmamalı idi. Onların kötülüğü bize yamanmamalı idi.. Oradaki dış temsilcilerimiz veya orada yaşayan diğer Türkler,ne yapıyor?
Hariciyemiz demişken, dış ülkelerde, hemen hemen 208 ülkenin hepsinde temsilciliklerimiz var. Bazılarında birden fazla şehirde 2.derecede konsolosluk derecesinde de temsilcilikler var, Büyükelçiliklerden başka...Bunlar Türkiye’yi tanıtacak resmi kurumlar. Resmi kurumlarımız, Türkiye denince neyin hatırlanması gerektiğini idrak ederek çalışacak. Ülkenin tanıtılmasını da yapacak, Resmi kurumlar, sadece oralardaki Türk vatandaşlarının resmi işlerini yapmayacak. Büyük bir misyon yüklenecek . Tabi, oralarda yaşayan diğer Türk vatandaşlarına da iş düşüyor. Onlar da ülkenin adını yükseltecek misyonlar alacak. Kendilerini fahri bir misyoner gibi görecekler .Türkiye hakkında iyi profil çizilmesine katkıda bulunacaklar.
Dış ülkelere 1960’dan sonra, özellikle Almanya’ya giden vatandaşlarımız, temizlik konusunda bu imajı koruyamadılar. Toplu bulunulan yerlerde, garlarda ve tren istasyonlarında yerlere tükürmeler, burun temizlemeler, yani sümkürmeler diğer insanları, Almanları tiksindirdi. Almanya’da garlara Türkçe “Yerle tükürmeyin” diye afişler asıldı o zamanlar... Bu, bizim ayrı bir ayıbımızdı. Almanya’da Türkçe afiş…Düşünün vahameti.. İnsanımızı eğitmek ayrı bir konu tabii..
Bizde dışarıya büyükelçi düzeyinde ilk atama Fransa’ya yapıldı.28 Mehmet Çelebi, Fransa’ya gideceğinde, Fransa’nın belli başlı şehirlerinde büyük bir heyecan oldu. Türk görmek, onları tanımak, tarzlarını öğrenmek, yaşayış şekillerini iyi tanımak Fransızları heyecanlandırdı.28 Mehmet Çelebi,ilkin Tolon limanına geldi gemi ile..Türk heyeti gemiden inerken binlerce Fransız alkışlarla karşıladı heyeti. Bu, Türklere karşı bir ön yargı olmadığının, onları kabulün belirtisi idi.
Tolon’dan araba ile Paris’e geçildiğinde de aynı heyecan görüldü. Paris’e varılışın ilk günleri Ramazan ayına denk geldi.28 Mehmet Çelebi Fransız bürokrasisine ve vatandaşlarına 30 gün iftar yemeği verdi İnsanlar, Türk görmenin yanında, Türk mutfağını tanıdı. Türklerin yemek yeme adabını, ikramda bulunmayı, “hayır yapmayı” gördü. Bu, Fransa’da Türkleri tanıma konusunda büyük bir fırsat oldu. Aynı merasim gelecek yıl da devam etti. Fransızlar bizi 1.elden tanıdı.
Doğrusu bu idi. Kendimizi 2.elden tanıtırsak, Latin Amerika’daki gibi olur dermişim…
Ülkenin iyi tanıtılmamasının müsebbibi oralardaki dış temsilciliklerdir. En azından Latin Amerika’daki El Turkolar için ”onlar Türk değildir. .Bazen ihanetle, bazen büyük devletlerin hesabı ile bizden ayrıştırılmış insanlardır bunlar “denebilse idi.. Hala da denebilse geç kalmış olmayız. Bunu hem resmi temsilcilerimiz hem de oralardaki diğer Türk vatandaşları yapabilirdi.
Latin Amerika’da kitaplara kadar geçmiş bir konu ciddidir. Bir söylenti değildir. Oralardan gelen bazı insanların anlatımıdır bu aynı zamanda.. Bu konuda esaslı çalışma yapmak gerekir. İnsanımıza bir misyon adamı olma şuuru vermeliyiz.
Yapılacak çok iş var, çook ...