Siyonizm, Yahudi idealizmi. Yalnız kendilerinin efendi, diğer bütün milletlerin köle olmasını öngören ideoloji. Muharref, yani tahrif edilmiş Tevrat’tan kendisine teolojik dayanak bulur. Nil ile Fırat arasındaki bölgenin kendilerine “vaadedilmiş topraklar” olduğuna inanır.
Yahudilerin uzun tarihi geçmişleri, hangi hallerde yükseldikleri, hangi hallerde alçalıp zillete duçar oldukları Kur’ân’da ayrıntılı olarak anlatılır. Kur’ân’da “vaadedilmiş toprak” yoktur, isyanlarından dolayı kendilerine kırk sene haram edilmiş olan “Arz-ı mukaddes” vardır. O da, Hz. Musa’nın, bu kavmi Firavun’un zulmünden kurtardıktan sonra yerleştirmek istediği yerdir.
Allah’a iman ve peygamberlere itaat ettikleri zamanlarda yükselmiş, iman ve itaatten uzaklaştıkları zamanlarda da zillete düşmüşlerdir. Hz. Yakub (a.s)’un soyundan (İsrailoğulları) gelirler. Kardeşleri, Yusuf’u kıskanıp kuyuya atarlar. Yusuf (a.s.) geçen bir kervan tarafından bulunur, Mısır’da köle olarak satılır. Kendisinde gözü olan kadının tuzağı ile zindana atılır. Kıssa uzundur ama özeti şudur: Hz. Yusuf, yüce Allah’ın yardımı ve kendisine verdiği ilimle yükselir. Mısır kralının gördüğü rüyayı tabir eder, kadının suçunu itiraf etmesi üzerine zindandan çıkarılır ve nihayet Mısır yönetiminde en etkili makama gelir. (Bkz. Kur’an, Yusuf Suresi.)
Gel zaman git zaman, Mısır’da yaşarlarken kâhinlerin iddiasına göre, İsrailoğulları’nın içinden çıkacak bir erkek çocuk, Firavun’u tac ve tahtından edecektir. Firavun bunun üzerine, bu soyun bütün erkek çocuklarını öldürür, kadın ve kızlarını bırakır. İşte tam zillet budur.
Nihayet, Hz. Musa’nın Firavunla mücadelesi sonunda Mısır’dan Filistin’e doğru yola çıkarlar. Hz. Musa, başlarına Hz. Harun’u bırakıp Tur dağından döndüğünde, kavminin, Samiri’nin yaptığı buzağı heykeline taptıklarını görür. Yani başlarında peygamberleri olduğu ve peygamberlerin mucizelerini gördükleri halde inkâr yolunu tutarlar. Su ihtiyacı belirdiğinde Hz. Musa’ya “Rabbine dua et de bize su versin” derler. Yani “Rabbimiz” demezler. İşte böylesine asi ve nankör bir kavim.
Çeşitli kereler küfür ve isyan yolunu tutar ancak her seferinde baskıyla imana gelirler.
“Hani bir zamanlar Biz o dağı gölgelik gibi tepelerine çekmiştik de üzerlerine düşüyor zannettikleri bir sırada demiştik ki, size verdiğimiz kitabı kuvvetle tutun ve içindekini hatırınızdan çıkarmayın, umulur ki korunursunuz.” (A’raf, 7/171)
Bu ayet, İsrailoğulları’nın bahsetmeye çalıştığımız isyan ve aykırılıklarını, baskı ve zor görmeyince hakka boyun eğmeme huylarını anlatmaktadır.
Tevrat hükümleri ağır ve çetin olduğundan dolayı İsrailoğulları, bunları kabule yanaşmamışlar, Allah da Tur’u üzerlerine kaldırmış, kabul ederseniz ne âlâ, yoksa bu dağ tepenize inecek denilmiş. Dağın durumunu görünce hepsi düşüp sol kaşları üzerine secdeye kapanmışlar. Dağın üzerlerine düşme korkusundan sağ gözleri ile de bir taraftan dağa bakarlarmış. İşte bunun için Yahudiler secde edecekleri zaman böyle yapar ve “ Bu secde bizi cezadan kurtaran secdedir” derlermiş. (Bkz. Bakara, 2/63)
Arz-ı Mukaddes’e geldiklerinde, orada zorba ve güçlü bir kavim olduğunu öğrenirler, “Kavmi Musa’ya: Ey Musa! Onlar orada olduğu sürece biz oraya asla girmeyiz. Sen ve Rabbin gidin savaşın. Biz burada oturacağız, dediler” (Mâide, 5/24) İşte böylesine asi, böylesine nankör bir kavim.
Kıssalardan maksat hissedir. Yüce Allah, bu kavmin aşırılıklarını Kur’ân’da anlatırken, Müminlere hitabediyor, “ siz de onlar gibi olmayın” buyuruyor.
Peygamberleri öldürmüşler (Hz. Yahya); Hz. Süleyman’ın saltanatını sallamışlar; Hz. İsa’yı öldürmeye teşebbüs etmişlerdir. İşte böylesine mücrim bir kavim.
Nihayet fitne ve fesatlarından dolayı Romalılar zamanında Arz-ı Mukaddes’ten sürgün edilmiş, evleri yakılıp yıkılarak tarla ve bağ haline getirilmiştir. Yalnız, dünyanın her tarafına dağılırken, hahamlarınca tahrif edilen Tevrat’ı da yanlarında götürmeyi ihmal etmemişler. Gittikleri yerlerde diğer toplumların arasına karışmayarak gettolaşmış, Yahudi mahalleleri kurmuşlar, huyları icabı oralarda da fitne ve fesattan geri durmamışlardır. Almanya’da Hitler olayından önce İspanya’da sürgün, Avrupa’da sürgün, Rusya’da sürgün…
Bu sürgünler üzerine sion önderleri, “yalnız kendilerinin efendi” ve “diğer milletlerin köle” olmasını öngören ideolojilerini geliştirerek bir vatan arayışına girmişlerdir. Viyana Yahudi’si Teodor Herzl, İsviçre’nin Basel kentinde ilk Siyonist kongresini topladığında “Bugün Yahudi devletini kurdum” demiştir.(1897)
Kendilerine Filistin’de yerleşme izni vermeyen II. Abdülhamid iktidardan uzaklaştırıldıktan sonra Osmanlı Devleti I. Cihan Harbine sokularak yıkılmış, akabinde Yahudiler Filistin’e yerleşmeye başlamışlardır. Yahudi asıllı İngiltere yöneticilerinin yardım ve desteği ile de bugünkü İsrail kurulmuştur. (1948)
İsrail bu tarihten itibaren Nil ve Fırat’ın arasını ele geçirmek için sürekli savaş çıkarmış ve her seferinde yeni yerler işgal etmiştir. Geliştirdikleri başka bir teori ile de ABD’deki Evangelist Hıristiyanların desteğini almışlardır. Teoriye göre, Hz. Musa, Hz. İsa’dan öncedir. Hz. İsa’nın gelebilmesi için Hz. Musa’nın idealinin gerçekleştirilmesi gerekir. Yani önce Nil ve Fırat arasındaki topraklar Yahudilere ait olmalıdır. ABD ve Avrupa, bunun için bugünkü Yahudi vahşetine destek veriyor. Şu da hatırda tutulmalı ki, söz konusu İslâm ve Müslüman düşmanlığı olunca ehl-i küfür yekvücut oluyor. “Küfür tek millettir” hakikati gözden ırak tutulmamalıdır.
Birileri bugün hâlâ “İsrail’in nüfusu ne kadar, gücü ne kadar?” diye sorup duruyor ve yapılanları nüfusla, güçle izaha çalışıyor. Bütün bunlar böyle bilinip kabul edilmedikçe İsrail’in ne yapmaya çalıştığını anlamak mümkün değildir. İsrail’in hedefi, gücü ve imkânları bu ideoloji ve teorilerden ileri geliyor. İşte biz bu Yahudi’ye karşıyız.
Burada şunu da kaydedelim. Yahudilerin, Samiri’den beri altın ticaretiyle araları pek iyidir. Para ve medya ellerinde olduğu için adam satın almakta da mahirdirler. İsrail bayrağındaki yıldız idealizmi, mavi iki çizgi Nil ile Fırat’ı temsil eder.