Bu sorularla dünkü Lübnan’ı tanımaya ve günümüzde Lübnan’ın niçin bu hallere düştüğünü anlamaya çalışacağız. “Bu haller” derken İsrail saldırılarını, buna mukabil Lübnan devletinden, Lübnan ordusundan yahut Lübnan Cumhurbaşkanı veya başbakanından niçin ses çıkmadığını kastediyoruz. Önce kısa bir tarihçe, Lübnan’dan kimler geldi, kimler geçti?
Kronolojik saraya göre bir geçit yaptıralım: Fenikeliler, Asurlular, Babilliler, Persler, Makedonya Krallığı, Roma, Bizans; Yermük savaşından sonra (636) İslâm orduları, Emevîler, Abbasîler, Tolunoğulları, Fatimîler, Selçukîler. 1124’te Haçlılar, Trablus Kontluğu, Kudüs Krallığı. Sonra Eyyubîler, Mumluklular. Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinden sonra Osmanlılar. (1516) Sen Remo Konferansından sonra İngilizler, Fransızlar.
İnanç yapısı: Müslüman Dürziler, Katolik Maruniler, Ortodokslar. 1842’lerden sonra Fransız hâkimiyetini önlemek gayesiyle İngilizlerin, Dürziler arasından Alman ve Amerikan misyonerleri aracılığı ile devşirdiği Protestanlar. Şiilik, Nusayrilik, İsmaililik. Ve Hizbullah.
Nüfus yapısı: Hâlâ kabilecilik anlayışından kurtulamamış Araplar, Rumlar, Yahudiler, Türkmenler, Ermeniler.
Önemli şehirleri: Beyrut, Sayda, Sur, Trablus, Dımaşk. Toplam nüfus 6-6,5 milyon arasındadır. Kuzeyden ve Doğudan Suriye, Güneyde İsrail ve Batıda Akdeniz ile çevrili, 10.500 KM2 bir ülke. Bizim için acı hatıraları olan Bekaa vadisi de bu ülkededir.
Osmanlı döneminden bir kesit. 1840’lı yıllar. Lübnan Dağı etekleri Dürzîlerin ve Marunîlerin oturağı. Lübnan’ı yerli Şahap ailesi yönetiyor. Emir Beşîr kuvvetli ve otoriter bir zat, günün birinde Mehmet Ali Paşa olma ihtimali var. Osmanlı hükümeti görevden alır. Macar Ömer Paşa’yı daha bazı gelişmelerin ardından Lübnan’a Emir tayin eder.
Fena idare, Tanzimat’a tepki ve yabancı tahrikleri isyana sebep olur. Fransa, haçlı seferleri zamanından beri Suriye ve Lübnan meselesiyle ilgili, güya Katoliklerin hâmisi, o sebeple isyana müdahil ve Akdeniz hâkimiyeti ideali var.
Fransız politikasının, İngiltere’nin Hindistan sömürgesine ve menfaatlerine zarar verme ihtimali yüksek. O sebeple o da isyana müdahil. 1842’de Kudüs’te bir Protestan kilisesi kurar. İngiliz, Alman ve Amerikan misyonerleri Suriye ve Lübnan’ın her tarafına yayılırlar. Dürzîler Protestanlığı kabul etmeye başlayarak İngiltere’nin himayesine girerler. İsyan büyür. Emir Beşîr İngilizlere sığınır. Onlar da kendisini Malta’da oturmaya mecbur ederler.
Fransızlar güya Şahap ailesinin haklarını müdafaaya koyulur. Osmanlı hükümeti, Lübnan Emirliğine getirdiği Macar Ömer Paşa’yı azleder. İki kaymakamlı, iki meclisli bir yönetim kurulur. Fakat farklı bölgelerde iç içe bulunan Dürzî-Maruni kavgaları bitmez. 1860’lara kadar böyle bir idare devam eder. 1852’de Rusya, Ortodokslar lehine imtiyazlar elde etmek için bu Fransız-İngiliz müdahalesini kendi lehine kullanacaktır. Hülasa Lübnan böyle bir memleket.
Çok detaylandırmadan temas etmeye çalıştığımız ana başlıklar gösteriyor ki, Lübnan’da gerçek anlamda bir millet yoktur. O sebeple gerçek anlamda bir Lübnan devleti de yoktur. Cumhurbaşkanı başka milletten, başbakan ayrı bir milletten, meclis karman çorman. Her kafadan bir ses çıkıyor. İşte bu yüzden İsrail bombardımanlarına karşı Lübnan’ın sesi soluğu çıkmıyor.
Demek ki millet bir nimetmiş, devlet bir nimetmiş. Devleti millet kurar yaşatır, devlet de milletin can ve mal emniyetini sağlar. Millet kalabalıklardan oluşan bir sürü değildir. Millet şuurlu bir birliktir. Onun için millet düşmanları “böl, parçala yönet” (Divide et impera) uğruna bu birliği parçalamaya uğraşır.05.11.2024