Muhtemel İstanbul depremini konuşuyoruz. Diyeceklerimi daha iyi ifade edebilmek adına tarihten bir misal vermek istiyorum. Zaman Kanuni Sultan Süleyman zamanıdır. Tarihin kaydettiği en büyük mimarlardan Sinan, Mimarbaşıdır. Mülkün imarından o sorumludur.
Cihan Padişahı, halkın su ihtiyacını karşılamak üzere Mimarbaşından İstanbul’a su getirecek kanallar yapmasını ister. Çünkü şehir her geçen gün büyümekte ve su ihtiyacı giderek artmaktadır. Tedbir almak padişahın görevidir.
Emir baş üzredir. Sinan şehre su getirmek üzere derhal işe girişir ve kanal inşaatına başlar. Fakat bu arada bir şey Padişahın dikkatinden kaçmaz. Şehre daha çok su taşıyacak genişlikte kanallar yapılabilecekken küçük çaplı kanallar yapılmaktadır. Padişah sebebini sorar. Mimarbaşının ikna edici ilmî çözümü gayet açıktır: “Hünkârım, biz bu şehre fazla su getirirsek, şehir göç alır, nüfus gereksiz şekilde artar ve başta asayiş olmak üzere şehrin yönetimi zorlaşır.”
Bu akıllı cevap üzerine padişah ikna olur ve daha çok su getirme fikrinden vazgeçer. Fakat neylersiniz ki, kendinden sonra gelenler, yağcı ve dalkavukların kuşatmasından kurtulamazlar. Devleti ve milleti ayakta tutacak tedbirler gevşetilir. Vaktiyle pek çok zafere imza atmış Yeniçeri Ocağından başlamak üzere bütün kurumlar bozularak fonksiyonlarından uzaklaşır. Adalet yok edilmiş, yerini hediye adı altında rüşvet almıştır. İlim zihniyeti çökmüştür. Padişahların yanlışlarını düzeltebilecek Zenbilliler de yoktur artık. İdarecilerin devlet adamlığı vasfı kaybolmuştur. Ve İstanbul’da nüfus artışı devam eder.
Evet, bu bahis geçmişten günümüze kadar uzanan derin bir yaradır. Onun için feryad ediyor, aklımızı başımıza devşirelim diyoruz. Ve depremin yıkıcı etkilerinden korunmak için geçmişten ders alalım istiyoruz.
Yağmura nasıl yağma, diyemezseniz, depreme de olma diyemezsiniz. Yağmur yağar sel oluşur, tedbir almazsanız felâket yaşarsınız, deprem de öyle. Bölge deprem riski taşıdığına göre, zaman tedbir zamanıdır.
Önceki yazılarımızda belirtmeye çalıştığımız gibi yerleşim yerleri doğru seçilmemişti. Kaçak yapılaşma vardı. Binalar deprem şeraitine uygun olarak yapılmamıştı. Çürük zemine çürük binalar kondurulmuştu. Hatırlayabildiğim en eski deprem Varto depremidir. O gündür bugündür durum aynıdır. Yıkımdan sonra harekete geçiliyor. Dileğimiz, İstanbul için aynı şey olmasın, ah vah tuh demeden önce köklü çözümler üretilsin.
FELÂKETTEN ÖNCE ALINACAK TEDBİRLER
Bu meyanda, Sinan örneğinden hareketle İstanbul’un nüfus artışı durdurulmalıdır. Unutmayalım ki, zararın önlenmesi kârdan önce gelir. Bunun için alınacak tedbirler pek çoktur. Öncelikli tedbir konut yapımını durdurmak ve kaçak yapıya fırsat vermemek olmalı. Önce kaçak yapı, sonra imar affı, affedilemez bir hatadır.
Marmara bölgesinde nüfus artışı şöyle dursun, mevcut nüfusu azaltacak tedbirlere başvurulmalıdır. Sözgelimi, bu bölgedeki fabrika ve tesisler zaman geçirilmeksizin Anadolu’ya taşınmalıdır. Örnek olarak söyleyelim, Çorum, Çankırı, Yozgat, Kırşehir, Sivas, Erzurum gibi vilayetler ne güne duruyor? Karadeniz sahillerinde sert zemine malik vilayetler var, onlar ne güne duruyor?
Vatandaşımız, karnını doyuracak şekilde doğduğu yerde iskâna teşvik edilmelidir. Başta eğitim ve sağlık hizmetleri olmak üzere bütün hizmetler, hızlı, çabuk ve güvenilir vasıtalarla sağlanırken, ulaşım için geniş ve rahat yollar açılmalıdır. Buralarda dikkat edilecek en önemli husus, yeni İstanbullara vücut vermemek olmalı, şehirler kontrol dışı büyütülmemelidir.
Anadolu’da yerleşime açılacak yeni yerler fay hatlarından uzak olmalı ve binalar depreme dayanıklı olacak şekilde yapılmalıdır. Yüksek kattan vazgeçilerek yatay mimari tercih edilmelidir. Önemle hatırlayalım ki, Osmanlı’nın iskân ve imar siyaseti, Selçukluların aynısı olmuştur. O insanlar bizden daha mı az akıllıydılar da şehirlerini ova, dere ve göl yatağı yerine dağ ve tepelerin güney yamaçlarına kurdular? Deprem felâket değildir, onu felâkete dönüştüren yanlış tercihlerdir.
Şüphesiz ki, İstanbul depreminin felâkete dönüşmemesi için daha pek çok tedbir düşünülebilir. Örnek kabilinden değindiğimiz hususlar, can kaybını en aza indirecek ve binaları güçlendirme çalışmalarından hem daha kolay, hem daha çabuk ve hem daha ucuz olacaktır. Sözün kısası, şunu görmemiz gerekiyor; vatandaş niçin doğduğu yeri bırakıp da İstanbul’a veya büyük şehirlere göç ediyor? Sebep iş mi, aş mı, dam mı? Her ne ise, alınacak en önemli tedbir, işte vatandaşın bu göç gerekçesini ortadan kaldırmaktır.
Böyle bir proje geliştirildiğinde inanıyorum ki, bugün pek çok vatandaşımız, şerefiyle çalışıp, alnının terini silerek kazandığı ekmek parasını, İstanbul yerine başka bir şehirde kazanmayı tercih edecektir. Çünkü İstanbul, ihmaller ve ihanetler sonucu yaşanır olmaktan çıkmıştır, şu haliyle zaten felâketi yaşıyor İstanbul. Muhtemel depremle onu daha da büyük acılara maruz bırakmayalım.