Yazıya böyle bir soruyla başlamak gerçekten güç. Özelde Türkiye’miz ve aziz milletimiz; genelde bütün dünya ve insanlık peş peşe gelen acılar yaşıyor. Son birkaç yıl içinde koronavirüs denilen bir mikroba maruz kalmıştık. Aşıydı, ilaçtı, bitti bitecek derken yeni versiyonlarıyla karşılaştık ve hâlâ devam ediyor.
Yağmur yağıyor sel oluyor, kar yağıyor yollar geçit vermiyor, deprem oluyor felâkete dönüşüyor. Aslında rahmet olan yağmur, kar ve deprem nasıl oluyor da felakete dönüşüyor? Yağmura ve kara yağma diyemeyiz. Çünkü yağmur ve kar yağmazsa susuz kalırız. Su olmazsa -neticelerini uzun uzun saymaya gerek yok- hayat biter. Bilinir ki, su hayattır. Deprem için de olmasın diyemeyiz. Çünkü o da yağmur ve kar gibi yani su gibi hayatın gerçeğidir, o da rahmettir. Hepsi birarada Yüce Allah’ın kurduğu muazzam kâinat düzeninin birer parçası ve kanuniyetidir. Peki, nasıl oluyor da gayretine dokunurcasına bunlara felaket diyebiliyoruz? Yanlıştır bu deyiş.
Depremlerle bir hayli yorulmuş ve yaralarımızı bir nebze olsun yeni yeni sarmaya başlamıştık ki, Adıyaman’ımız ve Şanlı Urfa’mızda sel felaketiyle karşılaştık. Gene canlar kaybettik. Çadır kentlerimizi su bastı, konteynerlerimizi sel aldı. İşte bu yeni acılarla sorduk yukarıdaki soruyu.
Yaşadığımız acılarda insanoğlunun payı nedir? Dünyamızı ilerlettik mi yoksa onu daha da geriye mi götürdük? İlerlettiğimizi düşündüğümüz günümüz dünyasının acıları, dünün dünyasının acılarından daha mı az, yoksa daha mı fazla? Acılar çoğaldıysa bunun sorumluları kim veya kimler? Günümüz dünyası daha huzurlu, daha güvenli ve barışa daha yakındır diyebilecek bir noktada mıyız, yoksa daha büyük tehdit ve daha büyük tehlikelerle mi karşı karşıyayız?
OSMANLI İLE AMERİKA KIYASLANIRSA
Mesela, geçmişin süper gücü Osmanlı dünyası ile günümüzün süper gücü (!) Amerikan dünyasını kıyas edelim. O günkü dünya mı, yoksa bugünkü dünya mı daha büyük tehdit altında?
Eskiden Avrupalı bir seyyah, beş parasız, ta Hindistan’a Çin’e kadar gider, değil günler haftalar, yıllarca bütün dünyayı gezer, sonra da güven içinde ülkesine geri dönerdi. Çünkü o zamanların büyük bir diliminde Osmanlı egemendi. Osmanlının hâkim olduğu dönemlerde, özellikle Osmanlı coğrafyasında Adriyatik’ten Çin Seddine kadar, kervansaraylarda konaklamak yahut gittiğiniz köyde Tanrı misafiri kabul edilmek suretiyle gerçekten masrafsız olarak, vize ve pasaport zorunluluğu olmaksızın istediğiniz yeri gezebilirdiniz. Avrupa ve Türkiye tarihinde Marko Polo ile Evliya Çelebi bunun en meşhur iki örneğidir. Şimdi değil şehirden şehire, semtten semte gidemiyorsunuz.
GETİRDİKLERİ GÖTÜRDÜKLERİNDEN FAZLA
Evet, Batı’nın bilim ve teknoloji alanında dünyaya kazandırdıkları bir gerçektir. Çalışma hayatına kazandırdıkları, iş ahlâkı ve iş disiplini gibi değerleri var. Kağnı arabasına mukabil uçak üretilmiştir. Fakat bunların yanında dünya ekonomisini ve insanlığı iflasa sürükleyen tüketim ve israf alışkanlığı; ekolojik dengeyi bozan çevre kirliliği; milletleri esaret altında yaşamaya zorlayan sömürü düzeni de Batı’nın eseri. Keşke, bugünkü Batı medeniyeti, Yüce Allah’ın kanunlarını dikkate alarak insanlığın lehine olacak değerler üretebilseydi.
Ne yazık ki insanlık lehine hiçbir değer üretilemiyor ve Batı’nın bu anlamda dünyaya verebileceği hiçbir mesajı yok. Maalesef Batı, üstünlük psikolojisi ile hareket ediyor, güce inanıyor ve hatta güce tapıyor. Güç olsun ama bu, yeryüzünde adaleti sağlayacak bir irade ve şuurla yönetilsin. Ne yazık ki iş öyle değil. Peki, bu şuurdan mahrum bugünkü güç, başka milletlerin üzerine hâkim olmaktan ve nihayet onları sömürüp ezmekten başka ne işe yarıyor? Amerikan 6. Filosu dünya barışına katkı mı sağlıyor yoksa dünyayı tehdit mi ediyor?
Batı bu haliyle aynen, ilâhî dinlerin engellemeye çalıştığı dünkü Nemrutların (dinsizlerin), Firavunların (komünizmin), Karunların (kapitalizmin) yaptığını yapıyor. Sömürgecilik ve Mandacılık Batı’nın eseri. Ekolojik dengeyi bozarak küresel ısınmayla yağmurları sele, rüzgârları fırtınaya dönüştüren gene Batı. Tarım alanları olması gereken ovaları iskâna açarak veya açtırarak yanlış şehirleşme mucidi de gene Batı. Beslenme ve gıdaya harcanak gelirin silahlanma yarışına sarfedilmesi de Batı’nın eseri. En hafif tabiriyle sevgi, saygı; komşu ve komşu hakları yok edildi. Hâkim benmerkezci Batı ekonomi ve kültürü sonucu, aynı apartmanda ve hatta aynı katta yaşayan insanlar birbirini tanımaz halde. O sebeple Merhum Âkif bu Batı’yı, “tek dişi kalmış canavar” olarak niteler.
ÇEVREYE EN BÜYÜK ZARAR NEREDEN GELİYOR?
Süper güç diye tanımlanan Amerika’dan iki örnek vereyim. Paul Kennedy’nin, 21. Yüzyıla Girerken, isimli kitabını okurken iki bin yılı ajandasına aldığım notlardan aktarıyorum.
“Amerika, dünya nüfusunun yüzde dördüne sahip iken, petrol tüketimi, dünyadaki yıllık üretimin dörtte birine eşittir. Bu rakam, İngiltere ve Kanada’nın tükettiğinin on katı, üçüncü dünya ülkeleri olarak tanımlanan ülkelerin çoğunluğunun tükettiğinin yüzlerce katı demektir.”
Alın işte size, Amerika’nın, İsrail’in güvenliğini sağlamanın yanısıra zengin petrol yataklarının bulunduğu Suriye, Irak, Kuveyt ve Arabistan’a yerleşmeye çalışmasının asıl sebebi. O bölgelere demokrasi getireceğiz lafı koca bir yalan. Kennedy’nin itiraf niteliğindeki şu cümlelerine bakınız:
“Bir hesaba göre, Amerikalı bir bebek, ortalama olarak İsveçli bir bebeğin çevreye verdiği zararın iki katı, İtalyan bebeğininkinin üç katı, Brezilyalı bir bebeğin on üç katı, Hintli bir bebeğinkinin otuz beş katı, Çadlı ya da Haitili bir bebeğinkinin ise iki yüz seksen katı kadar çevreye zarar vermektedir. Çünkü ömrü boyunca yapacağı tüketim o ölçüde fazla olacaktır. Vicdan sahibi bir insanın böyle bir istatistikten rahatsız olmaması düşünülemez”. (a.g.e. sayfa 39)
Bu da, Amerika ve ona hükmeden beynelmilel Yahudiliğin, güç sayesinde niçin bütün dünyayı esir etmeye çalıştıklarının itirafı. Yalnız onlar efendi ve bütün dünya köle! Oh ne âlâ! İşte Osmanlı ve Amerika egemenliğindeki iki dünya farkı. Birinin atı ve oku vardı, diğerinin uçağı ve atom bombası; birinin -haydi diyelim- tüfeği vardı, diğerinin nükleer silahları var. Hangisi daha büyük tehdit?
Yüce Yaratıcı ve kanunları ihlal edilerek yahut yok sayılarak, daha da açıkçası inkâr edilerek elde edilen hiçbir gelişme dünyayı ve insanlığı daha ileri noktalara taşımamış ve ne yazık ki daha da geriye götürmüştür.
Bu vesileyle Çanakkale şehit ve gazilerimizi rahmet ve minnetle anıyorum.